En çok siyasi istikrara sahip olmamız gereken bir dönemdeyiz… 

Ve üzgünüm ama “toplumsal çıkarlarla” değil, bazı kişilerin çıkarları uğruna, bu istikrar allem gallemdir!

-*-*-

Ve hepsinden öteye, Kıbrıs sorununun en çok çözümüne gereksinim duyduğumuz bu günlerde, en içinden çıkılmaza doğru yol aldığımız da apaçıktır!

-*-*-

Neden mi?

Nasıl mı?

-*-*-

Anlatalım…

Hükümette istikrar yok mu?

Yoktur!

Neden?

Çünkü, perde gerisinde kapkaranlık kişi veya kişilerin çıkarları uğruna, hem en küçük ortak YDP’de, hem de UBP’de siyasi kavga söz konusudur.

-*-*-

UBP’de, dev gibi bir kurultay yapıldı.

Ve bu kurultayın son derece demokratik olan sonucu, birkaç kişinin girişimi ile çöpe atıldı.

Evet, akabinde Genel Sekreter pozisyonundaki Ersan Saner’e partinin genel başkanlığı verildi ama bu “veriliş” güçlü bir yapı ve güçlü bir parti yapısına olanak sağlayamadı.

-*-*-

Hala kabine değişikliğinden söz ediliyor olması; kişisel hesaplar yapılıyor olmasından kaynaklanıyor.

Bu kişisel hesaplar, partinin genel başkanlık yarışıyla alakalıymış gibi görülse de aslında değildir.

Bazı kişi veya kişilerin, partinin önde gelen elemanları ile ilişkilerini her zaman daha sağlam yapma hesaplarıyla ilgilidir.

Yani işin sonucunda ince hesaplar, ihaleler vardır.

-*-*-

YDP’deki kavga da, ne ideolojiktir, ne şudur, ne de budur…

Keşke öyle olsaydı…

Keşke, son derece “çıkarsız” ve sadece toplumsal hedefler için bir başkanlık yarışı yapılıyor olsaydı.

Ama öyle bir yarış yaşanıyor ki; sonucunda kırılma olmayacağını söylemek; bence saf bir tahmin olur.

-*-*-

Haliyle gerek YDP’nin gerekse UBP’nin yaşadığı “iç kavga”nın asıl sebebi toplumsal çıkarlar olmamakla birlikte; her iki partinin “hükümet etmeye konsantre olma gücü” düşmektedir.

-*-*-

Bu saatten sonra, iki parti için de “geri dönüş” mümkün değildir.

Dolayısıyla “istikrarlı” ve “çok çalışan” bir kabine beklemek, abesle iştigaldir.

-*-*-

Gelelim Kıbrıs meselesine…

Kıbrıs meselesinin çözümü neden acildir?

Çok gerekçe var ama en basit üç gerekçeyi söyleyeyim:

1 – Çeşitli uluslararası finansal kaynaklara ulaşabilmek için.

2- Aşıya daha fazla ulaşabilmek için.

3 – Turizm için…

-*-*-

Kıbrıs meselesinin çözümsüzlüğü, finans, turizm ve sağlık açısından bizi daha fazla Türkiye’ye bağımlı kılıyor.

Bu durumun rahatsız etmediği insanlar olması gayet doğaldır.

Egemen eşit iki devletli çözümü savunmak da herkesin en doğal hakkıdır.

Ama, Nisan sonrasını, Mayıs’ı, Haziran’ı da hesaplamak şarttır.

-*-*-

Eğer Nisan sonunda yapılacak toplantıda “masadan kaçan taraf” durumuna düşersek; Dünya’dan izole edilişimizin kapasitesi de ediliş hızı da artacak.

Ve Türkiye’ye muhtaciyet seviyesi yükselecek.

İstenen bu mudur?

Sanmıyorum…

-*-*-

Peki bu pozisyondan geri dönüş mümkün mü?

Bu saatten sonra, bunca tükürüğün yalanması ihtimali olmayacağı için hayır mümkün değildir.

-*-*-

Dolayısıyla 2021 yılı için istikrarlı bir hükümet beklemek mantıklı değildir.

Ve Nisan ayı sonrasında Dünya’dan daha çok izole bir “KKTC” olacağı da yüksek olasılıktır.

-*-*-

Birçoğumuza göre istikrarsız iç siyaset, uluslararası dışlanmışlığın artması ve aynı anda “aşısız toplumda Covid – 19 hasta sayısı da artarsa” bu durum tam anlamıyla bir felakettir.

-*-*-

Ama, bu durumu “avantaj” olarak görenler olamaz mı?

Olduğu açıktır!

Bu durumu avantaj olarak görenlerin, yani en başta Cumhurbaşkanı ve hükümet ortaklarının, ortaya daha akılcı, daha gerçekçi, toplumu rahatlatıcı siyasetler, projeler, programlar koyması gerekmez mi?

Bence gerekir!

Ki burada da eksiklik söz konusudur!

-*-*-

Eksikliklerin en başında “belirsizlik”ler geliyor!

Mesela mali belirsizlik…

Turizm yok…

Mevcut gidişle ülkenin çok ciddi gelir açığı olacak…

Türkiye tek kaynak!

Verir mi?

Verecek mi?

Orada var mı?

“Belirsiz!”…

-*-*-

Peki aşı?

Bilmiyoruz!

Türkiye alırsa veya kendisi üretirse, bize de verecek!

Peki, Türkiye’nin aldığı ve bize vereceği “Çin Aşısı”, Avrupa ile ilişkilerimizde ne kadar “kullanılabilir” olacak?

Pek endişeli değilim; Avrupa er ya da geç Çin üretimi aşıyı da onaylayacaktır ama yine de “belirsiz!”…

-*-*-

Kıbrıs meselesine gelince…

Eğer müzakereler koparsa ve bu kopuş nedeniyle suçlanan taraf da “egemen eşit talebi” nedeniyle “bizim taraf” olursa; mesela en basitiyle ülkeye turist akışı ciddi anlamda “olumsuz” yönde etkilenecektir.

Kaldı ki, bu konu yani bu yıl turizm olup olmayacağı konusu başlı başına belirsizliktir!

-*-*-

Çok dikkatli olmak lazım…

Mesela “Türkiye’nin garantisi bizim için vazgeçilmezdir” diyoruz ya; peki aynı anda “egemen eşit iki devlet”i nasıl talep ederiz?

Türkiye’nin garanti hakkı, egemen eşit iki devlet olayını yani “Taksimi” yasaklayan anlaşmalardan kaynaklanmıyor mu?

Ayrı ve de bağımsız bir devleti savunuyorsanız ve bu konuda çok ciddi ve ısrarlıysanız, “garantörlük”ten bahsetmenize gerek yok ki!

Siz ayrılın, dilediğiniz ülkeyi de “vasi” olarak belirleyin; kimse size karışamaz!

Haaa buna “uluslararası hukuk çerçevesinde bir kulp arıyorsanız”, o zaman hem taksimi hem de garantörlüğü aynı anda “talep etmeyin”…

-*-*-

Sonuç…

Yukarıda da belirttiğim gibi; içte siyasi istikrarsızlık; dışta uluslararası felaket ihtimali veya en iyi ihtimalle belirsizliği nedeniyle; 2021’in geride kalan 9 buçuk ayının pek de hayırlı olacağını söylemek imkansız gibi duruyor.

Bugün Cuma…

Mübarek gün…

Ve günün duası: İnşallah yanılırım!