Sahne hazır… Perde yavaşça aralanıyor… Ülkenin kaderi, bir kez daha birkaç kişinin güç hırsı arasında şekillenmeye başlıyor. Yine bir iktidar savaşı, yine bir koltuk kavgası… Ve ne yazık ki, her zamanki gibi en büyük yükü omuzlayan, hiçbir söz hakkı olmayan, yine halk oluyor.
Siyasetçiler, ekranlardan süslü laflar ederken, sosyal medyada kendi ordularını kurarken, meydanlarda rakiplerini hedef alırken, halkın derdi değişmiyor: hayat pahalılığı, işsizlik, güvensizlik ve umutsuzluk. Kimin iktidarda olduğu değil, sofraya koyulacak ekmeğin, eve ödenecek faturanın, geleceğe duyulan umudun önemi var aslında. Ama bu savaş, halkın sorunlarını çözmek için değil, güç sahiplerinin kendi tahtlarını sağlamlaştırmak için veriliyor.
Tarih, bize hep aynı hikâyeyi anlatıyor: Güç sahipleri çekişir, olan yine halka olur. Bir taraf diğerine çamur atar, vaatler havada uçuşur, meydanlarda sesler yükselir… Ama perde kapanıp ışıklar söndüğünde, geriye kalan şey yine sessizce geçinmeye çalışan milyonlarca insanın umutsuz bakışlarıdır.
Halk, iki ateş arasında sıkışmış durumda. Bir yanda “bizimle ol” diyenler, diğer yanda “onlara karşı dur” diye bağıranlar… Oysa milyonlarca insanın tek istediği şey çok basit: Adalet, huzur, iş, güven, gelecek. Fakat iktidar savaşları, bu taleplerin sesini bastırıyor.
Ve belki de asıl tehlike, bu savaşın yarattığı kutuplaşma… Bir ülkeyi çökerten şey, çoğu zaman ekonomik kriz değil; halkın birbirine düşman edilmesidir. Sokakta, işte, okulda, sosyal medyada; insanlar artık birbiriyle değil, birilerinin kurguladığı kavga senaryolarıyla savaşıyor.
Bir gün, halk gerçekten ayağa kalkıp kendi sözünü söylediğinde, bu döngü kırılacak. Ama o güne kadar, iktidar savaşları sürecek, halk ise yine arada kalacak.