Futbol dünyasındaki mevcut düzene karşı durmak ve özüne dokunmadan alternatif eğlence aracı veya şölen yaratmak çok büyük bir mesele. ‘Ne kadar ekmek, o kadar köfte’ ekseninde dönen bir dünyada yaşıyoruz mâlumunuz üzere. “Futbol, asla sadece futbol veya oyun değildir” demiştik geçen yazımızda. ‘Her ne pahasına olursa olsun egemen olmalıyım’ merkezli bir düşünce hâkim artık. Müşterek bahisçiler bir yandan, TV yayıncı kuruluşları ise diğer bir taraftan futbola kızarmış ekmek arası eriyen kaşar peyniri muamelesi yapmaya devam ediyorlar. Onlar da haklı. 2,5 milyar insanın direkt ilgilendiği birinci sektör olan futbol ve onun efendileri; bırakın futbolun kimyasını bozmayı, hâlihazırda taciz, tahriş hatta ve hatta tecavüz işlemini sırasıyla işleme koydular bile. Küba Granma Devrimcisi Dr. Che Gevara bir konuşmasıında; “Devrim ancak egemen halk ile gerçekleşir” demişti. Hemfikiriz. Birkaç spor sosyoloğu, sporun kimyasını bozanlara karşıduradursun, atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti bile. Spora “Vefa nedir?” diye sorsalar, eminiz “Sadece İstanbul’da bir semt adı” derdi diye düşünüyoruz ağzı olsa da konuşsaydı.

                Sporun esasoğlanı futbolda da durum hâliyle aynı. Dünya futbol ekonomisi üzerine düzenli araştırmalar yapan Deloitte adlı denetim şirketi, 2019 yılı için ulaştığı verileri geçtiğimiz hafta açıkladı. Dünya futbolunun en zengin 20 kulübü 2009-20 sezonu gelirlerinde ‘%8 oranında büyüme kaydetmişler. Deloitte, tarafından açıklanan ‘Dokunulmazlar: Futbol Para Ligi’ raporuna göre, sırasıyla Real Madrid 1’inci, Barcelona 2’nci ve Manchester United 3’üncü sırada yer aldı. İngiliz Manchester City kulübü ise 20’inci sıradan 11’inci sıraya yükselerek şimdiye kadar ki en iyi derecesini elde etti. Eee, zengin Arapların eline geçen Manchester City Kulübü bu gidişle daha da büyüyecek. Araplar bununla da kalmamışlar, Katalanların güya(!) ulus-devletini temsil eden reklamsız Barcelona formasına ki bu forma onların bayrağıymış; üzerine de Katar Vakfı’nı (Qatar Foundation) çakmışlar. Arkasına das Rakuten mâlum. N’apalım, söz konusu sezon başı 30 milyon Euro olunca neydi olacağı!

                UEFA günümüz transfer çılgınlığına “dur” demek için bir rapor hazırladı. Finansal Fair-Play Sistemi adlı rapora göre UEFA; “Toplam gelirinden 45 milyon Euro fazla harcama yapan kulüpler, adlarına bakılmaksızın, tüm Avrupa kupalarından dışlanacaktır” diyor. “Adlarına bakılmaksızın” tümcesinden de anlayacağınız üzere ‘taviz’ hissiyatını daha şimdiden yaratmışlar. “Savaş henüz kazanılmasa da, uzun vadede böyle bir perspektifin uygulaması mümkün görülüyor” diyen birçok futbol ekonomisi uzmanı var. Bu yoldaki naçizane görüşümüz, FIFA ve UEFA bu görüşü hayata geçirebilmeleri için siyasi sorumluların ve ulusal hukukun desteğini almalı. Bu türde bir reformun getireceği en büyük kazanç, Avrupa Birliği Ligi projesiyle varlıkları tehdit altına giren ulusal liglerin varlığını da devam ettirecektir.

Bununla beraber bir diğer yandan da menajerlerin ve futbolcularının ‘angarya’ olarak gördükleri milli takımda oynama ile ilgili karın ağrıları var. Kulüplerin, milli takıma çağrılan yabancı oyuncularına izin vermek zorunda olduğu gerçeği var ama bu gerçek sürekli savsaklanıyor. Özellikle FIFA bu konuda da ağır yaptırımlar getirmek üzere. Özellikle Dünya Kupası maçlarında, üretilen hizmetin kalitesi konusunda aday sponsorların birçok çekincesi var. Aday TV yayıncı kuruluşları da bu konuda hayli presleyici bir hâl almış. Tabii özelde medya patronlar, genelde ise tüm sermaye grubu da haklı. Tonlarca Euro’luk yapılan yatırımın bir bedeli olmalı. Bu bedeli kim ödeyecek? Tabii ki sporcu. Gerekirse sabah ezanı ile yüzecek, koşacak veya futbol oynayacak. “Böyle gelmiş, böyle gider diyen” çok ama biz yine de umutluyuz. Yeter ki sermayenin ‘göçmen kuşları’ bu kadar tavizkâr olmasınlar.