Tarih, bazen tek bir günü iki farklı coğrafyada aynı ruhla kutsar. 15 Temmuz, hem Anavatan Türkiye hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için bu türden bir tarihtir. 1974’te bu tarihte Kıbrıs’ta Enosis sevdasıyla hareket eden Rumların, silah zoruyla adayı Yunanistan’a bağlama amacıyla yaptığı darbe; 2016’da ise Türkiye’de milletin üzerine bombalar yağdıran hain darbe teşebbüsü... İkisi de millet iradesini teslim alma girişimiydi. Ve ikisi de halkın direnciyle bozguna uğratıldı.
1974’te Kıbrıs’ta yaşanan Rum-Yunan darbesi, sadece Kıbrıs Türk halkının değil, tüm Doğu Akdeniz’in kaderini değiştirdi. Yunan Cuntası destekli Nikos Sampson’un silah zoruyla Makarios’u devirdiği o günlerde hedef açıktı: Kıbrıs’ı Helenleştirmek. Adanın dört bir yanına korku sinerken, Kıbrıs Türk halkının önünde iki büyük lider duruyordu: Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Raif Denktaş. Dr. Küçük’ün başlattığı uyanışla, Denktaş’ın örgütlediği direniş birleşti. Ve halk, yılmadı. Direndi. Anavatan Türkiye, garantörlük hakkını kullanarak 20 Temmuz sabahı Barış Harekâtı’nı başlattı. Kıbrıs Türkü’nün kaderi o sabah yeniden yazıldı.
Tarih, bir milleti sınar. 2016’da Türkiye’de devletin damarlarına sızan karanlık bir yapının, milletin iradesini hedef alan darbe girişimi de böyle bir sınamaydı. Ancak bu kez Türkiye çok daha güçlüydü. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla milyonlar sokağa çıktı. Tanklara, helikopterlere, işgalci zihniyete geçit verilmedi. Türkiye’nin selameti için canını ortaya koyan her birey, Kıbrıs’taki kardeşlerinin de yüreğini kabarttı. Çünkü biz biliyoruz ki: Hürriyet, bedel ödeyenlerin anlayabileceği bir değerdir.
15 Temmuz’un iki ayrı yılda ve iki ayrı cephede taşıdığı anlam iyi kavranmadan ne siyaset yapılabilir ne de devlet yönetilebilir. Hele hele Cumhurbaşkanlığı gibi stratejik bir makam, bu bilinç olmadan doldurulamaz. Önümüzde kritik bir seçim var. 2025 Cumhurbaşkanlığı seçimi, sadece bir lider tercihi değildir. Bu seçim, geçmişin mirasını sahiplenenlerle, geleceği belirsizlikle sulandırmak isteyenler arasında yapılacaktır.
Bir yanda KKTC’nin onurlu varlığını kararlılıkla sürdürenler, diğer yanda hâlâ federasyon hayalleriyle toplum mühendisliğine soyunanlar vardır. Halkımız, 2004 Annan Planı’nda ne istediğini net biçimde ortaya koymuştur. KKTC ‘evet’ demiş; Rum halkı ise aynı plana ‘hayır’ diyerek çözüm istemediğini açıkça göstermiştir. Çözüm karşıtı bu tavır hâlâ değişmemiştir. Bugün ise siyasetteki bazı tartışmalar, muhalefetin dağınıklığı ve gündeme sürülen erken seçim senaryoları, halkın gerçek beklentilerini gölgelemeye çalışmaktadır.
Oysa halkımızın beklentisi nettir: Kıbrıs Türk halkının haklarını kararlılıkla savunacak, Türkiye ile uyum içinde çalışacak, bölgesel gelişmeleri doğru okuyabilecek bir Cumhurbaşkanı. Çünkü KKTC, yalnız Kıbrıs Türkü’nün değil, tüm Türk milletinin milli meselesidir. Türkiye’nin garantörlüğü ve istikrarlı desteği olmadan bu coğrafyada ayakta kalmak mümkün değildir.
İngiltere ve Yunanistan’ın zaman zaman sarsılan tavırlarına karşın, Türkiye’nin kararlı ve sarsılmaz desteği; hem 1974’te hem de 2016’da milletin en büyük güvencesi olmuştur. Dr. Fazıl Küçük’ün “Bu halk sahipsiz değildir” diyerek başlattığı mücadele ile, Rauf Denktaş’ın “Egemenliğimizden asla vazgeçmeyiz” diyerek kurduğu devletin temelleri, bugün bizim istikamet pusulamızdır.
Bu pusula, dışa bağımlı çözümleri değil, kendi ayakları üzerinde duran bir devlet düzenini gösterir. Eğer gençlerimizin geleceğini, kurumlarımızın itibarını koruyacaksak; bunu lafla değil, kararlı bir duruşla başaracağız. Cumhurbaşkanlığı makamı, artık sadece bir müzakere odası değil; dirayet ve devlet aklının merkezidir.
Halkına güven verecek, kararlılıkla yönetecek, haklarımızı savunacak bir liderlik anlayışı; bu dönemin olmazsa olmazıdır. 15 Temmuz’u anlamadan 20 Temmuz’a sahip çıkılamaz. Bu halka da önderlik edilemez.
Devleti anlamadan, makam talep edilmez.
Çünkü birlik, kolay kurulmaz.
Ve sarsılmaz.