“Derhal Ulusal Su Politikası oluşturulmalı.”

“Özerk Su Birimi ile TC’den gelen suyu yönetebiliriz.”

“Gerek tarım amaçlı, gerek kullanım amaçlı su halka makul fiyatlarla ulaştırılmalı.”

“Suyu 5 ilçeye ayırarak depodan sonraki kısmını belediyeler eliyle yönetirseniz kendi yatırımcınıza yeni iş olanakları yaratır. Tarımsal üretime zenginlik katarsınız”

Çok uzun yıllar hayal gibi görünen Türkiye’den Kıbrıs’a deniz altından borularla su taşınması ete kemiğe bürünürken gelecek suyu kimin ya da kimlerin yöneteceği toplumda tartışma konusu olmaya devam ediyor.

Çevre ve Doğal Kaynaklar Bakanı Hamit Bakırcı’nın  kendi insanının yetkinliğine güvenmeyerek, elinde somut veriler olmadan “bu suyu biz yönetemeyiz ” yaklaşımına toplumun birçok kesimlerinden tepkiler gelmeye devam ederken, Bakanla birlikte çalışan ve görevi kendi isteğiyle devreden eski müsteşar Hakan Oran’dan çarpıcı açıklamalar geldi. Haberal Kıbrıslı’nın TC’den gelecek su ile ilgili sorularını yanıtlayan Oran, Bakan Bakırcı’nın suyun bizim tarafımızdan yönetilemeyeceğindeki ısrarlı yaklaşımının yanlış olduğunu, bugüne kadar birçok şeyi yoktan var eden Kıbrıs Türkü’nün, Türkiye’den gelecek suyu da akıl ve mantık çerçevesinde pek ala yönetebileceğini söyledi. Suyun depodan sonraki kısmını mutlak surette belediyeler eliyle yönetmek gerektiğine, bunun da ilk etapta en az 5 ilçeye bölünerek ihale yoluyla yapılabileceğine işaret eden Oran, kullanım için olan suyun bugün kullanırken ödenen limitlere (tonu 3 – 4 TL); tarımsal amaçlı olanının da 0.5 TL tonu olarak aktarılabileceğini, böylelikle ada halkının bir yandan yaşam kalitesinin, diğer yandan tarımsal üretim gücünün artırılarak, bir anlamda çözüme hizmet de edilebileceğine vurgu yaptı.

“Hiç vakit geçirmeden bugüne kadar yapılmayan, siyasete adeta kurban ettiğimiz su için ‘Ulusal Su Politikası’ oluşturulmalı. Bu çerçevede yasa ile özerklik kazandırılacak ‘Su Birimi’ ile su pek ala bizim tarafımızdan yönetilebilir” diyen Hakan Oran, su konusunda AB kriterleri bahane edilerek yönetimin elden alınmak istenebileceğine de dikkat çekti.

İşte Hakan Oran tarafından Haberal Kıbrıslı’ya aktarılan su ile ilgili titiz bir araştırmanın ürünü çarpıcı görüş – düşünce ve öneriler:

Su yönetimi nedir? Suyun yönetimi ile ilgili neler yapılmalı? Bugüne kadar KKTC’de buna yönelik adım neden atılmadı?

“Su yönetimi var olan suyun daha etkin, verimli ve çevreci bir anlayışla kullanılması demektir. Avrupa Birliği’nin yayınladığı verilerde günlük yaşamda yediklerimizin ve içtiklerimizin üretiminde harcanan suyun çok büyük rakamlarda olduğunu göstermektedir. Mesela bir tişört için 2 bin 495 lt, bir kap kahve için 132 litre, bir sayfa kağıt için 13 litre, bir hamburger için 2bin 393 lt, bir ayakkabı için 8 bin 547 lt su harcanıyor. Dünya nüfusunun yüzde 40'ı su sıkıntısı çekmekte. Avrupa'da kişi başına günde 160 litre su tüketilirken, bu oran Somali'de 5-10 litre ve bu suya ulaşmak için kilometrelerce yol katedilmek zorunda. 1 litre atık su, 8 litre temiz suyu kirletmekte. 10 dakikalık bir duş ile 132 litre su harcanmakta. Suyu kapamadan diş fırçalamak 15 litre su harcatmakta. Belediyeler genellikle altyapıdaki kaçaklara bağlı olarak su arzının yüzde 50’sini kaybediyor. Küresel tarım her yıl kullandığı 2 bin 500 trilyon litre suyun yüzde 60’ını israf ediyor. Ülkemizde de durum bunlardan  çok farklı değil. Tüm bunlar ortada iken suyun  yönetiminin oluşturulması için Türkiye’den suyun gelmesini mi beklemek lazımdı. Ama  bekledik.

