Şizofreni Dernekleri Federasyonu Başkanı Doç. Dr. Haldun Soygür, 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü dolayısıyla AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yılın temasının "Şizofreni ile yaşamak" olarak belirlendiğini söyledi.

Şizofreninin, genellikle genç yaşlarda başlayan, kişinin dış dünyadan uzaklaşarak içine kapandığı; duygu, düşünce ve davranışlarında önemli bozuklukların ortaya çıktığı, beynin yapı ve işleyişinde değişikliklerin saptandığı bir hastalık olduğunu anlatan Soygür, bunun biyolojik, ruhsal ve toplumsal bütünlük içinde değerlendirilmesi gereken bir beyin hastalığı olarak algılanması gerektiğini belirtti.

Soygür, gerçek dışı algı ve düşüncelerin, toplumdan uzaklaşma, düşünce üretiminde, soyut düşünme becerisinde azalma ve duygusal ifadelerde kısıtlanmanın sık görülen belirtiler olduğunu ifade ederek, "Şizofreni belirtilerde alevlenme ve yatışmalarla seyreden bir hastalıktır ve bu belirtiler her hastada her zaman görülmeyebilir" dedi.

TÜRKİYE'DE EN AZ 500 BİN ŞİZOFRENİ HASTASI OLDUĞU ÖNGÖRÜLÜYOR

Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) yetişkin nüfus için şizofreni yaygınlığını yüzde 0,7-1 olarak bildirdiğini belirten Soygür, "Buna göre Türkiye'de en azından 500 bin şizofreni hastası olduğu tahmin edilmektedir" diye konuştu.

Soygür, şizofreninin tedavi edilmediği takdirde, hem kişinin kendisi hem de yakınları için zorluk yarattığına işaret etti. Şizofreninin süreğenlik göstermesi ve beyin hastalığı olmasının, tedavi edilemediği anlamına gelmediğini vurgulayan Soygür, özellikle erken tanı ve tedavi ile çok başarılı sonuçlar alınabildiğinin altını çizdi. Soygür, "Dünya genelinde şizofreni hastalarının yüzde 50'si uygun şekilde tedavi görmemekte, bu bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde ise daha yüksek oranlara çıkmaktadır" dedi.

"DAMGALANMIŞ İNSANLAR DEĞERSİZ BİR TOPLUMSAL KİMLİĞE BÜRÜNÜR"

Tedavi ve hastanın topluma kazandırılmasında en büyük engelin, hastalıkla ilgili olumsuz önyargı, damgalama ve ayrımcılık olduğunun altını çizen Soygür, şöyle devam etti:

"Damgalama, tedavi olanaklarından yeterince yararlanmayı olumsuz etkilerken, yetersiz tedavi ve hastalığın gidişinin kötü olması da damgalamayı körüklemektedir. Damgalanmak ve olumsuz önyargılara maruz kalmak, strese yol açar ve damgalanmış insanlar önemsiz ve değersiz bir toplumsal kimliğe bürünürler. Bu değersizlik, damgalanmış insanları şiddetli stres etkenlerinin baskısı altında bırakır.

Damgalanan kişi önyargı veya ayrımcılığın hedefi durumundadır. Damgalanmış bireyler, diğer insanların kendilerine değer vermediklerinin, saygı göstermediklerinin, onlar tarafından beğenilmediklerinin farkındadır. Böyle bir durum damgalanmış bireyin benlik saygısına ciddi bir tehdittir. Damgalanmış insanlara karşı gösterilen ayrımcılık, onların hastane, barınma, eğitim ve iş edinme gibi olanaklara ulaşmasındaki en olumsuz sonuçlardır."