Kuzey Kıbrıs’ta güncel siyaset, temel olarak iki söylem etrafında şekilleniyor:

Birinci grup, “son müzakere oyunu” bittikten sonra kendi yolumuzu çizmekten yana. Böyle düşünenler, görüşmelerin ebedileştirilmesine karşı çıkıyor. Bunlara göre sorun 2012’de çözülemezse işi daha fazla uzatmanın manası yok.

İkinci grup ise müzakerelerin sonunun geleceği inancında değil. Eğer bu yıl çözülemezse belki seneye çözülür. Yılmak yok, çözüm için çalışmaya devam... Üstelik Kıbrıslı Türkler’in çözümden başka çıkışı bulunmuyor. Yani ikinci bir seçenekten yoksunuz.

Birinci söylem, esas olarak geçmişteki çözüm karşıtı ana damardan besleniyor. Geleneksel Sağ, artık “çözümsüzlük çözümdür” dememeyi öğrendi. Keskin sayılabilecek bir manevrayla, “Biz de çözüm isteriz, ama olmuyorsa da yapacak bir şeyimiz yok” demeye başladı.

“Çözümden başka yol yok” diyegelen Sol ise şu günlerde yeterince üretken sayılmaz. Sorunun çözülemeyeceği artık neredeyse kesinleşmişken, “çözümü zorlamak” dışında tek şey söylememek toplumdaki karamsarlığı daha da koyulaştırmaktan başka hiçbir işe yaramıyor.

Kıbrıslı Türkler için belki de en iyi şey gerçekten çözümdür. Fakat en kötü şey, olmayacak bir şeyin esiri haline gelmek değil midir?   

“Çözümü zorlamak” diye formüle edilen siyaset, çeşitli bakımlardan sorunlu:

Bir kere, “zorlamayla” elde edilen herhangi bir şeyin, gerçekten “çözüm” sayılıp sayılamayacağı kuşkulu. Tarihsel ve güncel koşullar, duygusal bir ortaklığa elverişli değilse, müzakere masasındaki diplomatik maharet, duyguların üzerinde nasıl bir politik ortaklık projesi tesis edebilir ki?

Ayrıca “çözüm zorlanmalı” diyenlerin döneminde de bu sorunun çözülemediği gerçeği var. Bugün “başka yolumuz yok” görüşünü savunanların, kendi dönemlerinde çözümü zorladıklarını varsayalım. Meseleyi çözebildiler mi? Hayır...

Kendi dönemlerinde işe yaramayan bir metodu, bugün tek seçenek sayanların siyaseti hiç de yaratıcı sayılmaz.

Evet; güncel siyaset dünün üzerine inşa edilir. Yani geçmişimiz bizi bağlar. Algılarımız, söylemlerimiz koca bir maziden beslenir. Fakat bazen dünün “ilerici” fikirleri, güncel koşullarda son derece “muhafazakâr” kalabilir.

Kıbrıs belli ki yeni bir dönemin eşiğinde. İhtimaller muhtelif... En düşük olasılık ise çözüm. Öyleyse en olmayacak şeyi “gerçekleşmezse mahvoluruz” diyerek kutsallaştırınca, toplumsal dinamizmi boğmuş olmaz mısınız?

“Çözümcü” blok; Kıbrıs sorununda kendini, o çok sataştığı sağdan daha muhafazakâr ve daha kısır bir yere hapsetmiş durumda.

Ortada yığınla tabu nitelikli uluslararası belge, katı bir dille yazılmış sayısız Güvenlik Konseyi kararı ve “birleşiniz” buyuran onlarca dünya lideri olabilir. Bütün bunlara rağmen hiçbir toplum “seçeneksizliğe” mahkum edilemez.

Seçenek üretmek, B planlarına kafa yormak, solculuğun “raconuna” ters  değil... Yeni yollar aramanın nesi ayıp?

Hiçbir siyasal öbek, “başka seçenek yok” diyecek kadar tükenmiş olamaz...