“Günü birlik politikalara kurban ettik…”

Bugüne kadar KKTC’de su yok muydu? Yağmur suyu atık sular yok muydu? KKTC’ de var olan  su kaynaklarının yönetimi çoktan ele alınabilir ve bugün karşı karşıya kaldığımız su kıtlığı, tuzlanma ile ilgili sorunlara önlem alınabilir, daha rantabıl kullanılması sağlanamaz mıydı? Tabii ki yapılabilirdi. Fakat biz ne yaptık? Su kuyuları açtık, izinleri istismar ettik. Siyasi rant malzemesi yaptık. Baraj sularının kullanımını yönetemedik. Yeraltı su kaynaklarımızı günü birlik politikalara kurban ettik.

“Siyasi menfaatler”

Yeraltından çekim hiçbir kurala bağlı olmadan gelişgüzel yapıldı.Yağmur suları denizlere aktı.Yeraltında olan su depomuz hiç bitmeyecekmiş gibi kullandık. Arabalarımızı su hortumu ile yıkadık, içme suyu ile bahçe suladık. Kaçakları kontrol etmek için çaba göstermedik, günlerce boşa akan sularla suyu hoyratça kullandık. Tüm bunlar otorite tarafından kontrol edilebilir miydi. Evet. Peki niçin yapmadı? Siyasi menfaatler..Tüm bunlar, siyasi menfaatlerimizi çevrenin menfaatlerinin önünde tutmamamızın sonucu. Tabii bunlar için yasa yapmak yetmiyor. Günün sonunda bu yasaların uygulamada yer bulması da önemli.
Bu da çevrenin menfaatlerini siyasi menfaatlerin önünde tutmayı sağlayacak bir sistemle mümkün.Yani siyaset üzeri özerk bir yapı. Bu yapı kurulamaz mı? Su gibi hayati bir unsur için çoktan kurulması gerekirdi.

Yasayı takan yok!

Bakınız Çevre Yasamızda yasakları, cezaları ile 87 sayfa  ve gerçekten uygularsanız çevre ve doğal kaynaklarımız için havamız ve sularımızla ilgili bugün yaşadığımız birçok olumsuzluğu giderebilirsiniz.
Ama bakın çevre yasasında “havayı kirleteni, faaliyetten men et” diyor, ama AKSA hala havayı kirletmeye devam ediyor. Taşocakları, CMC, çöp alanları, kirlenen sularımız orada duruyor. Yasaların uygulamada vatandaş ve çevre lehine hayat bulması önemli, yoksa yapılan Su Yasası da yazılı bir materyal olmaktan ve kimlerin bunu yöneteceğini anlatmasından öteye gitmeyecektir.

“Kontorlün KKTC Hükümetine verileceğini sanmıyorum”

Türkiye’den gelecek olan suyun idaresi ile ilgili henüz ülkemizde  bir karar verilmiş olmamasının nedeni nedir?

Su stratejik bir konu ve bir güç. Doğu Akdeniz’de Kıbrıs, Filistin, Ürdün, İsrail gelecekte çok büyük su sıkıntıları yaşayacak ülkeler. Bu stratejik havzada Türkiye KKTC’ye su götürme projeleri ile Doğu Akdeniz’de hidropolitik ve stratejik menfaatler geliştirmeyi hedeflemektedir. Bunun çalışmalarınada Türkiye 1990 yılında Doğu Akdeniz ve Manavgat Çayı Su Temin Projesi olarak başlamıştır. Bu açıdan bu proje kapsamında kurulan tesislerin ulusal bir su politikası düşünülerek işletilmesi önemli görülmüştür. Bu gücün Türkiye ayağını Türkiye Cumhuriyeti kontrol ederken, Kıbrıs ayağını  sizce kim kontrol etmek isteyecektir? Bu kontrol KKTC hükümetlerine verilecek mi? Sanmıyorum.

Bir de Türkiye’nin AB ile ilişkileri var tabii. Bu anlamda da AB’ye üyelikle ilgili direktifler de Türkiye için önemli ve bu direktiflere Türkiye’nin uyma zorunluluğu var. Türkiye’nin, AB Su Çerçeve Direktifine uyması, üyelik sürecinin devamı açısından son derece önemlidir.

