Özersay, bir siyasi parti ile kurumsal ve duygusal bağı olmayan gerçek anlamda tarafsız bir Cumhurbaşkanının üçlü kararname ve müşavir sorunu da dahil kamuda partizanlığı önlemeye dönük kamu reformundan, ihale yolsuzluklarına karşı mücadeleye, yargı sisteminin işleyişindeki sıkıntıların aşılmasına ve Türkiye’den gelecek olan suyun kullanımı konusunda toplumsal bir konsensus oluşturulmasına varıncaya değin ne gibi yetkiler kullanabileceğini, siyasi anlamda inisiyatif alarak bunu nasıl yapabileceğini açıkladı.

Sosyal medya ortamında KKTC Anayasasına dayalı olarak normal şartlarda bir Cumhurbaşkanının içteki sorunlara dönük olarak ne gibi adımlar atabileceğini irdeleyen Kudret Özersay, “kapsamlı çözüm bulma yönündeki olumlu, pozitif irademizi ve aktif diplomatik girişimlerimizi sürdürürken, bunlara paralel olarak kendi irademizle bu ülkede yaşam koşullarımızı daha iyi kılacak, hukukun üstünlüğü ilkesini hayata geçirecek, bugün var olan kurumları uluslararası hukuka uyumlu hale getirecek ve en basit ifadeyle bu kurumları vatandaşa gerçekten hizmet üretir hale dönüştürecek bazı adımları hayata geçirebiliriz” ifadelerini kullandı.

Kudret Özersay’ın sosyal medya ortamında paylaştığı yazının tam metni şöyle:

“Meclis aracılığıyla değil Halk tarafından doğrudan seçilen KKTC Cumhurbaşkanı’nı bugüne değin sadece Kıbrıs müzakerelerini yürüten bir toplum lideri olarak algıladık, bu konuda kararımızı verirken hep Kıbrıs sorununa dayalı tartışmaları, vizyonları esas aldık.

Kuşkusuz Cumhurbaşkanı’nın en önemli misyonu Kıbrıs sorunu bağlamında Halkın hak ve menfaatlerini savunmak ve mümkün olması durumunda bu hak ve menfaatleri kapsamlı bir çözüm antlaşmasının parçası yapmaktır. Ancak hepimiz çok iyi biliyoruz ki kapsamlı bir çözümün bulunabilmesi için sadece bizim irademiz yeterli değildir. Birden fazla iradeye ihtiyaç vardır ve zaten bu nedenle çözüm müzakereleri 46 yıldır, sonuç almayı en fazla istediğimiz dönemlerde dahi sonuç üretemeyebilmiştir.

 Oysa toplum olarak, kapsamlı çözüm bulma yönündeki olumlu, pozitif irademizi ve aktif diplomatik girişimlerimizi sürdürürken, bunlara paralel olarak kendi irademizle bu ülkede yaşam koşullarımızı daha iyi kılacak, hukukun üstünlüğü ilkesini hayata geçirecek, bugün var olan kurumları uluslararası hukuka uyumlu hale getirecek ve en basit ifadeyle bu kurumları vatandaşa gerçekten hizmet üretir hale dönüştürecek bazı adımları hayata geçirebiliriz. Üstelik bunun gerçekleşmesinde Cumhurbaşkanı’nın da çok önemli bir rolü söz konusu olabilir.

 KKTC Anayasası, “devletin başı” olarak Yürütme altında düzenlediği Cumhurbaşkanı’na, ülkenin iç meseleleri konusunda oldukça geniş yetkiler vermektedir. Bunların bir kısmının gerçek anlamda tarafsız olan, belirli bir parti ile kurumsal ya da duygusal bağı bulunmayan bir Cumhurbaşkanı tarafından kullanılması durumunda ülkede siyasette yaşanan başıbozukluğun, yozlaşmanın ve hukuksuzluğun kayda değer şekilde engellenmesi mümkündür.

Anayasamıza göre Cumhurbaşkanı yasama organı olan Cumhuriyet Meclisi’ni dilediği konuda olağanüstü toplantıya çağırabilir. Oysa bugüne değin bu türden toplantılar hep “Kıbrıs müzakereleri konusunda gelinen aşamaya dair bilgilendirme” için yapıldı. Cumhurbaşkanlarının, örneğin artık bir kanayan yara halini almış olan üçlü kararname ve sayısız müşavir yaratılması konusunda, bunun değiştirilmesi ve bir türlü hayata geçirilmeyen kamu reformunun bir an önce hayata geçirilmesi için inisiyatif aldığını gördük mü? Gerek kamuda partizanlık yapılmasına neden olan düzenlemelerin değiştirilmesi, gerekse kamunun verimli çalışarak vatandaşı memnun edecek hizmet sağlaması, bu toplumun kendi kendini yöneteceği kurumlarına olan bağlılığı açısından yaşamsal değil midir? Bu konularda artık bir adım atılmazsa bu devlete olan bağlılık daha bir yok olmayacak mıdır? E o zaman Cumhurbaşkanı’nın Cumhuriyet Meclisi’ni kamu reformu ve üçlü kararname-müşavir sorunu konusunda olağanüstü toplantıya çağırması, sistemde bu açıdan yaşanan tıkanıklığı günlerce kamuoyunun gündeminde tutarak bir baskı oluşturması ve bu yolla yasama organını harekete geçmeye zorlaması mümkün değil midir? Pek tabi mümkündür. Üstelik bu süre zarfında üçlü kararname konusundaki imza yetkisini, yanlış olduğunu artık herkesin kabul ettiği bu sistemin değiştirilmesini teşvik için kullanması da düşünülebilir. Kaldı ki Cumhurbaşkanının kamu reformu yapılana değin, işin ehli olmayan, konu ile ilgisi alakası olmayan kişileri müsteşar yahut müdür olarak atamaya kalkacak hükümete geçit vermemesi de son derece güçlü bir araç niteliğindedir. Ancak bunu yapabilecek olan, gerçek anlamda tarafsız, belirli bir siyasi parti ile kurumsal ya da duygusal bağı olmayan bir Cumhurbaşkanıdır.

