Gazeteci nedir?

Gazeteci, bilgiyi, haber şeklinde gazetelerde, dergilerde, televizyonlarda, radyolarda, internet üzerindeki yeni medya organlarında “insanlara” ulaştıran kişidir...

-*-*-

Kimlere “gazeteci” denir?

Önce, en başta, birinci sırada “muhabirler”e...

Sonra yazı işlerindeki editörlere ve haliyle onların “yazı işleri müdürü” veya “haber müdürü” şeklinde sıfatlandırabileceğimiz üstlerine...

-*-*-

Foto muhabirleri, kameramanlar, “gazetecilik” sınıfının en önemli öteki grubudur...

-*-*-

Köşe yazarlarının tümünün “gazeteci” olduğunu söylemek doğru değildir.

Sadece “yorum yapıp”, kendi görüşlerini okuyucuya aktaran kişi, “yorumcu” olabilir...

Dolayısıyla, “olayların perde gerisi ile ilgili bilgi ve yorum yazan kişiler” evet “gazeteci”dir.

Haliyle buradaki “ayrıma” dikkat edilmesi gerekir...

-*-*-

Ve tabii ki “gazetecilik”ten gelen çeşitli unvanları bulunan “bir yığın” yönetici kadroyu da “gazeteci” sınıfı içerisinde sayabiliriz...

-*-*-

Efendim peki matbaada çalışan işçi?

Veya dağıtımcı?

Peki sayfa tasarımcıları?

Onlar hem sanatkardır hem de elbette gazetecidir!

Yığınla “benzer” iş yapan, spikerler, program sunucuları, yapımcılar söz konusudur...

-*-*-

Bazen, “Medya sektörü çalışanı” olmakla “gazeteci” olmayı ayırmak kolay olmayabilir ama tekrar ediyorum, “yorumcu” ile “haberciyi” mutlaka ayırmak şarttır.

-*-*-

Bunları, birilerini yüceltmek veya ötekileştirmek ya da aşağılamak için yazmıyorum...

-*-*-

Son bir haftadan beri, bazı tartışmalar yapılıyor.

O tartışmalar sathında, bazı bilgiler, bazı birikimler, bazı saptamalar paylaşmak arzusundayım sadece...

-*-*-

Gazeteci dilediğini yazar mı?

Yazabilir mi?

Yazmalı mı?

-*-*-

Mesleğe yeni başlayan, “alaylı” veya “okullu” gençler için elbette bu meslek, “idealizm” kokan bir meslektir, hayallerini kırmak istemem ama Dünya’nın çok büyük genelinde; üç – beş Kuzey Avrupa ülkesi hariç, hiç bir “devlet”, hiç bir “hukuk sistemi”, hiç bir “demokrasi”, dilediğini yazma veya söyleme özgürlüğü vermez!

-*-*-

Önce, meslek ilkeleri vardır...

Evrenseldir bu ilkeler...

Haliyle bu ilkelere uymak, meslek onuru ile birlikte, görevdir...

-*-*-

Sonra toplumun veya devletin demokratikleşme seviyesine göre, “dilediğini yazma veya söyleme” özgürlükleri kısıtlanabilir...

Mesela Suudi Arabistan’da dilediğini yazıp söyleyeni kıyma makinesinden geçirebilirler.

İran’da, Çin’de ve ne yazık ki Türkiye’de hapse atılanlar çok fazladır.

-*-*-

Kuzey Kore’yi bilmiyoruz...

Ama mesela Malta’da bile “dilediğini yazmayı deneyenlerin” arabalarına bomba konulabilir.

İsrail’de dilediğini yazanlar, ansızın ölü bulunur; otopside ölüm sebebi belirlenmez!

-*-*-

Amerika’da her dileyen, dilediğini yazabilir mi?

İngiltere veya Fransa’da?

Asla yazamaz...

-*-*-

O ülkeyi, bu ülkeyi geçin; KKTC’ye gelin!

Mümkün müdür?

Dilediğini yazıp söylemek kolay mıdır?

-*-*-

Uzun uzadıya tartışmanın bir anlamı yoktur!

