HK Ajans - Selda İçer

Atakom Direktörü Tolga Atakan ile Lefkoşa Dereboyu’nda bir araya geldik. Çok kısıtlı zaman dilimi içerisinde kendisi ile kahvelerimiz eşliğinde çok keyifli bir sabah sohbet gerçekleştirdik. Bir ekonomist olan Tolga Atakan ile ağırlıklı olarak iş yaşamını ve ülke ekonomisini ele aldık. “Kötü” diye nitelendirdiği ülke ekonomisi için Atakan, tüm paydaşların bir araya gelerek çözüm bulması gerektiğine vurgu yaptı. Konuşmamızda Türkiye ile imzalanan ekonomik paketler konusundaki fikirlerinin de dile getiren Tolga Atakan, “ Siz kendinize çeki- düzen verecekseniz siz verin. Bunu, bir başkası gelip, kendi düşünceleri çerçevesinde size çeki düzen vermesini beklemeyin” dedi. Atakan, gidilen yolun sonunun güllük gülistanlık olmadığına da vurgu yaparak, hala toparlanmak için bir umut taşıdığını söyledi.

İşte Tolga Atakan’ın HK Ajans’tan Selda İçer’in sorularına verdiği yanıtlar:

SORU:  İş hayatı içerisinde çok önemli bir şirketin direktörüsünüz. Öncelikle sizi iş hayatının içerisinde yer almaya iten neden ne idi?

ATAKAN: Çok keyif aldığım bir alan. 1991yılında kuruldu bizim şirketimiz ve ben de o yıl liseden mezun olmuştum. Eğitimim boyunca gerek yaz tatillerinde, gerekse diğer dönemlerde hep işin içinde oldum ve son derece de keyif aldım. Belli bir süre sonra da gördüm ki, “evet ben bu işten keyif alıyorum. Benim yöneleceğim alan bu olmalı” diye düşündüm ve ondan sonra da, üniversite biter bitmez şirketin çeşitli kademelerinde yer aldım. Tabandan, tavana doğru geldim. Klasik aile şirketindeki gibi, “oğlan bitirdi okulu hade gelsin işlerin başına geçsin” gibi olmadı bizde. Biz önce altta çalıştık, o tozu yuttuk. Bugün özellikle geriye baktığım zaman bunun çok doğru bir karar olduğunu görüyorum. Çünkü, her aşamayı yaşadığınızda, bütüne daha hakim oluyorsunuz.

SORU:  Aile şirketlerinin klasik devam etmesi durumunda nesil değişiminde dağıldığını görüyoruz, eğer profesyonel destek alınmazsa. Sizde durum nedir?

ATAKAN: Bugüne kadar profesyonel destek alma ihtiyacı hissetmedik. Hissedecek şekilde de çalışmadık. Başından bu yana kardeşimle beraberiz. Kurumsal yapımızı iyi oturttuk. Profesyonel yardım almadan, tamamen kendi bilgi ve becerimizle, babamızın da yol göstermesi ile, sağlıklı bir iş bölümü yaptık. Bunun sonucunda da bugüne kadar hiçbir sıkıntı yaşamadan geldik. Ama söylediğiniz doğru, bizim ülkede nesil değişimlerinde özellikle çok ciddi sıkıntılar gözlemleniyor. Bu bizim biraz da küçük ülke olmamızdan kaynaklanıyor. Kuşak çatışması yaşanması durumunda sıkıntı ortaya çıkıyor.

img_0998-001.jpg

SORU: İthalatçı bir firmasınız. Ülkemize getirdiğiniz markaları neye göre seçiyorsunuz?

ATAKAN: Biz, şirket olarak daha çok gıda ürünleri alanında çalışıyoruz ve bunun dışına da çıkmayı istemedik. Bir nevi uzmanlık yakaladık. Bunun dışında birçok teklifler geldi ama biz hepsini reddettik. Kendine g öre zorlukları da olsa, bu yolda yürümeye devam ediyoruz. Seçimlerimizde şuna özen gösteririz. Bizim ülkemizin bir tat bilinci, bir sahiplenme bilinci vardır. Bizim insanımıza sunamayacağımıza inandığımız bir ürün grubunun temsilciliğini almayız. Kısacası, kendimizin yemediği, tüketmediği, ailemizin tüketmediği hiçbir ürünü halkımız ile buluşturmayız.

SORU: Hangi ürünleri ülkemize getiriyorsunuz?

ATAKAN: Ülker gurubu ile, ki onlar artık “Yıldız Holding”  adı altında hizmet veriyorlar ve altında bir sürü markaları var. Bisküvi ve çikolata çeşitleri var. Onun dışında Mermerler Gurubu var. Onlar da tuz ve zeytin üzerine çalışıyor. Almanya ve Avrupa’dan iki firma ile daha çalışıyoruz. Bizim iki bölümümüz var. Biri perakende satış, normal marketlere sunulan, bir de “ev dışı tüketim” dediğimiz, bu da daha çok otel, restoran, toplu tüketim yerleri cafeler, öğrenci yurtları gibi , içecekten, bisküvi, çikolataya kadar birçok  ürün gurubunu sunuyoruz.

