Yağmuralan Derneği Yönetim Kurulu adına başkan Esat Mustafa tarafından yapılan açıklamada,  Kıbrıs sorununun müzakereler neticesinde her iki toplum tarafından onaylanarak başarıyla sonuçlanmasının en büyük arzuları olduğu belirtildi.

“Müzakere süreci devam ederken, toprak, mülkiyet, göçmenlik ve mağduriyet konularının adil ve kabul edilebilir formüllerle çözümlenmesi, tüm toplumumuzun ve özellikle göçmenlerimizin en büyük hakkı, arzusu, hatta talebidir” denilen açıklamada, “Yağmuralan Derneği olarak, Kıbrıslıları adil ve kalıcı bir çözüme kavuşturmayı hedefleyen toplumlararası müzakerelere destek olurken, toprak, mülkiyet, göçmenlik ve mağduriyet sorunlarının çözümlenmesi için bulunacak formül konusunda, toplumumuzun kabul edebileceği en ideal ve adaletli çözüm yolunun uygulanması, en büyük beklentimizdir” ifadelerine yer verildi.

Taraflar arasında sürdürülen kapsamlı çözüm müzakerelerinin başarıyla sonuçlanabilmesi ve Kıbrıs Türk toplumunun onayının sağlanabilmesi için, geniş halk kitlelerini temsil eden sivil toplum örgütlerinin de aktif katılımıyla, bu alanda geniş kapsamlı bir diyalog başlatılması gerektiğine inanıldığı ifade edilen açıklamada, “Yağmuralan Derneği, 1963-1974 yılları arasında köyleri yakılıp yıkılan ve Rumlar tarafından defalarca mağdur edilen onbinlerce göçmenimizin maddi ve manevi kayıplarının evrensel kurallara ve özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) uygun olarak tazmin edilmesi için kabul edilebilir bir formül bulunmaması durumunda, göçmenlerimizin kaçınılmaz olarak çok büyük zararlara uğrayacağını düşünmektedir” denildi. Açıklamada şu görüşlere yer verildi:

“İVEDİLİKLE TALEP EDİYORUZ”

“Mülkiyet konusu görüşülürken, 21 Aralık 1963 olaylarından sonra, yıllarca temel insan hakları çiğnenen ve Yağmuralan gibi birçok Türk köyünün Rumlar tarafından yakılıp yıkılması sonucu, köy ve kasabalarından, hatta ülkelerinden uzaklaştırılan ve önemli bir kesiminin, yaklaşık 52 yıl, ne Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde (GKRY) ne de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) adalet bulabilen göçmenlerimizin ve hayatta kalan tüm varislerinin gaspedilen haklarının, adil olarak üretilecek formüller ve uygun kriterlerle tazmin edilmesini ivedilikle talep ediyoruz.

Yağmuralanlılar olarak, biz, sadece yakılıp yıkılan malımızın değil, çok uzun ve çetin bir mücadele vererek, 1959 yılında kurulan ancak sadece dört yıl kadar kısa bir süre kullanılabilen modern okulumuzun, camimizin ve mezarlarımızın talan edilerek, tarihi, kutsal ve kültürel değerlerimizin yok edilmesinden kaynaklanan tüm zararlarımızın; kısacası, yaklaşık 52 yıllık mağduriyetimizin tümünün karşılığını talep ediyoruz! Unutulmaması gerekir ki, Yağmuralanlılar bir kez daha kendi ülkelerinde göçmen durumuna girmek, yıllarca gettolarda kurulan barakalarda, çadırlarda ve otobüs garajlarında yaşamak, ya da yurt dışına göç etmek zorunda kalıp, hayata sıfırdan başlamak istemiyorlar.

1964 yılında, köyleri yakılıp yıkıldıktan sonra ülkelerini terkedip İngiltere, Avustralya ve Kanada gibi ülkelere göç etmek zorunda kalan ve 1974 savaşı sonrasında da, ne kendi malını, ne de eşdeğer karşılığı Rum malını kullanan binlerce göçmenimizin kaybedilen haklarının hangi ‘kategoriler ve kriterler’ altında değerlendirileceği merak konusudur.

Ataları vefat ettikten sonra, kuzeyde kurulan terekelere dahil edilmedikleri için, varislik hakları çiğnenen ve dolayısıyla tüm mülkiyet haklarından mahrum edilip yıllarca diasporada yaşayan binlerce göçmenimizin hakları için, çözüm sürecinde nasıl bir uygulamanın öngörüleceğini de ivedilikle öğrenmek istiyoruz.

