ŞİDDETİN GÖRMEZDEN GELİNMİŞ YÜKÜ

Gizem Özgeç yazdı...

Her yıl 25 Kasım geldiğinde, dünya bir kere daha “kadına şiddet” konusunda ağlar, konuşur ve bir anlık da olsa topyekûn bir vicdan muhasebesine girer. Kadına şiddet karşısında tepki gösteren tüm güzel yürekler, sosyal medya paylaşımlarında “Kadına Şiddete Hayır” pankartlarıyla fotoğraf paylaşır, sokaklarda yürür, politikacılar özür diler, gazeteciler manşet atar. Oysa 26 Kasım’da ne yazık ki hiçbir şey değişmez. Kadına şiddet devam eder. Ve bir sonraki 25 Kasım’da hep aynı sahne… Hep aynı figürler.

Evet, bir 25 Kasım daha geldi. Herkes sosyal medyada, gazetelerde, televizyonlarda kadına şiddetle mücadele hakkında laflar edip duracak. Peki, ya gerçekte? Gerçekte, sadece birkaç saat sonra bir kadın daha şiddet görecek. Bir kadın daha sokak ortasında dövülecek, evinde katledilecek, çalıştığı işyerinde haksızlığa uğrayacak.

KKTC’de, Türkiye’de, hatta dünyanın her köşesinde, kadına şiddet her gün biraz daha derinleşiyor. Ve her geçen gün, erkekler bu “geleneksel haklarını” daha da görünür hale getiriyor. Bize kalmış olan tek şey, bu travmayı, bu acıyı, yıllardır duygusal ve entelektüel bir yük olarak taşımak. Her yıl “Kadına şiddet hayır” diyoruz, ama bir şey değişmiyor. Kadınlar yine öldürülüyor, dövülüyor, taciz ediliyor, her türlü şiddete maruz kalıyor. Sadece şimdi şiddet daha da normalleşmiş durumda. Artık kimse pek şaşırmıyor.

Fakat burada dikkat edilmesi gereken bir diğer şey daha var. Aslında kadına şiddet, her yıl 25 Kasım’da dile getirilen bir “toplumsal sorumluluk” değil, çoktan bir endüstriye dönüştü. Şiddet haberleri, televizyonda bir prime time şovuna dönüştü. Ölü kadınlar, ünlü gazeteciler için “gündem yaratma malzemesi”ne dönüştü. Kimi gazeteciler, kadına şiddetle ilgili yazılarında duygusal çıkışlar yaparak birkaç puan toplayacak, ama ertesi gün yazılarında kadına şiddet konusunda “duyarlı” olmanın farkına bile varmayacaklar.

Bunlar, toplumsal yapının kokuşmuşluklarından sadece bazıları. Gerçek şudur ki, kadına şiddetle mücadele etmek için, önce zihinsel devrim gereklidir. Önce, toplumda kadına yönelik cinsiyetçi bakış açısının, “kadınların yeri” üzerine kurulu yanlışların kökünden kazınması gerekir. Kadın, “yerini bilen” bir varlık değil, “insan”dır. Şiddetin, sadece bir kadının değil, tüm insanlığın sorunu olduğu gerçeğini kabul etmeden, bu meseleyle mücadele edilemez.

Bu yüzden 25 Kasım sadece bir gün değil, her kadının ve her insanın onurlu yaşamak için mücadele ettiği bir yaşam biçimine dönüşmelidir. Evet, belki bu 25 Kasım’da da hiçbir şey değişmeyecek, ama kimse 26 Kasım’a kadar bu mücadeleyi unutmasın. Çünkü en büyük şiddet, toplumsal vicdanın ölmesidir. En büyük şiddet, “Kadına şiddet” söylemiyle yetinmek, yaşanmış acıların simgeleriyle manipüle edilen bir toplumda yaşamaktır.

Ve belki de en acısı şu: Bu satırları yazarken, bir kadının daha öldüğüne dair bir haber bile alabiliriz. Ama kimse şaşırmayacak.

{ "vars": { "account": "G-2P5695J8JB" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }