Ses Kıbrıs Genel Yayın Yönetmeni Aytuğ Türkkan'ın köşe yazısı...

Her gün yazı yazan biri değilim ama her asgari ücret belirlendikten sonra benzer yorumu yapmaktan kendimi alamıyorum!

Çünkü her 6-7 ayda bir yaşanan süreç bir diğerinin tekrarı gibi..

Hata yapıyoruz, hata yaptığımızı daha bir ay geçmeden anlıyoruz ama ayni hatayı tekrarlayarak deyim yerindeyse tam bir tiyatro oynuyoruz!

Evet yeni asgari ücret belirlendi; hayırlı olsun, diyeceğim ama hayırlı olur mu emin değilim!

Bu kez asgari cüretin belirlenmesi sonrasında ilginç bir kare servis edildi.. Sizler de fark etmişsinizdir; ilgili Bakan, sendika temsilcisi ve işveren temsilcinin yüzlerinin güldüğü, el ele verdikleri bir kare, gazetelerimizde boy boy yer aldı..

Yani verilen mesaj açık; varılan uzlaşıdan herkes memnun!

İşçi tarafı gariban asgari ücreti gelirinin bir anda 8 bin 600 TL’den 11 bin 800’e yükseldiği için mutlu (ysa), işveren tarafı devletin katkısının devam edeceğine yönelik garantiyi almasından dolayı memnun ve devlet temsilcilerinin de her iki tarafı da mutlu ettiği, tepki almayacak olmasından dolayı yüzü gülüyor..

Peki gerçek öyle mi?

Maalesef değil..

Çünkü işçi bir anda yağmur gibi başlayan zamlarla 11 bin 800’ün yine sefalet ücreti olduğunu algılayacak, iş veren zam yapmadan bu yükü kaldıramayacağını görüp istemeden de olsa sattığı emtiayı zamlayacak ve belki de gelir kaybına uğrayacak, devlet de 2-3 ay sonra yeniden asgari ücret tartışmasının göbeğinde kalmasından dolayı huzursuzluk yaşayacak.

Gerçek şu ki; asgari ücreti 20 bin TL olarak belirleseler dahi çalışan sefaletten kurtulamaz..

Realite bu!

Çünkü önemli olan rakamları yükseltmek değil, hayatın pahalı olmasının önüne geçecek uygulamaları hayata geçirmektir.

Israrla yüzleşmediğimiz ya da yüzleşmek istemediğimiz gerçek budur..

Asgari ücretli daha eline zamlı maaşını alamadan iğneden ipliğe her şeye zam geldi, geliyor, gelecek.

Bu da çok normaldir..

Yanında 2-3 kişi çalıştıran küçük işletme, 10-12 kişi çalışan orta ölçekli bir işletme ya da 50’den fazla işçi çalıştıran büyük bir kurum hiç fark etmez… Bir çalışana ödediği maaşa yüzde 40’a varan bir artış gelirse bu da emtiyalara yapılacak zam ile kapatılabilir..

Zam demek asgari ücret artışının eriyip gitmesi demektir.. Ha eğer zam yapılamayacak bir sektör içerisindeyse de bu artışın telafisi ancak işten çıkarmaktan geçecektir!

Çünkü hesap gayet basittir!

Gerçek budur..

Hükümet etmek gerçekçi ve çözüm üretici politikalar hayata geçirmeyi gerektirir..

Ancak bizdeki durum maalesef böyle değildir.

Yapılması gereken asgari ücreti yükseltmek değil, hayatın pahalı olmasının önüne geçmektir. Bu da 3 temel icraat ile mümkün olabilir..

·         Birincisi temel tüketim maddelerinde devletin fiyat belirleyecek bir yasal çalışma yapması,

·         İkincisi bu yasanın yürürlüğe girmesiyle ciddi bir denetim mekanizmasının oluşturulması,

·         üçüncüsü de eğer yasalara uymayanlar olursa parti rozetlerine bakılmaksızın ciddi bir cezai yaptırım uygulanmasıdır.

Gidilmesi gereken yol budur..

Ne zaman ki bu yol yürünmeye başlar, işte o zaman gerçek anlamda mutlu bir fotoğraf karesi oluşur..

Aksi takdirde herkes kendi rolünü oynamaya yani; asgari ücretli sefil kalmaya, piyasa küçülmeye, hükümet de tepki almaya devam eder..