“KATEGORİLER, KRİTERLER VE KOMİTELER”

Çözüm sürecinde, bireylerin mülkiyet ve mağduriyet haklarının, ‘kategoriler’ altında kurulacak ‘mülkiyet komiteleri’ veya ‘komisyonları’ tarafından değerlendirmeye alınması durumunda, karara bağlanması için, doğal olarak çok uzun yıllara ihtiyaç duyulacağının ve sonuç olarak, tahmin edilemeyecek boyutta çok ciddi insani, hukuki, sosyal, ekonomik ve pratik problemlerle çok büyük sakıncalar doğacağının kaçınılmaz olacağı düşüncesiyle, yüzbinlerce başvurudan oluşacak bu sorunun çözümlenebilmesi için, 3 Ekim 1990 tarihinde birleşen Doğu ile Batı Almanya’nın uyguladıkları pratik yöntem ve kriterlerden de örnekler alınarak, GKRY ile KKTC arasında sağlanacak ve prensip olarak, ‘Geniş Kapsamlı Mübadele Anlaşması’ temelinde oluşacak ‘global takas’ konsepti ile çözümlenmesinin daha mantıklı, daha gerçekçi, daha pratik ve daha verimli olacağına inanarak, her iki toplumun en büyük sorunu olan bu öncelikli konunun asla bireylere teslim edilmemesi gerektiğini, şiddetle ve ivedilikle vurgulamak istiyoruz! Mülkiyet konusunun, çözüm müzakerelerinin temelini oluşturması gerektiğini biliyor ve tereddütsüz kabul ediyoruz, ancak Kıbrıs Türk toplumunun yıllarca Tazminat Komisyonu’nun kapısında süründürülmesine asla razı olamayız!

“TAŞINMAZ MAL KOMİSYONU (TMK) VE TAZMİNATLAR”

TMK, 6 Kasım 2015 itibarıyla, tazminat dahil, kuzeydeki mallarına karşılık olarak, Rum mal sahiplerine £211 milyon üzerinde İngiliz Sterlini ödemiş olmasına karşın, aralarında Yağmuralanlıların da bulunduğu Kıbrıslı Türkler tarafından, güneydeki malları için, Türk mallarının kontrolünü elinde bulunduran ve GKRY’nin İçişleri Bakanlığı’na bağlı olan Vasiliğe (Kıbrıslı Türklerin Mallarının Vasisi) yapılan başvurulardan tek bir yanıt bile alınmaması, Rumların, başta mülkiyet ve tazminat olmak üzere, temel insan hakları konularını ne denli istismar ettiklerini ve AİHM’in 6 Mart 2012 tarihli ‘Kazali ve Diğerleri’ kararında vermiş olduğu hükümleri hiçe saydıklarını, toplumumuzun çok iyi bilmesi ve bundan ders çıkarması gerektiğini bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyoruz.

Bundan dolayı, tarihten de örnekler alınarak ve iyi bir ders çıkararak, ihtilaflı devletlerin, yaşanan mülkiyet ve mağduriyet sorunlarını her zaman karşılıklı takas ve tazminatlarla çözüme kavuşturduklarını ve böyle bir soruna kesinlikle bireyleri katmadıklarını çok iyi değerlendirmek gerekir.

Yağmuralan Derneği, mülkiyet sorununun bireysel düzeye indirgenmesi halinde, Rum tarafına çok büyük avantajlar sağlanacağını, Rumların öncelikli tezlerinin kesin olarak güçlendirileceğini, Türk tarafında kaçınılmaz olarak birtakım kaosların doğacağını, günlük hayatı krize sokacağını ve doğacak muhtemel belirsizliklerin kuzeydeki ekonominin çöküşüne de neden olabileceğini düşünerek, toplumumuzu hem direkt hem de dolaylı olarak etkileyecek bu kritik sorunun, iki ayrı yönetim tarafından uzlaşmaya varılacak, ‘global takas’ temelinde çözümlenmesini şiddetle ve ivedilikle tavsiye etmektedir.

Mağduriyetlerin sadece mülkiyetin karşılığı olarak değil, tüm etkileriyle birlikte ve geniş kapsamlı olarak (örneğin, Türk köylerinin yakılıp yıkılması, kayıp şahıslar, göçmenlik; eğitim, düşünce ve inanç ihlallerinden kaynaklanan manevi kayıplar; kullanım kayıplarından ve diğer insan hakları ihlallerinden kaynaklanan maddi ve manevi kayıplar v.s. gibi) değerlendirmeye alınması ve mağdur edilen insanlarımızın adil ve adaletli yöntemlerle tazmin edilmesi gerekmektedir.

Dillirga bölgesindeki köylerimizden Kurutepe (Kserovuno), Yeşilırmak (Limnitis),  Günebakan (Ayyorgi), Eski Günebakan (Ammadyes), Süleymaniye (Selemani) ve toprakları Baf sınırına kadar uzanan Yağmuralan (Vroişa)  köyleri sınırları dahilinde bulunan ve tapu dairesinde de kayıtlı olan onbinlerce dönümlük arazinin önemli bir bölümünün, aradan yarım asırdan (bazı durumlarda da bir asırdan) uzun bir zaman geçmesine rağmen yeni bir kayıt işlemine tabii tutulmadığını, isim değişikliğine uğramadığını ve vefat eden mal sahiplerinin varislerine devredilmediğini; bu toprakların tümünün değerinin iyi hesaplanmaması ve müzakerecilerimiz tarafından talep edilmemesi durumunda, toplumumuzun çok ağır kayıplarla karşı karşıya kalacağını hatırlatmak istiyoruz.

