Kıbrıs yüzyıllardır sarsıntıların gölgesinde yaşamayı öğrenmiş bir ada. Akdeniz’in ortasında duran bu küçük kara parçası, aslında büyük tektonik levhaların sessiz mücadelesinin tam sınırında yer alıyor. Afrika levhası kuzeye doğru ilerlerken Anadolu levhasının altına dalıyor. Bu kadim hareket binlerce yıldır hem coğrafyayı hem de insan yaşamını şekillendiriyor. Bu nedenle Kıbrıs’ta olası bir depremin konuşulması yalnızca geleceğe dair bir kaygı değil, geçmişin izlerini hatırlamak anlamına geliyor.
Bilim insanları Kıbrıs’ın güneyinde uzanan Helenik dalma-batma zonunun 6 ila 7 büyüklüğünde depremler üretebileceğini belirtiyor. Ada genelindeki eski yapı stoğu, farklı standartlar ve eksik afet planları riski büyütüyor. Fay hattı siyaset tanımaz. Bilimin de sınır tanımaması gerekir.
Ama bazen en derin sarsıntı yerin altında değil, insanın içinde başlar. 6 Şubat 2023 sabahı Türkiye’nin güneydoğusunda yaşanan büyük felaket, Kıbrıs’ta da yankılandı. O sabah ada halkı toprağın titreşimini uzaktan hissetti, ardından Adıyaman’dan gelen acı haberle yürekler paramparça oldu. Türk Maarif Koleji’nin voleybol takımı öğrencileri, Şampiyon Meleklerimiz, İsias Otel’in enkazında kaldı. Bu sadece bir depremin değil, bir neslin umutlarının yıkılışıydı.
Bin gün geçti. Bir çocuğun büyüyüp yürümeye başladığı, bir ağacın kök saldığı kadar uzun bir zaman. Ancak bu süre boyunca acı eksilmedi, adalet arayışı da dinmedi. Başbakan Üstel’in de dile getirdiği gibi bu bin gün acının azalmadığı, adaletin ise kararlılıkla arandığı bir dönemdir. Çünkü 6 Şubat’ta yaşananlar yalnızca doğanın değil, insan eliyle biriken ihmallerin sonucuydu. Bu kaderin değil, göz ardı edilen sorumlulukların zinciridir.
Adıyaman’daki dava artık bir hukuk meselesinden çok bir vicdan mücadelesine dönüştü. Kamu görevlilerinin yargılandığı süreç ağır adımlarla ilerliyor. Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesi, davanın üçüncü duruşmasını 6 Kasım 2025’te yapacak. Bu duruşmada kamu görevlilerinin sorumlulukları ele alınacak ve KKTC halkı bu sürecin takipçisi olacaktır. Çünkü adalet yalnızca mahkeme salonlarında değil, bir toplumun kalbinde hüküm sürer.
Kıbrıs’ın tarihi bize şunu öğretir. Bu topraklar defalarca yıkıldı ama her seferinde yeniden ayağa kalktı. Deprem engellenemez, fakat yıkım önlenebilir. İhmalin, denetimsizliğin ve umursamazlığın yarattığı enkazlar ancak adaletle kaldırılabilir. Bugün Kıbrıs’ın kalbinde iki sarsıntı yaşanıyor. Biri yerin derinliklerinden gelen doğal sarsıntı, diğeri insan vicdanında yankılanan adalet sarsıntısı. Bu adanın gerçek direnci toprağın dayanıklılığında değil, unutmayan kalplerin kararlılığında saklıdır.
Yıllar önce Endonezya’da yaşanan büyük depremde oğlum Dr. Kandemir Berova, “Anne yardım için KKTC Sağlık Bakanlığı ekibine katılıyorum, Endonezya’ya gideceğim” dediğinde kalbimde aynı sarsıntıyı hissetmiştim. Bir annenin içinde korku, endişe ve gururun aynı anda var olduğu o anı tarif etmek mümkün değildi. Küçük bir çantaya sığdırmaya çalıştığım birkaç eşya arasında en ağır olan, bir annenin yüreğindeki endişeydi. Uçak havalanırken ben de kendi içimdeki depremin şiddetini hissediyordum. O günlerin haberlerini beklerken yaşanan belirsizlik, aslında deprem gerçeğinin ne kadar derin bir insani sınav olduğunu bana bir kez daha gösterdi.
Bugün dünyanın neresinde olursa olsun “deprem oldu” sözü duyulduğunda, insanda yalnız korku değil, geçmişteki kayıpların acısı da canlanıyor. Türkiye’de yaşanan her deprem halkın hafızasında derin izler bırakıyor. Arkada kalanların hikâyeleri ve dökülen gözyaşları, iyileşmemiş bir yara gibi hep içimizde kalıyor.
Sonunda yalnızca gerçeğin ve vicdanın sesi kalıyor. Çünkü adalet gecikebilir ama susmaz.
Kıbrıs’ın kalbinde sarsılan vicdan, işte bu sessiz adalet arayışının en güçlü yankısıdır.