Kıbrıs kökenli olan ve kaleme aldığı yazılarla ses getiren T24 yazarlarından Metin Münir, bugünkü köşesinde KKTC ile TC arasında Başbakan Ömer Kalyoncu ile TC Başbakanı Ahmet Davutoğlu'nun imza koyduğu su anlaşmasını kaleme alırken, yazasındaki iddiaları çok tartışma yaracağına benziyor.

Öyle ki Münir yazısının bir kısmında şöyle diyor: "İşletmecinin sadece Türkiye’den gelen suda değil adanın yer altı ve yer üstü kaynaklarında, yani kuyular ve yağmur suyu toplayan göletlerde de imtiyaz sahibi olması öngörülüyor.

Türkiye ile KKTC arasında imzalanan su anlaşmasının birinci amacı su imtiyazına sahip olan şirketi korumak ve kâr etmesini garanti etmektir. 

Ankara’nın Kıbrıslı Türklere empoze ettiği anlaşma baştan sona suyun dağıtımın yapacak olan şirketin çıkarlarını korumak için dizayn edildi."

Ayrıca Münir, Perşembe günü de 'KKTC’ye denizden gelen ikinci bir tekel: Elektrik' başlıklı bir yazı yayınlayacağını okuyucularına duyurdu.

İşte Metin Münir'in o yazısı:

"KKTC’nin su sorununu çözmek iddiasıyla denizden adaya boru döşeyen hükümet, su dağıtımını özel sektöre devredip bir tekel yaratıyor.

Her iki ülke meclisinin gündeminde bulunan  “TC Hükümeti ile KKTC Hükümeti arasında su temini ve yönetimine ilişkin Anlaşma” yasalaşırsa Kıbrıs dünyada su dağıtımının özel sektör tekeli olduğu ilk ülke olacak.

Suyun halka ve şirketlere özel sektör şirketleri eliyle dağıtıldığı başka ülkeler var. Ama bunların hiç birinde su tek bir özel şirketin tekelinde değildir.

Örneğin, İngiltere’de su ve kanalizasyon hizmetleri 1989’da özelleştirildi. Ama yaygın bir biçimde. Ofwat adlı Britanya su denetim kurumuna göre, halen faaliyette bulunan on sekiz büyük şirket var.

İskoçya’da Scottish Water adlı kamu su şirketi, ondan suyu toptan alıp tüketicilere satan beş perakendeci özel sektör şirketi bulunuyor.

Ankara Al veya Öde’nin acı sonuçlarını kendi Rus gaz tecrübesinden bildiği halde neden Kıbrıslıları bu ağır taahhüdün altına soktu?

AKP iktidardaki ilk dönemlerinde su özelleştirmelerine girişti ama model iyi çalışmadığı için kısa sürede vazgeçti.

Aynı AKP çalışmadığı için terk ettiği bir modeli Kıbrıs’ta uygulamaya sokuyor. Üstelik tekel yaratarak.

Anlaşmada, Türkiye’den temin edilen su “KKTC sathında tek işletmeci tarafından işletilir” ve “işletme süresi boyunca ... herhangi bir özel sektör ve... kamu ... kuruluşuna su işletmeciliği yapma izni ve hakkı verilmez,” denilerek bu amaç açıkça teyit edilmektedir.

İşletmecinin sadece Türkiye’den gelen suda değil adanın yer altı ve yer üstü kaynaklarında, yani kuyular ve yağmur suyu toplayan göletlerde de imtiyaz sahibi olması öngörülüyor.

*

Güvenilir kaynakların verdiği bilgiye göre anlaşma tümüyle Ankara’da yazıldı.

Adada, siyasi partilerden, belediyelerden ve sendikalardan yükselen itiraz sesleri dikkate alınmadı.

AKP, anlaşmanın meclisten geçişini kolaylaştırmak için, geçen hafta perde arkasından iktidardaki koalisyon hükümetini devirdi.  

Koalisyonda su anlaşmasına karşı çıkan sol eğilimli CTP ile AKP’nin her buyruğunu yerine getirmeye hazır sağcı UBP bulunuyordu.

UBP geçen hafta hükümetten ayrılma kararı aldı. Yakında  Meclis’teki diğer sağcı parti olan BP ile koalisyon kurması bekleniyor.

*

Türkiye ile KKTC arasında imzalanan su anlaşmasının birinci amacı su imtiyazına sahip olan şirketi korumak ve kâr etmesini garanti etmektir. Bunu, anlaşmanın içerdiği ve bu tür alışverişlerde bulunması normal olmayan birçok özel koşuldan anlamak mümkündür.

Bu koşullardan en sıra dışı olanı Al veya Öde sistemidir.

Bu sisteme göre alıcı satıcıdan fiks, belli miktar bir ürün almayı taahhüt eder. Taahhüt ettiği miktarı almazsa ceza öder.

