Koronavirüs korkusu arttı.
Neden?
Kimse kusura bakmasın ama “ekonomik laçkalıktan” diyebiliriz mesela!
Efendim, “bize kumarcı lazım yanlışı”yla da açıklayabiliriz herşeyi!
Kimse kusura bakmasın, “şımarıklık” ve “züppelik”le de!

-*-*-

Zenginim, gelirim, sizin PCR kuralınızı da takmam, sonucun çıkmasını da beklemem, otelin de adını kirletirim, sizin tedavinizi de reddederim, özel jetime binerim, torpilimle sizi sallarım, çeker giderim!
Yok!
Olmaz!
Buna, “eşek yerine koyma” denir, kimse kusura bakmasın!

-*-*-

Benim çok param var, oğluma torpil yaparım!
Benim çok daha fazla da param var; özel jet getiririm, ülkeye kaçak insan sokarım, yasa gereği tutmam gereken kamera kayıtlarını da silerim…
Olmaz!
Herkes, ya yasalara uyacak; ya da herkes uymama hakkına sahip olacak!

-*-*-

Oysa, biz bu günlerde, bunları değil, Çetinkaya’yı konuşmalıydık…
Bu sene futbolu es geçtik!
O da koronavirüs yüzünden tabii ki!
Mağusa Türk Gücü’nü, Mesarya’yı doğru dürüst kutlayamadık…
GG’nin küme düşmelerine, çıkmalarına alışkınız ama Çetinkaya’nın düşüşünün heyecanını bile doğru dürüst hissedemedik!
Birkaç Lefke taraftarı, birkaç da Serdarlı taraftarının hafiften “kinayeli” mesajları dışında, “be arkadaşlar, Gahraman Çetingaya küme düştü”nün dedikodusunu bile yapamadık.

-*-*-

Meclis’te dün kavgalar çıkmış!
Zaten hep çıkardı!
Hükümet krizi varmış!
Keşke olmasa ama olacağı belliydi, koalisyon ortaklarının ikisi de “Cumhurbaşkanı adayı” oldu, bu iş gitmeyecekti.
Gitmeyecek!

-*-*-

Artık saflar belirlendi…
Adaylar da netleşti…
Sağda “çatı aday” hala aranıyor mu?
Bence sağın çatı adayı, Ersin Tatar’dan başkası olamaz.
Neden?
“UBP büyüktür hepimizden” de ondan!

-*-*-

Türkiye, istesek de istemesek de; Ada’da, kökleri 1974 öncesinden kalan tek bir “Kıbrıslı Türk” bulunmasa da, “Kıbrıs’taki çıkarlarım bakidir” politikasını artık çok yüksek sesle dillendiriyor.
Eskiden bu siyaset, daha bir gizli tutuluyordu.
“Haklıydı, doğruydu, haksızdı, yanlıştı”yı kesinlikle tartışabiliriz… Tartışmak, aytışmak, münazara etmek en demokratik hakkımızdır ama Türkiye’yi bu talebinden dolayı suçlayamayız… 
Çözümü; daha barışçıl, daha güvercinimsi, daha istekli bir şekilde konuşmalıyız… Ancak, Türkiye’yi, bu konuşmaların, müzakerelerin, dışında durmaya zorlamanın, imkansızı istemek olduğunu kabul etmeliyiz… 
“Silahlanalım, kovalım Türkiye’yi” diyen varsa; buyursun söylesin yani…

-*-*-

Kıbrıs sorunu, bizim için acildir. Hemen çözüm çok elzemdir ve hemen çözüm olayında, Türkiye’yi dışlamak, mümkün değildir.
Sağda veya solda, “Türkiye’nin uşağı veya adamı” tartışmalarına girmek, doğru olmaz.
Türkiye; kendisi ile çok daha uyumlu çalışabilecek bir müzakereci yani KKTC Cumhurbaşkanı istemekte de yerden göğe kadar haklıdır.