Öte yandan devletin başı olarak tanımlanan Cumhurbaşkanı’nın Kıbrıslı Türklerin giderek sağlık sistemimizden umudunu yitirmesi nedeniyle Rum tarafından hizmet almasından ciddi şekilde rahatsız olması gerekmez mi? Bu konuda birşey yapması gerekmez mi? Anayasaya göre, oy hakkı olmasa da Bakanlar Kurulu’na başkanlık eden bir Cumhurbaşkanı konuyu Kurul gündemine taşıyıp, toplantı ertesinde basına bu konuda yapacağı açıklama ile Hükümeti sağlık alanında adım atmaya zorlayamaz mı? Bunu kamuoyunun da desteğini alarak yapamaz mı? Elbet de yapabilir, ama bugüne değin bunu kendine dert edinen oldu mu? Benzer şekilde, bazı ihalelerde yolsuzluk yapıldığına ilişkin kamuoyunda oluşan rahatsızlığı ya da vergi affı konusunda şikayetleri doğrudan Halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı’nın Bakanlar Kurulu’nun gündemine taşıdığını hiç duyduk mu? Cumhurbaşkanı’nın Bakanlar Kurulu toplantısından çıkıp “İlgili Bakandan bunu araştırmasını rica ettim, ben devletin başı olarak bunun takibini yapacağım” demesi durumunda siyaseti olumlu anlamda sarsmaz mı? Bir türlü sonuç alınamayan konularda somut sonuç alınmasını zorlamış olmaz mı? Tabi ki olur ve tüm bunlar Anayasamıza göre mümkündür.

Bugün Kıbrıs sorununun yakın geleceğinde yaşamsal bir etkiye sahip olacak olan Türkiye’den su getirilmesi konusunda Cumhurbaşkanı’nın çok evvelden Meclis’i olağanüstü toplantıya çağırıp bu konuyu tartıştırması, bunun ne şekilde yapılacağını, suyun dağıtımında kimin hangi rolü oynayacağını ve dağıtım hatlarının nerelerden geçirileceğini ve ne tür kullanıma öncelik verileceğini Meclis’in bir toplumsal konsensüs oluşturacak şekilde ele almasını sağlamış olsaydı fena mı olurdu? Elbette çok iyi olurdu.

Cumhurbaşkanı’nın Yüksek Adliye Kurulu tarafından kendisine her yıl verilen ve yargıdaki aksaklıkların ele alındığı raporlara dayalı olarak gerek yasama organı olan Meclis’i, gerekse yürütme organı olan Bakanlar Kurulu’nu bu konuda gecikmeksizin adım atmaya zorlaması mümkün değil mi? Meclis’i olağanüstü toplantıya çağırıp, Halkın sisteme olan güveninin bütünen sarsılmasına neden olan yargıdaki bazı tıkanıklıkların acilen yasal bazı düzenlemelerle çözümlenmesini zorlayamaz mı? Elbet de yapabilir.

 Tüm bunları söylerken, yasaların yayımlanmasının uygun bulunmasındaki imza yetkisini, bir daha görüşülmek üzere Meclis’e geri gönderme yetkisini, Anayasaya uygunluk bağlamında sahip olduğu yetkiyi, yasaların verdiği yetkiye dayalı olarak farklı makamlara yaptığı atamaları bir kenara not ediyorum. Kaldı ki, uluslararası hukukta yerleşmiş olan teamüller çerçevesinde uluslararası antlaşmaları müzakere etme ve benzeri konulardaki yetkilerini de akılda tutmak gerektiğini vurgulamak istiyorum.

Yani aslında Anayasamıza göre iç meseleler konusunda ciddi inisiyatifler alarak yürütmenin diğer kanadı olan Hükümeti denetleyebilecek, yasama organını da Anayasa ve yasaların çizdiği sınırlar dahilinde bazı adımları atmaya zorlayabilecek bir makamdır Cumhurbaşkanlığı. Eğer gerçek anlamda tarafsız bir Cumhurbaşkanından bahsediyorsak tabi...”