AB Parlamentosu’nda Ekim 2000’de kabul edilen SÇD (Su Çerçeve Direktifi) ile Avrupa ülkeleri ortak su politikası şu kabul ve kararlarla şekillenmiştir:

• Su sınırlı ve kıt bir kaynaktır. Bu çerçevede ekonomik bir kaynak/meta olarak kabul edilmelidir. 

• Suyla ilgili çevresel sorunlar, ancak suyun bir meta olması ve etkin/verimli bir biçimde kullanılmasıyla çözülebilir. Su bu çerçevede ücretlendirilmeli ve “kullanan, kirleten öder” prensibi uygulanmalıdır. 
AB’ye uyum sürecinde yeniden yapılanmayla ilgili olarak kamunun hüküm ve tasarrufu altında olan su kaynakları ve su hizmetlerinin yönetiminde yeni kurumların, şirketlerin devreye girmesi önerilerek; kamunun bu alanlardan çekilmesi ile de özelleştirilmeye gidilmesi  amaçlanmaktadır.”

Küresel bir çözüm gibi düşünülen ve AB’nin de su direktifinde yer alan bu yöntemin Türkiye’nin de bizden gelecek olan su ile ilgili olarak bunu isteyeceği açıktır.

Dünyadaki su sorununa  küresel bir çözüm olarak sunulan özelleştirme uygulamalarının geçerliliği tartışılmaya devam ederken, siz buna “emperyalist-kapitalist sistemin bir saldırısı” deyip karşı mı duracaksınız? Yoksa yeni bir yöntem bulup bunu AB ve Türkiye’ye kabul mü ettireceksiniz? 

Türkiye’den KKTC’ye gelecek olan suyun idaresi nasıl olmalı?

Son günlerde basında çıkan açıklamalardan Türkiye’den gelecek olan suyun yönetimi konusunda hala belirsizlikler olduğu ve konudan sorumlu Çevre Bakanının sorunun çözümünü Başbakan ve Başbakan Yardımcısına havale ettiğini görmekteyiz.
Türkiye’den gelecek olan suyun yönetimi konusunda 3 yöntem olduğunu, bunlardan biri olan tümünün özelleştirilmesinin, yani yap-işlet-devretin en doğrusu olacağı söylemi ilgili bakan tarafından seslendiriliyor ve KKTC’de bunu yapacak evsafta iş insanına sahip olunmadığını, dolayısıyla bu iş için Türkiye’den getirilebilecek özel şirketleri işaret ediyor. “Biz bu işi yapamayız” demek yanlış bir yaklaşımdır. Halbuki bunun AB’nin Türkiye’den istediği su direktifleri olduğunu, bunun da bizden isteneceğini toplumla paylaşması daha doğru, daha samimi olurdu. Bir kere tümünün özel bir şirkete verilmesi tekel yaratma ve böyle bir gücü tek bir şirketin insiyatifine terk etme, birçok riski de beraberinde getirir.

Bundan dolayı da eğer AB direktiflerine uygun hareket edecek ve  ille de özelleştirme yapacaksanız, bunu Kıbrıs Türk insanına maksimum fayda getirmesini sağlayacak bir yöntemle yapmalı ve  işi daha küçük ölçeklere, mesela  5 ilçeye ayırarak, ayrı ayrı ihale etmek ve bu işi yapabilecek birden fazla şirkete, yalnızca depodan sonraki, yani bugün belediyelerin kontrolünde olan kısmını  ihale ile verebilirsiniz. Bunu da belediyeler eliyle yapar, Kıbrıs özel sektörüne iş imkanı sağlarken, yerel yönetimlerin de bundan oldukça hatırı sayılır bir gelir elde etmesini sağlar, bunu da istihdam ve yatırım olarak kullanabilmelerinin önünü açarsınız. Böylelikle yarı devlet, yarı özel bir  işbriliği yaratırsınız.

Yap-işlet-devret modelini uyguladığınız zaman ve 20 -25 yıl sonra devlete dönecek bir model düşündüğünüzde, bugünkü siyasi anlayışla sistem içinde olumsuzluklar yaratmaya devam eder. Bundan dolayı da yap-işlet-devret değil, yap-işlet-tekrar ihale et düşünülmeldir.

Su tesisinden depolara olan kısmı ise devletin ulusal su politikası çerçevesinde oluşturulan siyaset üstü özel ve özerk bir biriminin  kontrolünde olur. Bu kısmını yönetecek insanımızı da vardır.

