Barış Doster

Bölgesel ve küresel gelişmeler, ABD’nin artık tek başına kural koyan, bu kuralları dayatan bir ülke olmadığını, Soğuk Savaş sonrasındaki tek odaklı dünya düzeninin çözüldüğünü gösteriyor. Soğuk Savaş’ın bitmesini izleyen ilk 10-15 yıldaki ABD yok artık. Rusya, Vladimir Putin öncesinde izlediği batıyla uyumlu siyaset yerine, Putin’le birlikte, öncelikle ve özellikle Avrasya’da, Avrasya güçleriyle ittifak yaparak öne çıkıyor. Çin’le ilişkilerini güçlendiriyor. Batıya kafa tutuyor. Yakın çevresinde batıyla, batının uzantısı aktörlerle rekabet ediyor. 2008’de Gürcistan’da olduğu gibi, gerektiğinde silah gösteriyor. Ukrayna’da olduğu gibi vekâleten savaş yapıyor. Suriye’de olduğu gibi doğrudan müdahale ediyor. Çin, malum dünyanın ikinci büyük ekonomisi. Büyüme hızı yüzde 10 bandından yüzde 7-7.5 bandına gerilese de, 1.5 milyarı bulan nüfusuyla dünyanın en hızlı büyüyen ülkesi. Avrasya’nın diğer önemli gücü Hindistan’ı da yakından takip etmek gerekiyor.

Batıya karşı sert sözleriyle de öne çıkıyor Putin. “Soğuk Savaş’ın bitmesi ideolojik rekabeti bitirdi. Ama anlaşmazlıkların jeopolitik zemini varlığını koruyor” diyor. ABD’nin yalan söylediğini, uluslararası hukuku, devletlerin egemenlik hakkını çiğnediğini, uluslararası düzeni daha da bozduğunu, Rusya’yı hedef alıp çevrelemeye çalıştığını belirtiyor. ABD’nin çok kutuplu düzene alışmasını tavsiye ediyor. AB’nin gücünü ise pek önemsemiyor. Avrupa’nın ABD’nin müttefiki değil, olsa olsa kölesi, paryası olabileceğini vurguluyor. ABD’nin teröristleri radikal-ılımlı diye ayırmasını, elindeki muazzam askeri güce rağmen IŞİD’i yenememesini sorguluyor. ABD’nin Suriye’de IŞİD’i önce rejime karşı kullanıp, sonra da tasfiye etmesinin inandırıcı olmadığını ifade ediyor. Latin Amerika’dan Afrika’ya dek geniş bir coğrafyada ABD’yle rekabetten çekinmediğini belirten Putin, ittifak ağını da, özellikle Çin’le ŞİÖ ve BRICS içinde, bu rekabete göre yapılandırıyor.

OBAMA NE UMDU, NE BULDU

ABD ise halen en büyük güç olmakla birlikte, devlet kapasitesi açısından inişte. Anımsanacağı üzere, iktidara geldiğinde Obama’nın önceliği Ortadoğu’daki ABD varlığını azaltmak, Çin’i çevrelemekti. Ortadoğu’da müttefiklerini öne sürmekti. Afganistan ve Irak işgallerini sonlandırmasının, ABD deniz gücünün kabaca üçte ikisini Çin’i kuşatmak için Pasifik’e yönlendirme kararı almasının temel nedeni buydu. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Bu arada Rusya’ya karşı yaptığı Ukrayna hamlesi umulanı vermedi. Rusya, Ukrayna’da sert bir karşı hamle yaptı. Kırım’ı topraklarına kattı. Çin, Asya Pasifik’te geri adım atmadı. Tersine tempoyu yükseltti. Ortadoğu’da Suriye; Rusya, İran, Çin ve Hizbullah’ın yardımıyla direndi. İran, batı ile nükleer anlaşma imzalayarak sisteme geri döndü. Irak’ta merkezi hükümet, ABD ile Avrasya arasında dengeleri gözetmeye yöneldi. Şam ve Tahran’la ilişkilerini geliştirirken, Rusya ve Çin’le de yakınlaşmaya başladı.