Yine unutulmaması gerekir ki bu, sadece somut örneklerden bir tanesidir. Buna benzer örneklerin güneyde kalan birçok köylerimiz için de geçerli olduğuna inanarak, masada toplumumuzu temsil eden Cumhurbaşkanımız Sayın Akıncı ile müzakereci Sayın Nami’yi, haklarımızın tam olarak savunulması konusunda göreve davet ediyoruz.

Yağmuralan köyü dahil, güneyde kalan köylerimizde, hem Osmanlı hem de İngiliz döneminden kalan ancak tapu dairesine kaydı yapılmayan, hatta bunların önemli bir bölümünde ve hisseli topraklar üzerinde inşa edilen birçok ev ve binaların bulunduğunu; bu mal sahiplerinin haklarının hangi kategoriler altında değerlendirileceği merak edilirken, yarım asırdan uzun süren mağduriyetimizin sadece elimizdeki kayıtlı koçanların karşılığı olarak değerlendirmeye alınmasının asla kabul edilebilir bir yöntem olmayacağını hatırlatmakta yarar görüyoruz.

VAKIF (EVKAF) MALLARI

Müzakere süreci devam ederken, merak edilen diğer bir önemli konu, en zengin en önemli ve en değerli tarihi kültür mirasımız olan ve Osmanlı İdaresi Dönemi’nde, kanunlar ve kurallar çerçevesinde oluşturulan Vakıf mallarının çok büyük bir bölümünün İngiliz Sömürge Yönetimi tarafından yürürlüğe konan yasa dışı yöntem ve uygulamalarla Rumlara devredilmesinin hesabının, müzakerecilerimiz tarafından nasıl ele alınacağıdır.

Buraya bir not düşüp, önemli bir noktaya vurgu yapmak istiyoruz:

Vakıf mallarının başka bir kişiye, kuruma veya devlete asla devredilemeyeceğini ve satılamayacağını Vakıf tüzükleri açık ve net olarak ifade etmekte ve bu önemli kuralın ulusal ve uluslararası hukuk tarafından da kabul edildiğini, önemle hatırlatmakta yarar görüyoruz.

TOPRAK DAĞILIMI VE “KANTON BÖLGE”

Çözüm süreci çerçevesinde, Karpaz Bölgesi’nde Kıbrıslı Rumlara ait özel bir kanton bölge verilmesi öngörülüyorsa eğer, buna karşılık olarak, Kıbrıslı Türklere de ayni hakkın tanınması gerektiğini düşünüyoruz:

Örneğin, Kıbrıs’ın batısında bulunan Dillirga Bölgesi’nde, Kurutepe, Yeşilırmak, Yörük köy, Günebakan, Ammadyes, Süleymaniye ve Baf sınırına kadar uzanan Yağmuralan köyüne ait alanı kapsayan bu geniş bölgenin tamamen Kıbrıslı Türklere ait olduğunu ve bu geniş alan üzerinde, Dillirga Türklerine ait bir ‘kanton bölge’ oluşturulmasının ve bu bölgenin Lefke kazasına bağlanmasının her iki toplum için adil bir mübadele olacağını düşünüyor ve böylelikle, çok verimli topraklara, bol su kaynaklarına ve çok zengin orman ürünlerine sahip olan bu değerli bölgenin, mal sahipleriyle varislerine devredilmesinin hem adil hem de adaletli bir karar olacağını düşünüyoruz.

TEMENNİMİZ

Çözüm sürecine ilişkin müzakereler devam ederken, AİHM’in “Demopoulos ve Diğerleri” kararı referans alınarak, eski mal sahibiyle mevcut kullanıcı haklarının adil ve orantılı bir denklemle değerlendirilmesi gerektiğini, örneğin, eski mal sahibinin mülkiyet hakları iade edilirken, o mal üzerinde uzun yıllar yaşayan mevcut kullanıcının da hak sahibi olduğunu; bir hak iadesi yapılırken, başka bir insanın hakkına tecavüz edilmemesi ve mağduriyetler karşılanırken, geniş halk kitlelerini etkileyecek yeni bir mağduriyet ortamının yaratılmaması ilkesine bağlı kalınmasını; ayrıca, herhangi bir krize dönüştürülmeyecek ve özellikle sosyal düzeni bozmayacak; siyasi eşitlik, özgürlük ve güvenlik temelinde kurulacak; kalıcı derogasyonların da etkili olacağı; iki kesimlilikte hem nüfus hem de toprak konusunda sarih çoğunluk ilkesine bağlı kalacak ve Birleşmiş Milletler parametrelerine uyumlu olacak şekilde adil, adaletli ve sürdürülebilir bir formülle Kıbrıs sorununun çözümlenmesini temenni ederiz.”