-*-*-

Efendim, “Türkiye ile uyumlu çalışmayacak aday mı var?”…
Kesinlikle yoktur.
Ama, Türkiye’de her türlü kredisini yitirmiş aday veya adaylar olabilir.

-*-*-

Çözüm istemek!
Kıbrıs sorununun çözümünü istemeyen var mı?
Bazı çözüm modellerini savunmak, çözüm istememenin ta kendisidir ama herkes bir şekilde, üç aşağı beş de yukarı çözüm istiyor.

-*-*-

Yıllardır savunduğum iki şey var:
Bir: Son karar yeri KKTC seçmeninin iradesi değildir. Türkiye’dir.
İki: TMT ve EOKA B “zihniyetleri”nin onaylamadığı bir çözümün yaşam şansı çok zordur.

-*-*-

Kısacası, AKEL lideri Dimitris Hristofyas (Toprağı bol olsun) ve CTP lideri Mehmet Ali Talat bu işi başaramadı gerçeğini de göz ardı etmemeliyiz.
Şu anda masadaki en temel kriterlere imza koyan liderlerin, “Denktaş, Makarios, Kipriyanu, Eroğlu ve Anastasiadis” (1977 ve 1979 zirveleri ile 11 Nisan 2014 Belgesi) olduğu realitesini iyi bilerek; Anastasiadis’in karşısına, son imzayı atacak kişi olarak oturması gerekenin, UBP’nin adayı veya sağın çatı adayı olmasının “avantaj” olacağı düşüncesindeyim…

-*-*-

Hemen saldırıya geçmeye gerek yok…
Mesele şu kişi veya bu kişi değildir.
Tüm adaylar, siyasi duruşlarına bakılmaksızın, bizim kardeşimizdir, dostumuzdur, ağabeyimizdir… 
Ama çözümün “en mızır kesime de anlatılabilmesi ve uzun ömürlü olabilmesi” adına, EOKA B zihniyetinden gelmiş Anastasiadis’in karşısındaki kişinin, TMT zihniyetini temsil eden en büyük siyasi parti veya gruptan olması, bir çeşit zorunluluktur.
Ve şu anda, gerek Türkiye ile çok iyi ilişkiler gerekse de Anastasiadis gibi “liberal” ama aynı zamanda “Kıbrıs için çok hayati olan milliyetçilik şurubunu rahatlıkla içebilen” aday, Ersin Tatar’dan başkası değildir.

-*-*-

Tartışalım…
Kavga etmeden, aşağılamadan, kırmadan ve dökmeden konuşalım…
Türkiye ya da daha doğru ifadeyle, Erdoğan’ın her türlü siyasi duruşunu elbette beğenmeyebiliriz.
Türkiye’ye baktığımız zaman, demokrasi, hukuk ve insan hakları açısından “çok ileri adımlar atıldı, maşallah” yorumunu yapamayız.
Türkiye’ye baktığımız zaman, “bizim için kutsal bir değer olan laikliğin, ciddi anlamda yerlerde sürünüyor olduğunu da öne sürebiliriz”… 
Ama, aynı Türkiye’nin sadece Kıbrıs sorununda değil; bölge genelindeki ağırlığını, gücünü veya taleplerini “göz ardı” edemeyiz…

-*-*-

O taleplere karşı durmak mı?
Tabii ki Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki taleplerine karşı durmak bir siyasi duruş meselesidir.
Tabii ki siyasetin prensipleri ve demokrasinin tüm kuralları işlediği anda, Türkiye’deki mevcut siyasi otoriteyle uyuşmamak, bir siyasi görev olarak da algılanabilir.
Ama bizim veya benim için tek ve ilk yapılması gereken Kıbrıs sorununun çözümüdür ve bu çözümü zorlamanın adı, Türkiye’ye karşı savaş ilan etmek değildir.
Maharet, müzakere masasında, Türkiye’nin varlığını, Annan Planı dönemindeki duruşa yani “güvercine” çevirmektir.