"Piyasa kötü"

SORU: Bir iş insanı olarak piyasayı nasıl görüyorsunuz?

ATAKAN: Kötü. Neden kötü? Maalesef her ne kadar bir yapımız var gibi görünse de, ekonomiyi düzenleyecek enstrümanlara sahip değiliz maalesef. Ayrı bir devlet değiliz, kendi para birimimiz yok. Bir Merkez Bankamız  var ancak, Türkiye’den gelen parayı dağıtıyor sadece. Kısacası, kendi ekonomimizi şekillendirecek ve düzenleyecek bir yapıya sahip değiliz. Geçmiş dönemlerde yapılan bazı yasal değişikliklerden dolayı, ülkemizdeki borç - alacak ilişkilerinin de sağlıklı bir şekilde denetlendiği ve sürdürüldüğü bir yapı yok maalesef. Bunlar, iş yapmayı zorlaştıran etkenler. Siz veriyorsunuz, verdiğinizin karşılığını alamıyorsunuz. Karşılığını alamadığınız zaman bu sizin için aslında bir giderdir ve devamlı suretle sizin giderleriniz artıyor. Tabii buna, elektriğin ve akaryakıtın devamlı zamlanmasını hiç katmıyorum. Genel olarak karşılıklı güvene dayalı bir ticari ve ekonomik yapı bizim ülkemizde yok maalesef. Bankalarımızın çok yüksek kredi maliyetleri var. Onlara da sorsanız kendilerine göre haklıdırlar. Sanki bunların bir sıfırdan yenilenmesi, ellenmesi lazım. “Tanınmıyoruz, ülkemiz ambargolar altında” mazeretine kesinlikle katılmıyorum. Bu tamamen, kendi kendimize uydurduğumuz bir sanal duvardır aslında. Bu duvarı aşabilmiş ve halen daha aşan onlarca iş insanımız var. İstedikten sonra, işimizi biz sağlıklı yaptıktan sonra, bu tip şeylerin bizi engelleyeceğine inanmıyorum. Evet, şu bir realitedir. Direk ticaret yapamıyoruz. Türkiye üzerinden ticaret yapıyoruz ve bu da özellikle navlun maliyetlerini artıyor. Şöyle ki Çin’den bir konteynerin Limasol limanına geliş maliyeti ile Mersin Limanı’na geliş fiyatı hemen hemen aynı. Ama biz, bir Çin-Mersin Limanı fiyatı daha ödüyoruz, Mersin’den adaya getirmek için. İşte bu noktalarda bizim hükümetlerimizin, bizim devletlerimizin bir ağırlık koyması lazım. Türkiye ile Kıbrıs arasındaki bu navlun işini sağlıklı bir yapıya oturtması, en azından belki de geride bıraktığımız bu 41 yıllık süre içerisinde sağlıklı bir şekilde işlemesini sağlayabilirdi diye düşünüyorum. Tabii ki bunlar ekonomimizin hep kötü yönde etkilenmesinin etkenleri. Tabii biliyorsunuz bir de Güney faktörü var. Sonuçta, bir fiyatlandırma ve bir yapı kurarken Güney’i de hesaba katmak zorundasınız. Çünkü insanlar, ekonomik güçleri çerçevesinde bazı hizmetleri ve ürünleri satın alıyor. Bugün bir bakıyorsunuz örneğin, bebek bezlerinde fahiş fiyat farkları var Güney ile aramızda. Dolayısıyla, ister istemez, bunu regüle etmek, takip etmek ciddi bir sanattır. Çünkü para akışkandır. Para akar ve kaçar. Siz, bir şekilde o parayı tutmanın yollarına bakacaksınız. Bizim ülkemizde maalesef bu yönde bir ekonomik sıkıntı var ve piyasada dolaşan sıcak para yok.

img_0999.jpg

"Vizyon sahibi olunmalı"

SORU:  Biz küçük bir Dubai mi olalım, girdileri düşürüp ülkeyi ucuzlatalım ve ülkeye gelenler çoğalsın buradan mı kazanalım, yoksa üretim yapma konusunda ısrar mı edelim gibi bir tartışma var. Siz hangi görüşe katılırsınız?

