Özge Kizir

Doğu Akdeniz Üniversitesi Uluslararası İlişikler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Sözen, Haberal Kıbrıslı gazetesine Kıbrıs sorunu ve müzakere sürecini değerlendirdi. “Güven eksikliği en önemli sorunumuzdur” diyen Sözen, bir anlaşmaya varılsa bile, var olan güven uçurumundan dolayı varılacak çözümün yaşayamaması olasılığı da bulunduğunu belirtti.

Seçim dönemi değerlendirilmeli

Güney Kıbrıs’taki seçimlere kadar dönemin iyi değerlendirilmesi gerektiğini kaydeden Sözen, “İki tarafın özlü konularda müzakere etmeyeceği bir döneme giriyorsak da bu dönemin iyi değerlendirilmesi lazım. Rum tarafındaki başkanlık seçimlerinden sonra belki tekrar bir süreç başlayacaksa oraya kadarki dönemi çok iyi değerlendirmek gerekiyor” dedi.

“Kıbrıs’ta esas problemin iki toplum arasındaki güven uçurumu olduğunu gösteriyor”

İki toplum ve siyasi elitleri arasında güven uçurumu olduğunu vurgulayan Sözen, “Aslında bugün yaşanan krizin üç boyutu vardır. İlk olarak birbirimize güvenmediğimizi ve Kıbrıs’ta esas problemin iki toplum arasındaki güven uçurumu olduğunu gösteriyor. Bu uçurum iki toplumun siyasi elitleri arasında da mevcut. İkinci olarak, iki toplumun, gerek sokaktaki insan gerekse siyasi elitler düzeyinde diğer toplumu ne kadar az tanıdığını gösteriyor. Üçüncüsü ise, doğrudan iletişimin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor” şeklinde konuştu.

“’Masadan önce kim kalktı’ tartışması vakit kaybı”

İki liderin medya üzerinden konuşmasının tehlikeli olduğunu kaydeden Sözen, sözlerine şöyle devam etti: 

“Öncelikle iki liderin doğrudan değil de medya üzerinden birbirine konuşmasının çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum. İki tarafın medyasında bu durum çok rahat çarpıtılabilir ki bugün bunu görüyoruz. Örneğin, ‘masadan kim kalktı’, ‘o mu kalktı’ gibi hala iki tarafın kafalarında konu netleşmemiştir. Yani bir taraf ‘masayı o taraf terk etti’, diğer taraf ise ‘o taraf terk etti’ diyor. Yani bu bile gerçek anlamda ortaya çıkmıyor. Ve maalesef, çözüm ve barış odağımızı bundan dolayı kaybedip vaktimizi masadan kimin ilk önce kalktığını tartışmakla geçiriyoruz! Son yaşadığımız olay aslında bize 3 tane mesaj verdi: doğrudan iletişimin önemi, siyasi elitlerin birbirini tanımadığı ve iki toplum arasındaki güven bunalımıdır.  

“Liderlerin görüşmesi yeterli değil. Güven yaratıcı önlemler alınmalı”

Güven eksikliği en önemli sorunumuzdur. Bundan dolayı yıllardır şunu söylüyorum. Liderler seviyesindeki müzakereler önemli, ama tek başına yeterli değildir. Bu sürecin, dar anlamda müzakere süreci değil de daha geniş anlamıyla barış süreci şeklinde ele alınıp, bu barış sürecinin tekrardan doğru dizayn edilmesi gerekiyor. Bu barış sürecinin elbette bir ayağı liderler seviyesindeki müzakereler olacaktır. Diğer ayağı ise özlü müzakereler sürecine paralel bir şekilde bir dizi güven yaratıcı önlemin hayata geçirilmesi olmalıdır. 

“İkinci ayak eksik olunca müzakereler kırılgan oluyor”

Bu güven yaratıcı önlemlerle desteklenen müzakere süreci, hem iki toplumu bir federasyona hazırlamak için, hem de iki toplum arasındaki bu güven uçurumunu ortadan kaldırmak için önemlidir. İşte bu paralel ikinci ayağın eksik olmasından dolayı liderler seviyesindeki müzakereler tek başına yeterli olamamakta ve tek başına çok kırılgan kalmaktadır. 