ABD ONU BİTİRMEK İSTİYOR

Gelinen noktada ABD, önceliğinin IŞİD olduğunu söylüyor. Esad’ın konumunu kabul ediyor. IŞİD terörüne karşı, Rusya ve İran’ın desteğine gereksinim duyuyor. Basında çıktı, ABD istihbaratına göre; IŞİD 2014’ten itibaren Suriye ve Irak’taki kadrolarının beşte birini kaybetmiş. Terörist sayısı 20-25 bin aralığına inmiş. Ama yine de bünyesinde 80 ülkeden terörist var. Aralarında G 20 ülkelerinin de bulunduğu en az 40 ülkeden destek alıyor. Küresel terör endeksine göre; IŞİD’e biat eden, destek açıklayan 42 örgüt var. Teröre en çok kurban veren 5 ülke; Irak, Suriye, Afganistan, Pakistan, Nijerya olarak öne çıkarken, IŞİD’in yıllık geliri 1 milyar doları buluyor. Bunun dörtte üçü petrolden, kalanı vergi, haraç, gasp, soygun, fidye, bağış gibi diğer yasadışı faaliyetlerden geliyor. Hava akınları sonucu, IŞİD’in petrol geliri yarı yarıya azalsa da, bunun da etkisiyle bünyesindeki terörist sayısı dörtte bir oranında düşse de, IŞİD’in kısa sürede tamamen bitirilemeyeceği biliniyor. Kaldı ki, ABD de onu tamamen bitirmek istemiyor. Gün gelir, lazım olur diye, güçsüz halde elinin altında tutmak istiyor. Nitekim ABD emperyalizminin İsrail’le birlikte en önemli iki müttefikinden biri olan İngiltere’nin, başbakanlığı döneminde Irak işgaline büyük destek veren eski başbakanı Tony Blair şöyle dedi geçenlerde: “2003’te Saddam Hüseyin’i deviren bizlerin 2015’teki durumdan sorumlu olmadığını söyleyemezsiniz”.

ABD emperyalizminin siyasi, askeri, iktisadi olarak inişte olması, Batılı petrol tekellerinin düşen petrol fiyatlarından etkilenmesi, onların ekolojik hakimiyetine de yansıyor. Dünyanın en büyük şirketleri listesinde, Batılı şirketlerin sayısı bir miktar azalırken, sıralamadaki yeri aşağı doğru değişirken, BRICS ülkelerinin şirketlerinin sayısı artıyor, sıralamadaki yeri yükseliyor. Misal; petrol fiyatlarının 30 doların altını görmesi, dünyadaki tüm petrol şirketlerini, ama en çok Batılı dev tekelleri vurdu. BP, 3 bin çalışanını işten çıkaracağını açıkladı. Shell, 2015’te 3.8 milyar dolar, 2014’te 19 milyar dolar kâr ederken, 2016’da 10 bin çalışanını işten çıkaracağını duyurdu. Exxon Mobil bütçesini kıstı. (“Petrolde işçi kıyımı”,Cumhuriyet, 06. 02. 2016).

BU TABLODA İSRAİL VE KIBRIS’IN KONUMU NE 

Bu tablo, Türkiye gibi diplomatik, politik ve askeri açıdan batıya, ekonomik açıdan ve enerji tedarikinde doğuya bağımlı olan orta büyüklükte bir devletin, yeniden durum değerlendirmesi yapmasını gerektiriyor. Hele de içine düştüğümüz yalnızlık, bölgemizdeki dışlanmışlık ve Rusya’yla yaşanan uçak bunalımından sonra. Çünkü uçak krizinin de gösterdiği gibi, ABD’nin Türkiye’ye olan bakışı nettir. Bunu geçmişte Johnson Mektubu ile göstermiştir, Kıbrıs bunalımında göstermiştir. ABD (ve NATO), Türkiye’yi korumaz. Bir bunalım olunca, sade suya tirit laflar eder. Türkiye’nin yanında olduğunu söyler. Bağlayıcı olmayan destek açıklamaları yapar, o kadar. Diplomasi tarihinin en kurt adamlarından olan Henry Kissinger’in da dediği gibi, “ABD’nin müttefiki olmak, düşmanı olmaktan daha tehlikelidir.”

