Bu ülkede gençler ölüyor.
Anne babalar çöküyor.
Ve devlet susuyor.
Yürekleri yanan anne ve babalar sokaklarda “adalet” diye haykırıyor ama bu çığlık duvarlara çarpıp geri dönüyor. Çünkü bu ülkede adalet artık bir hak değil, bir lütuf gibi dağıtılıyor. Kime, ne zaman, ne kadar verileceği belli olmayan bir ayrıcalık hâline gelmiş durumda.
Her ölümden sonra aynı cümleler:
“Soruşturma başlatıldı.”
“Gerekli incelemeler yapılıyor.”
“Adli süreç devam ediyor.”
Bu cümleler artık teselli değil, inkâr biçimi. Çünkü her “süreç devam ediyor” cümlesi, bir sorumlunun biraz daha rahat uyuması demek. Her geciken karar, başka bir ihmale cesaret veriyor. Anne babalar çocuklarını toprağa veriyor, sorumlular koltuklarını koruyor. Bu mudur adalet?
Bu ülkede “kader” denilerek örtülen her ölüm, aslında göz göre göre gelen bir suçtur. Denetlemeyenler, uyarmayanlar, önlem almayanlar bu ölümlerin parçasıdır. Ama hiçbirinin adı konmaz. Çünkü sistem kendini yargılamaz.
Yanan anne babalar sadece çocuklarını değil, devlete olan inançlarını da gömüyor. Çünkü adalet geciktikçe adaletsizlik kurumsallaşıyor. Sessizlik büyüdükçe suç sıradanlaşıyor. Ve biz her yeni trajediyi “alışılmış bir haber” gibi izliyoruz.
Ama hayır, bu normal değil. Bu kader değil. Bu sistematik bir çürümedir. Bugün adalet diye bağıran anne babalar yarın umutsuzlukla susarsa, bilin ki o ülkede artık sadece çocuklar değil, vicdan da ölmüştür.
Ve bir ülkede vicdan öldüyse, yasa kitapları sadece kâğıttır. Mahkeme salonları sadece dekor. “Adalet” ise yalnızca tabelada kalan bir kelime. Bir çocuğun ölümüyle duran yalnızca bir kalp değildir.
Bir ev susar, bir anne nefessiz kalır, bir baba içine çöker. Ve o an başlar bu ülkede artık çok tanıdık olan bir ses,
“Adalet!”
Bugün sokakta “adalet” diye haykıran anne babalar aslında şunu söylüyor:
“Biz yandık, başkaları yanmasın.”
Her anne baba bilir ki çocuğunu geri getirecek hiçbir karar yoktur. Ama adalet en azından şunu yapabilir:
Başka annelerin yanmasını engeller.
Adalet, yalnızca suçluyu cezalandırmak değildir, ihmali görünür kılmak, sorumluluğu isimlendirmek, hatayı tekrarlanmaktan alıkoymaktır. Eğer bu yapılmazsa her yeni acı bir öncekine eklenir, her yeni ölüm sıradanlaşır. Bu ülkenin en ağır yükü artık mezarlıklar değil; mezar başında adalet bekleyen insanların çaresizliğidir. Ve bu yük, görmezden gelindikçe hepimizin omzuna biraz daha biniyor.