Metaverse! Son zamanlarda hayatımızın ortasına bomba gibi düşmüş yepyeni bir terim. Aslında ne kadar yeni olduğu biraz tartışılır. Yıllardır hazırlıkları yapılan, alt yapı çalışmaları için AR-GE çalışmaları hız kesmeden yürütülen bu yeni kavram hem günlük hayatımızı hem de psikolojik var oluşumuzu derinden etkileyeceğe benziyor.

“Meta” yani “Öte”; “Verse” ise universe kelimesinden geliyor yani “Evren”! Evrenin ötesi olarak çevirebileceğimiz bu kavram, en kaba tabiriyle VR gözlüklerimizi takıp, kendi avatarımızı sanal ortamda yaratıp o sanal gerçeklikte yaşayacağımız, gezeceğimiz, alışveriş yapacağımız, konserlere gideceğimiz, ölümsüz olacağımız, ölünce yeni can alabileceğimiz bir evren… Nasıl geliyor kulağınıza? Sizce heyecan verici mi, ürkütücü mü ya da nötr kalabileceğiniz bir gelişme mi?

Dan Brown’un Başlangıç isimli romanında “Nereden geldik, nereye gidiyoruz?” teması işlemişti. Büyük bir keşif yapan dahi karakter, bu keşifle dinlerin yok olacağını, dünyanın temelinden sarsılacağını iddia ederken, çok gelişmiş bir yapay zekanın sonucunda neler olabileceği anlatılıyordu. Tüm bunlar anlatılırken de teknoloji kavramının hayatımıza nasıl girdiğini ve ciddi bir ivme kazanarak insanoğlunu yuttuğu kurgulanmıştı. Kurgulanmıştı diyorum ama gerçek bu değil mi? Radyodan “Arkası Yarın” programını dinleyen nesil şuanda metaverse için hazırlık yapıyor!

Bu tip teknolojilerin çok heyecan verici olduğunu kabul etmekle beraber, bir psikolog olarak, işin psikolojik boyutları, yaratacağı yeni dinamikler, adaptasyon, bağlanma kavramı, teknoloji bağımlılığı, davranışsal sonuçlar gibi konular bende merak uyandırıyor. “Siber Psikoloji” alanı işte tam da bu yüzden hayatımıza girdi. Teknolojinin özellikle dijital alanında, insan üzerinde yarattığı sosyal, davranışsal, fiziksel ve bilişsel etkileri sorgulayan, psikolojik dinamikleri saptayan bu alan, yıllardır araştırmalar yapıyor. Sizi sıkmadan bu sonuçlara ufak bir değinmeli, şöyle ki internet kullanım sıklığı ve insanlar arasında yapılan araştırmalarda genellikle depresyon, kişilik bozuklukları, somatoform bozukluklar, psikoz ya da yaşam doyumsuzluğu yer alıyor. Diğer yandan pandeminin hayatımıza girmesiyle paralel olarak artan internet kullanımı ya da oyun oynama gibi davranışların sonucunda tüm fiziksel etkileşimlerin sanal ortama indirgendiğini biliyoruz. Artan anksiyete ve depresyon vakaları, sıkışmışlık ve tükenmişlik hissi, sosyal izolasyon, temasın kaybolması gibi dinamikler psikolojimizi ve davranışlarımızı hatta verimimizi olumsuz yönde etkiliyor.

Metaverse ise bunların çok üzerinde bir kavram. Orada her şey gerçek gibi ama sanal. Şimdiden arsaların, evlerin, yatların reel para üzerinden satışa çıktığı bir ortam. Yeni bir dünya… Ne kadar arzu edeceğiz, ne kadar seveceğiz bilmiyoruz. Teknoloji bağımlılığı kavramının yanına metaverse bağımlılığı eklenecek mi? Peki her şeyin bu kadar gerçek olduğu bu sanal dünyada bir çeşit Tanrıcılık oynayıp tüm şartları kendi istediğimiz hale getirirsek yaşadığımız dünyayı sevmezsek, artık onu istemezsek ne olacak? Bir gün fişin çekilebileceği sanal bir gerçeklikte çokça yer edinip gerçeklikle olan bağımız zayıflarsa hatta koparsa ne olacak? Tüm bu soruların üstünde olan tek bir soru var aslında. Bu kadar güçlenen bir yapıya entegre olmamak mümkün mü? Dışarıda kalabilme imkanımız var mı yoksa istesek de istemesek de bu sistemin bir parçası olacak mıyız? Diğer bir deyişle Metaverse bizim rızamız dahilinde mi içselleşecek yoksa manipüle edilerek mi? Ben de çok uzun süredir bunları soruyorum, henüz cevapları yok bu soruların ya da bilimsel araştırmalar henüz bu konuda yeterli değil. O yüzden gelin birlikte soralım bunları, insan olarak mı yaşayacağız yoksa tekno-insan gibi bir kavram da gelişecek mi?

Spielberg’in 2018 yılında yayınlanan “Ready Player One” filmini izlemenizi öneririm. Sanırım o zaman Metaverse kavramı daha çok oturacak zihninizde. Filmden bir replikle veda ediyorum sizlere…

“2027 yılında doğdum ben. Mısır şurubu kıtlığından, Bandwidth ayaklanmalarından, insanlar sorunları çözmeyi bırakıp onlarla yaşamaya başladıktan sonra. Bugünlerde, gerçek dünya sevimsiz bir yer.
Herkes ondan uzaklaşmanın bir yolunu arıyor. Her yöne hareket edebilen, kuadrofonik, basınca duyarlı bir koşu bandının üzerindeyken varış noktasına ihtiyacımız yok. James Halliday geleceği gördü ve onu inşa etti. Bize gidecek bir yer verdi. O yerin adı OASIS. Gerçekliğin sınırı hayal edebildiğin kadardır. Her şeyi yapabilirsin, istediğin yere gidebilirsin. Tatil gezegeni gibi. Hawaii’de dev dalgalarda sörf yapabiliriz. Piramitlerde kayak yapabiliriz. Batman ile Everest Dağı’na tırmanabiliriz. İnsanlar, Oasis’e yapabilecekleri için gelirler ama olabilecekleri için kalırlar…”

Psk. Esra Dağlar Bozdoğan

[email protected]