Toplumların gerçek gelişmişlik düzeyi yalnızca ekonomik göstergelerle, büyüme rakamlarıyla ya da kentlerin fiziki görünümüyle ölçülmez. Bir ülkenin kültürel seviyesini belirleyen asıl unsur, bireylerin birbirine gösterdiği saygı, nezaket, sorumluluk duygusu ve ortak yaşam bilincidir. Değer dediğimiz kavram, yüksek sesle söylenen süslü cümlelerde değil, kişinin iç dünyasıyla kurduğu tutarlı bütünlükte, mesleki ciddiyetinde, iş ahlakında ve topluma sunduğu katkının niteliğinde kendisini gösterir. Akademik literatürde “içsel kıymet” olarak tanımlanan bu nitelik, dışarıdan gelen geçici rüzgârlarla zayıflamaz; rastgele yorumlarla, ölçüsüz çıkışlarla gölgelenmez. Çünkü gerçek değer, kaynağını kişinin birikiminden, emeğinden ve duruşundan alır.
Ne yazık ki son dönemde, kamusal kimliği olan kişiler ve aileleri sıkça ölçüsüz söylemlerle hedef alınmakta, sosyal medya kültürünün kontrolsüz yapısı eleştiri ile saldırı arasındaki çizgiyi belirsizleştirmektedir. Oysa eleştiri, bilgiyle desteklendiğinde geliştirici bir araçtır; tartışma kültürünü zenginleştirir, toplumu düşünmeye sevk eder. Saygı sınırlarını aşarak kişiyi değersizleştirme noktasına ulaştığında ise toplumsal iletişimin kalitesini düşürür, ortak kültürü aşındırır. İfade özgürlüğü herkes için temel bir haktır, fakat bu hak hiçbir zaman incitme, küçük düşürme veya hedef gösterme hakkı değildir. Toplumun ortak değerlerini ve iletişim normlarını korumak, özgürlükle birlikte gelen bir sorumluluktur.
Bir insanın değeri; eğitimi, mesleki birikimi, sorumluluk bilinci, topluma kattığı somut ya da soyut katkılar ve yıllara yayılan emeğiyle şekillenir. Bu birleşim vakarla bütünleştiğinde kalıcı bir itibar yaratır. Gelişigüzel, bilgiye dayanmayan sözler bu bütünlüğü sarsamaz; yalnızca söyleyeni ele verir. Toplumsal olgunluk, her sözün aynı ağırlığa sahip olmadığını, kaynağı ve amacı ne olursa olsun her yorumun ciddiye alınmaya değer olmadığını bilmeyi gerektirir. Hakaretin yüksek sesle söylenmesi onu hakikat yapmaz; öfkenin etkisiyle dile getirilen ithamlar ise gerçeğin yerini tutamaz.
Kamusal sorumluluk taşıyan kişilere düşen görev, gürültüye teslim olmak ya da her söze karşılık vermek değildir. Aksine, kendi çizgisinde kararlılıkla yürümek, sorumluluk bilincini korumak ve seviyeli iletişimden ödün vermemektir. Siyasal iletişim etiği de tam olarak bunu emreder: Toplumu güçlendiren, kutuplaştırıcı dil değil; akılcı, ölçülü ve yapıcı söylemdir. Ölçüsüzlük gürültü yaratır ama çözüm üretmez; toplumun duyarlılığını ve sağduyusunu zayıflatır.
Gerçek değer, dışarıdan gelen geçici seslere göre biçim değiştiren kırılgan bir yapı değildir. Değersizleştirme çabalarına karşı sergilenen sessizlik, kabulleniş değil; bilinçli bir tercihtir. Bu tavır, seviyesizlikle aynı düzlemde tartışmaya girmemeyi, sözü değil duruşu öne çıkarmayı ifade eder. Asalet, tepkinin sertliğinde değil; tavrın tutarlılığında ve vakarında belli olur.
Bir insanın niteliği, eğitimi, görevi, karakteri ve topluma sunduğu katkı, rastgele yapılan yorumlarla zedelenemez. Toplumsal iletişimin seviyesi düşse dahi, ilke ve değerlerden taviz vermeden aynı çizgide yürümek gerekir. Kısacası, kamusal değer dışarıdan gelen seslere değil, içeriden gelen duruşa bakar. Toplumun gerçek ölçüsü, kalabalığın gürültüsüne kapılmadan yoluna devam edebilenlerde saklıdır.