İSRAİL İNCE HESAPLAR YAPIYOR

Kissinger’ın bu sözünü sadece politik, diplomatik, askeri ve jeopolitik düzlemde değil, jeo strateji ve jeo ekonomiyle birlikte düşünmek gerekiyor. Hele de yaşadığımız coğrafya bağlamında. Çünkü coğrafyamız hem sorunlu bölgelerin ve ülkelerin coğrafyası, hem de enerji kaynaklarının. Türkiye; bir Avrasya ülkesi olarak, doğu-batı, kuzey-güney arasında köprü, geçiş, bağlantı noktası olmanın yanında, enerji koridoru olmaya çabalıyor. Gürcistan, Ukrayna, Suriye’de yaşananlar; Kıbrıs adasının çevresindeki zengin enerji kaynakları; Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, İsrail arasındaki yakınlaşma; İsrail’in Avrupa’ya doğalgaz satma projesi, aynı paket programın parçaları. Enerji zengini olmayan Suriye, diğer özelliklerinin yanında, Akdeniz’e açılan konumuyla, enerji güzergâhı olarak da görüldüğünden, 2011 Mart ayından beri iç savaş yaşıyor. İsrail; Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölgesi’nde (MEB) yapılan keşiflerle 270 milyar metreküp doğalgaz rezervi bulduğundan, Suriye, İran, Irak ve Türkiye üzerinde ince hesaplar yapılıyor. Bağımsız Kürt devleti bu hesaplar kapsamında kurgulanıyor.

TÜRKİYE PARA KAZANMAK İSTİYOR

Kıbrıs’taki müzakerelerin hızlanmasının, kamuoyundan gizli yürütülmesinin önemli bir nedeni de İsrail’in Doğu Akdeniz’deki doğalgazı, Türkiye’nin de katkısıyla Avrupa’ya satma çabası. Böylece hem İsrail kazanacak, hem KKTC tasfiye edilecek, hem Avrupa’nın Rus doğalgazına bağımlılığı azalacak, hem de bu sayede Rusya gelir kaybına uğrayacak. Türkiye’nin, Rusya’yla yaşanan uçak bunalımı sonrasında hızla İsrail’le yakınlaşmasının bir sebebi de bu. Türkiye, İsrail gazının bir kısmını kullanmak, bir kısmının da Avrupa’ya satışında aracılık yapıp para kazanmak istiyor. İki ülke zaten Suriye sorununda, Irak’ın bölünmesi projesinde aynı saftalar. İsrail, Suriye’nin münhasır ekonomik bölgesini (MEB) kullanamayacağından, Kıbrıs’ın bu konuda bütün olarak, güneyi ve kuzeyiyle birlikte İsrail’in istediği çizgiye gelmesi gerekiyor. AB; Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni, Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla, adanın tümünü temsilen AB üyesi yaptığında, bu enerji hesapları vardı elbette kafasında. Dahası, Türkiye’den bazı şirketlerin doğalgaz konusunda Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile görüştüklerini bizzat KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı (ki Mehmet Ali Talat çizgisine yakın, Annan Planı’nı destekleyen bir siyasetçidir) açıkladı.

Kıssadan hisse: Siyasal iktisat bilmeden, tarih okumadan, jeopolitik gerçekleri gözetmeden yapılan hesaplar çöküyor. Hamaset ise iç siyasette bir süre iş görse de diplomaside hiç işe yaramıyor. (Odatv.com)