ATAKAN: Her ikisinin de kendine göre artı ve eksileri var. Her ikisinin de artılarının alınıp, bir üçüncü model oluşturulmasından yanayım ben. Üretim diyoruz ama, hammaddeyi getirip de “yaptım” demek bir mana taşımaz. Çünkü artık global dünyada, üretim noktasında bakıyorsunuz, iş gücü nerede ucuzsa, ham madde nerede ise, üretimler oraya kayıyor. Birçok Avrupa markası, uzak Asya’da üretim yapıyor. Çin’de fabrika açan bir sürü Amerikalı iş insanı var. Nedir buradaki ana konu? Girdi fiyatı ne kadar düşürülebilirse. Biz şuna bakmalıyız. Her ne kadar çabalarsak çabalayalım, hala daha bozamadığımız bir doğamız var. Biz buradan yola çıkarak kendimize böyle bir model yaratabiliriz diye düşünüyorum. Güneşimizi, doğamızı, yıl 12 ay nerede ise 8 ayında güneşten yararlanan bir ülke olmanın yapısını kullanabiliriz. Üretimden anladığımız sadece bacalı sanayi değildir. Buradan yararlanabilecek, eğitimdir, geçmiş yıllarda sunulan farklı fikirler olsun. Örneğin, Kuzey Avrupa ülkelerinde yaşlı insanların güneşli ülkemizde, 1+ 1 evlerde toplayıp, kalan yıllarını bu güzel doğal ortamda geçirmelerini sağlamak gibi. Bu ve buna benzer yaratıcı projeler de aslında bir hizmet üretimidir. Gelen suyun sağlıklı kullanımı ile belki, mevsimsel özelliklerimizi de kullanarak birtakım tarım ürününde bir sıçrama yaratabiliriz. Tabii bunu da çok iyi planlamak gerekiyor. Ama, sadece bunun üzerine odaklanmadan, farklı hizmet sektörlerine yönelerekten çok güzel şeyler yapılabilir. Buna çok güzel bir örnek de bilişimdir. Bugün küçücük bir ülkedir Belarus. Milyonlarca Euro kazanır her yıl bu alandaki yatırımdan.  Bunun için de sadece bir oda, iyi bir internet, bir iki internet ve bir klima ihtiyacınız var. Yeter ki vizyon olsun. Günün gelişen yapılarını takip edip, vizyonu ona göre ayarlamaktır bence çıkış. Aslında Dubai bir yerde bunu yapar. Dubai bunu finans üzerinden yapar.  Biz bunu bir adım daha ileriye götürebiliriz diye düşünürüm. Günün gerekliliklerini çok iyi takip edip, bizim alt yapımıza ne oturtabileceğimize bakmamız gerektiğine inanırım.

"Kendi kendimize çeki-düzen verelim"

SORU: Türkiye imzalanan ekonomik paketlerin imzalanması, iş insanları olarak sizleri nasıl etkiliyor. Bu bir gereklilik midir sizce?

ATAKAN: Belli bir disiplinin oturması konusunda hemfikiriz. Sağlıklı bir ekonomik yapının oturtulması, belli bazı disiplinlerin da oturmasıyla beraber olur. Ancak oluş şekliyle ilgili fikrim farklı. Bu şuna benzer. Eve gittiniz karnınız aç ve önünüze kondu bir tabak bamya ve “ bunu yiyeceksin “deniyor. Tamam da ben bamya yemek istemiyorum. Şimdi bu süreçlerden geçen bir yapıdır. Biz 40 yılda 38 hükümet değişmiş bir ülkeyiz. Bu süreçlerin sağlıklı olarak yürütülebileceği ortam da yok ülkemizde, ama bir mali, ekonomik disiplin şart, ki son paket ekonomiden ziyade “yapısal reform paketi” diye geçiyor. Bunun öncesinde, bu konuyla karşı karşıya olan tüm paydaşların, kurumların bir araya gelerek, durum tespiti yapıp neyin, nasıl yapılabileceğine birlikte karar vermesi gerektiğine inanıyorum. Hatta bir adım daha ileriye götüreyim bu söylemimi. Siz kendinize çeki- düzen verecekseniz siz verin. Bunu, bir başkası gelip, kendi düşünceleri çerçevesinde size çeki düzen vermesini beklemeyeceksiniz. Kendinizi de o duruma getirmeyeceksiniz.

"Meclis’ten çıkan yasalarda da sorun var"

SORU: Bürokraside artık üst kademelerde iş bilen kişilerin kalmaması ve devlet dairelerinde özellikle siz iş insanlarının sıkıntı yaşaması noktasından çıkmak için ne yapmak gerekiyor sizce?