Bu yöntemle hem “bu büyük işi yapamaz” dediğiniz KKTC  iş insanlarına da işi yapabilecekleri büyüklüğe getirerek şans verirsiniz, hem de ülkede aynı işi yapan birbirinin alternatifi olan birden çok firma yaratarak tekelleşmenin önüne geçer, kamu menfaatiene de uygun davranırsınız. Bu yöntemde hizmet, yüklenici ile tüketici arasında karşılıklı taahhütleri içeren bir yöntem olmalı .Mesela bir örnek vermem gerekiyorsa, 3 günden fazla su sağlayamadığı takdirde yüklenicinin tüketiciye tazminat ödeyeceği bir anlaşmaya dayanmalı. Devlette kontrol mekanizmasını üstlenmeli ve vatandaşını koruyucu önlemeleri almalıdır.

Yoksa “bizde bu işi yapabilecek yeterli eleman yok. Devlet de bu işi yapamaz” diyerek işin içinden sıyrılmak, Kıbrıs Türk insanına yapılan büyük bir haksızlık olur düşüncesindeyim.

KKTC’de yağmur suyu, atık sular ve diğer boşa giden sularımızla ilgili bir alt yapı veya bunlardan fayda sağlanmasına yönelik durum nedir?

Bir kere kanalizasyon ağına bağlanmamış, özellikle kırsalda birçok yerleşim yeri mevcut. Bağlananlar ise doğru dürüst işletilmiyor. Kaldı ki coğrafik konumudan dolayı ana kanalizasyon hattına bağlanması kâr-zarar durumu düşünüldüğünde maliyetli olan yerler için, özellikle de kalabalık nüfusa hizmet eden yerler için, bölgesel atık su arıtma üniteleri wet Landlar düşünülmelidir. Bir de yetersiz yağmur suyu drenaj kanalları olsa da, bunları depolayacak depolama tesisi yok. Bu işler yukarıda tanımladığım gibi belli sürece dağıtılarak, her ilçe için ayrı ayrı ihaleye çıkılmış ve işi almış olan firmaların yükümlülüğüne verilerek, belli bir iş programına göre gerçekleştirmeleri istenebilir. Kentsel su yönetimiyle tarımı doğru bir şekilde bir araya getiren ve uygulanabilirlik sağlayan konseptler oluşturulmalı, atıkların koordineli bir şekilde işletilmesi, suyun tekrar kullanımı, kent çevresinde tarım ve atıklar için enerji konularında işbirlikli bir plan oluşturulmalı; Sürdürülebilir su, sanitasyon, sağlık ve gıda güvenliğine ulaşım için milli ve yerel görev ve sorumluluklar net olarak belirlenip sektörler arası işbirliği sağlanmalıdır.

Neden su motorlarının elektrik ücretlerini ödemiyorlar. Bu konuda neler yapılması lazım.

Bir kere su kuyularının kime ait olduğu netlik kazanmalı. Ondan sonra da belediyeler bu kuyulardan su alacaksa, su kuyularının sahibine karşı sorumlu olmalı. Su Dairesi ise Su Dairesi, Kaymakamlık ise Kaymakamlık, elektrik kurumu bana göre bu yerlere enerji sağlayan, yani hizmet veren kurum olarak bu işin son ayağı.

Yani kuyuların sahipleri önemli. Kuyunun sahibi suyu satacaksa, alıcıdan bunun parasını tahsil etmeli.Bunun üzerine enerji v.s masraflarını da koyarak almalı. Parasını alamıyorsa da vermemeli. Ama önce bununla ilgili yasal düzenleme yapılmalı. Çünkü içinde bulunduğumuz belirsizlik ve siyasi sistem bu konuda çözüm üretmeyi zorlaştırıyor.

Belediyeler ile Su Dairesi arasında itilaflara neden olan su kuyularının elektrik ücretleri için hükümet nasıl bir önlem alabilir?

Öncelikle yetki karmaşası ortadan kaldırılmalı ve kuyuların kime ait olduğu ortaya konmalıdır. Bir kere doğru yöntem yasaya göre de yerlaltı kaynakları devlet malı olduğuna göre bu kuyuların, devletin kontrolünde bir devlet kurumuna ait olması. Bu aşamada devletin ilgili bakanlığına bağlı Su Dairesine ait olması gerekiyor. Su Dairesi de suyu satıyorsa, bedelini tüketiciden, yani belediye ise belediyeden veya başka biri ise ondan tahsil etmeli, edemiyorsa da devletten yardım alarak devletin belediyelere yapmış olduğu katkıdan tahsil edilmesini sağlamalı. Aslında bu mekanizma var. Ama bizim siyasi sitemimizde, aynı partiye mensup iki kurumun yöneticisi taraf arasında bu ne derece uygulamada hayat bulur, şüpheli.