Bu koşul daha çok petrol ve doğal gaz anlaşmalarında bulunur.  Ve misal olarak şöyle çalışır: Bir ülke veya şirket bir yıl boyunca diğerinden tonu 50 dolara bir milyon ton gaz almayı taahhüt eder. Eğer şu veya bu nedenle alamazsa almadığı her ton için 40 dolar ceza öder.

Al veya Öde örnekleri Türkiye’nin Rusya ile olan gaz anlaşmalarında görülebilir. Türkiye, sıyrılmak için çok çabaladığı ama bir türlü kurtulamadığı Al veya Öde şartı yüzünden kışların ılımlı geçtiği ve gaz talebinin düşük olduğu yıllarda Rus Gazprom şirketine almadığı gaz için yüz milyonlarca dolar ceza ödemek zorunda kaldı.

Al veya Öde şartı alıcının aleyhinedir. Alıcı, başka bir tedarikçiden, daha ucuz mal bulsa da cezai şart dolayısıyla alamaz. Sonuç olarak tüketici ürünü daha pahalıya satın alır. Toplumun  geneli için büyük bir parasal kayıp teşkil eder.

Bütün bunlar serbest piyasa prensiplerine aykırı olduğu için Al veya Öde gaz dışındaki ticari sözleşmelerde pek görülmez.

Amerika’da mahkemeler, petrol ve gaz sektörleri dışında, satıcının Al veya Öde kontratı altında talep ettiği “cezai şartların” ödenmesinin yasal olmadığına karar vermektedir.

Al veya Öde’nin enerji sektöründe yaygın olmasının nedeni şudur: Gaz ve petrol büyük, uzun vadeli yatırım gerektirir. Şirketler bu projeleri banka kredisiyle gerçekleştirirler. Al veya Öde, netleştirilmiş garanti bir gelir akımı yarattığından, finansman riskini azaltıp, bankaların kredi vermesini kolaylaştırır.

AKP, anlaşmanın meclisten geçişini kolaylaştırmak için, geçen hafta perde arkasından iktidardaki koalisyon hükümetini devirdi.

KKTC’de böyle bir finansman riski söz konusu değildir çünkü yatırım TC devlet kaynakları kullanılarak  yapıldı ve tamamlandı.

Ankara Al veya Öde’nin acı sonuçlarını kendi Rus gaz tecrübesinden bildiği halde neden Kıbrıslıları bu ağır taahhüdün altına soktu?

Çünkü Ankara’nın Kıbrıslı Türklere empoze ettiği anlaşma baştan sona suyun dağıtımın yapacak olan şirketin çıkarlarını korumak için dizayn edildi.

O kadar ki, bu işi biraz bilen biri anlaşmayı hükümetin değil şirketin yazdığı veya yazdırdığını anlayabilir.

Anlaşmaya göre, KKTC maliyesi özel şirkete 2017 için 32 milyon metre küp alım garantisi verecek. Bu miktar her yıl artarak 2015’de 45 milyon tona çıkacak. KKTC suyu 34 yıl boyunca satın almak, alamazsa parasını ödemek zorunda kalacak. Bu süre görülmemiş derecede uzun bir süredir.

Bir başka şey daha var:

Suyun fiyatı belli değildir. Anlaşmada “kullanan öder prensibi çerçevesinde performansa dayalı bir tarife sistemi belirlenir” denmektedir. Bunun ne olduğu, ne anlama gelebileceği meçhuldür.

Fiyatı belli olmayan suya alım garantisi vermenin mantığı nedir?

Suyu Türkiye’den KKTC değil dağıtımını yapacak olan özel şirket satın alacak. Su Kıbrıs’ta evlere ve işletmelere bu şirket tarafından dağıtılacak. KKTC maliyesinin bu alışverişte bir dahli yoktur ama özel şirkete alım garantisi vermektedir. Neden?

Cevap basit:

Özel şirketin  kârını garanti altına almak için.

Anlaşmada  bunu sağlamaya yönelik başka maddeler de var.

·      Belediyelerin su tesisleri bedelsiz ihaleyi kazanan şirkete devredilir.

·      Özel şirketin ihtiyaç duyacağı için “tüm gayrimenkullerin temin ve tahsisi KKTC Hükümeti tarafından gerçekleştirilir.” Bunlar “KKTC Hükümeti tarafından ivedilikle kamulaştırılır”. Ve “Kamulaştırma ve tahsislerle ilgili olarak İşletmeciden herhangi bir bedel talep edilmez.”

·      İşletmecinin ihtiyaçları için kendi elektriğini temin etmek istemesi halinde santral kurması için “KKTC Hükümeti tarafından gerekli izinler verilir.”

·      İşletmecinin yatırımlara ilişkin mal ve hizmet alımları ile bunların ithali vergiden muaf olur.

Türkiye’nin dışarıdan su almaya ihtiyacı olsa Kıbrıslılara empoze ettiği koşullarda kesinlikle almazdı. Su anlaşması KKTC’nin sömürgeleşmesinin ilk adımıdır.

Ama KKTC’de o kadar kokuşmuş, iş bilmez bir siyasi düzen var ki ne bunu anlayabilir ne de bir alternatif sunabilir."