Bazen geçmişe dönüp bakıyorum. Hayatın daha yavaş aktığı, insanların birbirine gerçekten baktığı, küçük şeylerden mutlu olduğu zamanlar… Hani o yıllar vardı ya, çiçek çocukların dönemi gibi… Saçlarına çiçek takan, gitar çalan, meydanlarda şarkı söyleyen gençlerin zamanları. Onlar o dönemleri yaşadılar, ben sadece fotoğraflardan ve hikâyelerden tanıyorum. Ama yine de ruhumda o heyecanı, o özgürlüğü hissedebiliyorum.
O zamanlar insanlar yan yana geldiğinde gerçekten bakıyor, uzun uzun sohbet ediyor, birbirlerinin sesini ve varlığını hissediyordu. Dost sohbetleri derin, paylaşılan anlar samimiydi. Şimdi ise her şey hızlı, her şey anlık; bir araya gelsek bile çoğu zaman birbirimizden kopukuz. Ve ne yazık ki, böyle sahici insanları bulmak artık çok nadir. Samimiyet de eksik, insanlar birbirine yüzeysel bakıyor, çoğu zaman sadece varmış gibi davranıyor.
Ben bazen kendimi o eski yıllara aitmiş gibi hissediyorum. Çimenlere çıplak ayak basmak, saatlerce sadece sohbet etmek, bir şarkıya hep birlikte eşlik etmek… Bunlar bana hâlâ tarifsiz bir huzur veriyor. Ama günümüzde bunlar kolay değil. Her şey yetişmek zorunda olduğumuz bir tempoda; paylaşımlar, eğlenceler, buluşmalar… Hepsi hızlı, ama gerçekten yaşamak için zaman bırakmıyor. Ve bu yüzden, böyle insanları bulmak hâlâ nadir bir şans gibi geliyor bana.
Bazen öyle anlar oluyor ki, bu ülkeden gitmek istiyorum. Hatta bazen öyle bir umutsuzluk kaplıyor ki içimi... Bu topraklarda samimiyet bulamayacakmışım gibi hissediyorum. İnsanlar arasında gerçek bir bağ kurmanın artık neredeyse imkânsız olduğunu düşündüğümde, gitmek sadece bir kaçış gibi geliyor. Ama sonra fark ediyorum ki, mesele gitmekte değil; mesele hâlâ görebilmekte, seçebilmekte ve küçük de olsa samimi anları yaratabilmekte.
Belki de mesele, zamanın hızında değil, bizim bu hıza teslim oluşumuzda. Küçük şeyleri fark edememek, basit mutlulukları gözden kaçırmak… Ve en önemlisi, samimiyeti ararken çoğu zaman karşılığını bulamamak… Ben hâlâ bazen durup, karşımda duran insanın bakışlarını görmek, gülüşünü hissetmek istiyorum. Ve bulduğumda, hâlâ o yılların ruhunu hissedebiliyorum.
Bazen de düşünüyorum...O dönemleri yaşamış olsaydım, eminim çok farklı hissederdim. Ama bugünün içinde bile, o ruhu yakalayabilmek mümkün. Sadece durmak, bakmak ve hissetmek gerekiyor. Bir arkadaşla uzun uzun konuşmak, hiçbir yere yetişmeye çalışmadan bir çay içmek, bir şarkıyı paylaşmak… Bunlar hâlâ gerçek mutluluk.
Benim için en değerli şey, işte bu küçük ama sahici anlar. Ekranlardan değil, kalpten kalbe kurulan bağlar. Hayatı basitçe, samimiyetle yaşamak… Çiçek çocukların hayalini belki tam olarak yakalayamayız ama onların hatırlattığı şeyi unutmayabiliriz... İnsan, sade şeylerle de mutlu olabilir.
Ve belki de en cesur tavır, bu çağın hızına karşı direnmek, yeniden yavaşlamaktır. Küçük mutlulukları fark etmek, samimiyeti seçmek ve hayatı gerçekten hissetmek. Ben hâlâ bunu deniyorum. Hâlâ yanımdaki insanın gözlerine bakıyor, birlikte gülmeye çalışıyorum. Ve inanıyorum ki, bazen o eski yıllardan daha gerçek, daha sahici anlar yaratmak hâlâ mümkün...