Dolayısıyla, liderler seviyesindeki müzakereler bir kriz yaşadığı zaman destekleyici paralel bir süreç olmadığı için de hemen kırılabiliyor. Liderler seviyesindeki müzakereler kalıplaşmış diplomatik yapılarda cereyan ettiği için müzakereciler esnek davranamıyor. Esnek olamadığınız zamanlar da bazı sorunları çözemezsiniz. Çözemediğiniz zaman da bir kriz çıkar ve kırılgan olan süreci berhava eder. Bugün bunu yaşıyoruz ve Kıbrıs müzakere kronolojisine baktığınız zaman bunun yeni bir şey olmadığını, defalarca benzer krizler yaşandığını görüyorsunuz.”

“Enosis’in Türkler üzerindeki travması büyük. Rum siyasi elitler bile bunun farkında değil”

ENOSİS konusunda açıklamada bulunan Sözen, “Siyasi elitler olarak Rumlar bizi yeterince tanımıyor. ENOSİS’e kelime olarak baktığımızda çok nötr bir kelimedir. Fakat Kıbrıs’ta ENOSİS’in arka planına, bunun üzerine yüklenen anlamına bakıldığı zaman, Yunanistan ile Kıbrıs’ın birleşmesi ülküsüne gittiğini görürsünüz. Özellikle de 1960’lardan itibaren ENOSİS hayalleri ve bu hayalleri gerçekleştirmek için şiddetin kullanılması ile girdiği farklı boyut, bunun Kıbrıs Türk toplumu üzerindeki travması çok önemlidir. Kıbrıs Rum tarafında sokaktaki birçok kişi, hadi onları geçtim, siyasi elitler dahi bu etkinin farkında değiller” ifadesini kullandı.

“1974 öncesi Türklerin Enosis bağlantılı, 1974 sonrası Rumların yaşadığı travmalar yeterince anlatılmıyor”

1974 öncesini Kıbrıs Rum tarafının okullarda okutulan tarih kitaplarında büyük oranda es geçildiğini ifade eden Sözen, “’Türkler isyancıdırlar veya asidirler ve 1960 Cumhuriyeti’ni terk ettiler’ vs. gibi çok kısa bir şekilde geçiştiriyorlar. Fakat Kıbrıs Türk toplumunun ENOSİS bağlantılı şiddetle yaşadığı travmalar hiçbir zaman yeterince anlatılmıyor. Bu büyük bir eksikliktir. O zaman da yeni nesil bunlardan bihaber olarak yetişiyorlar. Benzer bir şekilde Rumların 1974’ten beri yaşadığı travmalar Kıbrıs Türk toplumunda çok fazla anlatılmıyor” dedi.

“Süreç, sokaktaki insanı pozitif etkileyecek güven yaratıcı önlemlerle desteklenmelidir”

Sözen, sözlerini şöyle sonlandırdı: 

“İki lider bir şekilde bir anlaşma metni üzerinde anlaşsa, bu referandumdan da geçse bile, var olan güven uçurumundan dolayı varılacak çözümün yaşayamaması gibi de bir olasılık vardır. Ancak, böyle bir olasılık var diye ‘böyle yapmayalım’ anlamında söylemiyorum. Söylediğim şu: “Barış sürecinin sadece liderler seviyesinde müzakerelerle kalmasının yeterli olmadığını söylüyorum. Liderler seviyesindeki müzakereler elbette çok önemlidir, bunun altını çiziyorum. Fakat tek başına yeterli değildir. Bu sürecin ciddi şekilde daha katılımcı bir barış süreçle desteklenmesi gerekir. Bu barış süreci içerisinde daha çok paydaşın katkıları olması gerekir. Sokaktaki insanın işbirliğine dayalı federal çözüme hazırlanması için gerçek anlamda günlük yaşamlarını pozitif etkileyecek güven yaratıcı önlemlerle bu süreç desteklenmelidir.”