KKTC’de de elbette evrensel ilkeler, hukuk sistemi, demokrasimiz, toplumun küçük oluşu kapsamında çok ciddi “engeller” söz konusudur ve “dilediğini yazmak veya söylemek” mümkün değildir!

En basit ihtimalle, “işsiz” kalırsın!

Göçersin, mesleği bırakırsın!

-*-*-

Direnmek ve inatla, ısrarla en doğru haberciliği yapmak mümkün müdür?

Bir yere kadar; çok sınırlı sayıda “kadro” bunu yapabilmektedir.

-*-*-

Memleketin siyasi yapısı, demokratik özgürlüklerin sınırsız olduğu bir yapı değildir...

Kıbrıs Türk toplumu, 1958’den sonra, “dikte edilen gazetecilik” ve “bir miktar özgür gazetecilik” arasındaki mücadeleye tanık olmuş bir toplumdur...

-*-*-

Dikte edilen, resmi ideolojinin propagandasını içeren, “gazetecilik”ten çok, bir halkla ilişkiler yayıncılığıdır...

“Bir miktar özgür gazetecilik” ise Fazıl Yücel’le başlayan, Ayhan Hikmet ve Muzaffer Gürkan ile devam eden, Kutlu Adalı ile sonlanan dört cinayet yaşamış bir gazetecilik türüdür...

Gazetecilik tarihi yazacak değiliz elbette ama 1974 sonrasındaki düzende,  zaman zaman “siyasi veya askeri otoritelere” diklenen yayınlar görülmekle birlikte; “bu cesareti sergilediği için” en ciddi saldırıya uğrayan ilk gazete Yenidüzen; en ciddi saldırıları yaşayan ise Avrupa – Afrika – Avrupa olmuştur...

-*-*-

Bu noktada, son bir hafta içerisinde yaşananlar, bardağı taşıran son iki damla olmakla birlikte; “periyodik olarak saldırıya uğrayan dört – beş gazeteciden biri olmak”, sanırım bana da bazı sözler söyleme hakkı veriyordur.

-*-*-

Evet, “lütfen kimse bize işimizi öğretmesin”...

Ama bize işimizi öğretmeye çalışan, taciz eden, tehdit eden bir tek “faşist” dediğimiz kesimler mi?

Değildir!

-*-*-

Avrupa gazetesinin dün manşetten yayınladığı serzenişi kabul ediyorum...

Haklı bir serzeniştir...

-*-*-

Ama mesela, sosyal medyada bazı arkadaşların yorumları pek haklı değildir...

Hatta hiç haklı değildir!

Hatta ve hatta “bize işimizi öğretmeye çalışma densizliği”dir!

-*-*-

“... Ankara aleyhine yazmayan özgür basıdan söz etmesin” diyor bir kişi...

“... İşgalciye tek satır yazmayan, tek kelime etmeyen gazeteci mi?” diye soruyor öteki...

Bunu soran üç – beş kişiye baktım; hepsi “devlet memuru!”...

İstifa edin!

Buyurun siz yazın!

Maaştan vazgeçin demek istiyorum!

Haydi, hemen şimdi!

-*-*-

Gazeteciyi suçlamak kolay...

Aslında, “suçlamak” başlı başına Dünya’nın en kolay “yöntemi”...

Oturduğun yerden salla gitsin!

Oturduğun yerden, bas klavyeye, internette arkadaşların okusun!

-*-*-

Ama rica ediyorum; lütfen ama lütfen; tüm gerçekleri, tüm yaşananları, tüm piyasayı, tüm kuruluşları, borçlarını, harçlarını, bağımlılıklarını, bağımsızlıklarını iyi analiz ederek, bazı kişileri suçlayalım...

Biraz empati yapalım...

Biraz da öz eleştiri...

Önce kendimizi “şak diye suçladığımız”; “bunlar gazeteci mi be?” diye  sorgulamaya çalıştığımız insanların yerine koyalım...

Sonra, “birey olarak bu eleştiri hakkını elde edecek ne yaptım?” diye kendi kendimize bir soralım!

-*-*-

Gazetecilik kolay bir meslek değildir...

Hele bu ülkede...

Sivrisineği ve dedikodusu bol...