Bundan dolayı bu aşamada  enerjiyi sağlayanın özerkliği önemli. Enerjiyi veren, bedeli ödenmediği zaman enerjiyi kesecek iradeye ve özerkliğe sahip olmalı.

Su İşleri Dairesi, Türkiye’den gelecek olan suyun idaresini yapabilecek düzeyde mi?

“Yeterli teknik eleman yok” söylemi kabul görecek bir savunma değil. 75 milyon m3 su gelecek ama bunun depolara kadar idamesini sağlayacak kadro yok. Peki bugün KKTC insanına içme ve kullanma suyu sağlayan, 16 milyon m3 toplam hacme sahip 33 gölet ve sulak alanının kontrolünü yapan bu su kaynaklarının dağıtım ve kontrolünü kim yapıyor? Su Dairesi bu ülkede büyük işler başardı ve bunu Kıbrıs Türk insanı ile yaptı. Açıklamaların aksine bizim bunları yapacak kalifiyede insanımız olduğuna inanıyorum. Eksik kısımlar var ise de böyle bir iş için tamamlanır.Yoksa ilgili Çevre Bakanının “adada bu işi yapacak makine, çevre, hidrojeoloji  11 adet mühendisimiz yok” söylemi, hem inandırıcı değil, hem de bu ülke insanına yapılan büyük bir haksızlık olduğu inancındayım.

Su ada halkına kaça satılacak? Kaça satılmalı? Bu konuda bilgi ve düşünceleriniz?

Fizibilite raporunda projenin gerçekleşmesi ile halen yer altı ve yüzeysel su kaynaklarının kısıtlı olması sebebiyle su sıkıntısı çekilen KKTC’ye “içme kullanma ve sulama suyu temin edilerek 50 yıllık bir perspektifte içme  kullanma suyu ihtiyacı karşılanacak ve sağlanacak sulu tarım ile tarımsal gelir sağlanacaktır” deniyor. Fiyat düşünülmeden fizibilite yapamazsınız. “Sulu tarım yapılacak ve bundan da gelir sağlanacak” deyipt de fizibilite çalışması içine düşünülen fiyatı koymaz olamazsınız. Bunlar için bir fiyat belirlenmiştir.
Eğer tüm bunları düşünmeden fizibilite çalışması yapmışsanız, düşünülen KKTC değildir ve KKTC su için, suyun geçiş noktası olmaktan öteye gitmez. Bundan dolayı da belirlenecek fiyat çokta önemli olmaz.
Bu suyun Kıbrıs Türk insanına maksimum fayda sağlaması isteniyorsa, tarım için su  fiyatı  0.5TL/m3 civarı olmalıdır. Zaten piyasa incelendiğinde ve üretici ile konuşulduğunda, böyle olması durumunda ancak üretimin rantabıl olabileceği ve üretilen malın dış pazar bulabileceği söyleniyor.

“Makamı sorgulatır”

Kullanma ve içme suyu olarak ise diyebileceğim, bugün hazır sulara dünya kadar para veriyoruz. En azından aylık içme suyu ve kullanma suyu  için ödediğimiz rakamın altında veya ona eşit bir rakam olması  gerekir. Buda 3-4 TL /M3 gibi görünüyor.
Kamuoyunu yakından ilgilendiren konuların kamuoyu ile zamanında paylaşılması, vatandaşın gücünü de arkanıza almanız, hatta ve hatta “sorunu çözemedik suyu nasıl yöneteceğiz?” sorularına bile cevap bulmanız açısından önemli. “Suyu biz yönetemeyiz” demek bunun yönetimi için bulunulan makamı sorgulatır.

Bolivya ve Güney Afrika örneği

Tüm dünyada olduğu gibi KKTC ’de de su kaynaklarının etkin ve sürdürülebilir yönetimi için, “Ulusal Su Politikası” ve bu politikayı yürütecek özel ve özerk bir birim oluşturulmalıdır.

Umarım önümüzdeki süreçte su hizmetlerinin özelleştirilmesi ile ilgili Bolivya ve Güney Afrika deneyimleri de unutulmadan yukarıda değindiklerim ışığında projeler hayat bulur .