ATAKAN: Top yekün kendimize çeki düzen vermemiz ve şunu da görmemiz lazım. Biz eğer toparlanıp kendimize çeki düzen vermezsek, işte yaşadıklarımız ortada.  Gerçek anlamda, can alıcı noktalarda iş bilen kişiler yok. Bunu biz de yaşıyoruz. Diğer taraftan bakıyorsunuz, özellikle Meclis’ten çıkan kaç tane yasanın kaçı yürürlüğe girdi, kaçı Saray’dan geri döndü. Bir de öyle bir durum var. Son dönemde  yaratılan yasaların da altı dolu değil. Acilen toparlanmamız ve kendimize çeki düzen vermemiz gerekiyor. Yetişmiş, alanında başarılı birçok Kıbrıslı Türk vardır yurt dışında, hepsinin de içinde ülkesine karşı bir özlem vardır.  İşte o özlem ile bu ülkeyi buluşturmak lazım. Ki, biz bu işleyişi, 10-15 yıl önce kaybettik. 15-20 yıl önce bu ülkede gerçekten işleyen bir yapı vardı. Nerde nasıl bu yapıyı kaybettiğimizin teşhisini koyup ona göre de reçeteyi yazmak lazım.

img_1007.jpg

"Toplumsal çıkar önceliğimiz olmalı"

SORU:  Ülkede değişimi sağlamak için bireyler olarak da neler yapmamız gerekiyor?

ATAKAN: En tepeden başlamak gerekiyor bence değişime. En yukardan tabana doğru. Bugüne kadar atılan adımların tümünü analiz ettiğimizde, altında, kişisel veya zümresel bir çıkar görürsünüz. Tekrardan toplumsal çıkarın önceliğine yönelmemiz gerekir. Bunun da tepeden başlayacağına inanırım. Ben her zaman şunu söylerim. Ben Ekonomi Bakanı olsam, yapacağım ilk icraat, ne kadar paydaşım varsa, hepsini AKM’ye toplar, kapıları da kilitlerim. Verileri ortaya koyarım, “ Arkadaşlar, kasa bu, gelir bu, gider bu. Bu şekilde devam mı edeceğiz, yoksa bir çizgi çekip, tekrardan eski günlerdeki gibi bencillikten kurtulup bir toplumsal çıkar için birlikte hareket edecek miyiz” diye sorarım. Bizim bunu yapmamız lazım. Ülkenin gerçeklerini, verilerini ortaya koyup, gerçek anlamda “biz nasıl tekrardan düze çıkarız” konusunu tartışmamız gerekir. Ben umudumu yitirmiş değilim. “Ya hep beraber, ya hiç birimiz” Zaten deniz bitti, karaya oturduk. Bu şekilde devam edersek, gidilecek köyün minareleri belli oldu. Onun için buna bir “dur” demek lazım. Gittiğimiz yolun sonu güllük, gülistanlık değil.

SORU:  İş insanları olarak birlikte hareket etmeyi becerebiliyor musunuz?

ATAKAN: Hayır, politik konuşmaya hiç gerek yok, ne yazık ki başaramıyoruz. Biz, ne yazık ki ne sektörel bazda, ne genel bazda iş insanları olarak birlikte hareket edip, sağlıklı adımlar atılması noktasında bugüne kadar başarılı olamadık. Bunu itiraf edelim kendimize.

SORU: Ticaret Odası’nın pasif davrandığı konusundaki görüşe katılır mısınız?

ATAKAN: Ticaret Odası’nın ortaya koyduğu başarılı icraatlar da var. BU daha arttırılabilir mi, artırılabilir. Sonuçta bugün elini taşın altına koymuş bir yönetim var. O yönetim kendince bir yol izliyordur. Biz üyeler olarak ne derece aktif bir şekilde o yönetimi dürtüyoruz ve ittiriyoruz onu sorgulamak lazım. Bu bir nevi de öz eleştiridir aslında. Kaç tane iş insanı, “ Be arkadaşlar, bırakın artık bu Güney ile ilişkileri de biz burayı bir toparlayalım” diye ciddi şekilde Ticaret Odası’na serzenişte bulunmuştur. Bunu da sorgulamalıyız. Dolayısıyla ben, çok da o noktada değilim açıkçası... Bizlerin  bir adım atması gerekir diye düşünüyorum. Belki bir çalıştay mı yapılır, bilmiyorum ama ne yapılacaksa bunun acilen yapılması gerekir. Çok da zamanımız kalmadı.

"Hâlâ çıkış yolu vardır"

SORU: Son olarak ne söylemek istersiniz?

ATAKAN: Ben hala daha bir çıkış yolumuz olduğuna inanlardanım, pozitif bakanlardanım. Bu ülkenin insanının potansiyeline inanırım. Aslında bu kadar yıldır dünyadan kopuk gibi görünmemize rağmen, aslında dünyalı bir görüşe sahip olduğumuza da inanırım. Özellikle yeni yetişen genç neslin de dahil olmasıyla, Kıbrıs Türk  toplumunun çok iyi yerlere gelebilecek potansiyeli olduğuna inanırım yeter ki kullanalım ve farkına varalım.

img_1009.jpg