ENDÜSTRİYEL FUTBOL ve DÖNÜŞÜM Futbol artık bir kitle sporu değil, ‘kitleleri yönetenlerin’ sporudur mâlumunuz üzere. “Futbol en büyük kitle sporudur” diye dillendirilen klişe deyişe maalesef artık katılmıyorum. Bu saptama Hun Türkleri’nin futbol dünyası için geçerli olabilir ama günümüz futbol disiplini için geçerli değil. 300 bin futbol kulübü, 240 milyon aktif lisanslı futbolcu ve 300 milyar USD’lik finansmanı olan ‘bacası tütmeyen sanayi’ tanımlaması sizi yanıltmasın. Küresel ısınma sayesinde sayıları giderek azalan buzul dağlarının görünen yüzünde bu rakamlar var ama görünmeyen yüzünde de Titanic yolcu gemisi gibi buzula çarpıp, su almaya başlayan bir futbol dünyası var artık. Artık “Futbol kitlelerin değil, kitleleri yönetenlerin sporudur” demekte fayda var, zira perde gerisinde şike, şiddet, doping, müşterek bahis çeteleri, şantaj ve terör gibi kemiren gibi kanserli hücreler var üstümüzden uzak. Futbolun yeni sahiplerinin amacı; ‘Herhangi bir spor etiğini veya ahlâkını savunmak değil, yatırımlarını verimli kılıp, kârlarını artırmaktır’. İşte, bu duruma paralel olarak da; “Futbol artık vahşi kapitalizmin oyuncağı oldu” demişti bir köşe yazısında Spor Sosyoloğu Simon Kuper. Geçmiş dönemde futbolun yoğun bir şekilde milliyetçilik ve şovenizm tehdidi altında olduğu düşünüldü ama sınırların kalkması ile küreselleşen bu fâni dünyada futbol artık ‘ticari bir fuar’ halini aldı. Hatta ve hatta futbol artık ultra-liberal kapitalizmin emrinde bir tür Troya Atı olduğu izlenimi de uyandırıyor. Racing Club de Paris’in Kulüp Başkanı Jean-Luc Lagardere; “Ekonomi alanında savaş veren firmalar için kullanılan sportif model, başarının en önemli anahtarıdır” demişti. Haklı da, zira spor 2,5 milyar insanın direkt ilgilendiği birinci hobisi. Bu durumdan yararlanan piyasa; simgelerini, değerlerini ve yöntemlerini yaymak için futbolu kullandı. Her yeri işgal eden reklamların ve diğer mali atılımların sonucunda Lionel Messi, Cristiano Ronaldo gibi futbolcuların transfer ücreti, yeşil banknotlardan döşenmiş halılara dönen çim sahalarda çırpınıp duran genç insanların gelir ve servetleri artık kimseyi rahatsız etmiyor. Bununla beraber TV kanallarının reyting oranlarını ve kulüplerin kasalarını beslemeye yönelik maç yayınlarındaki sınırsız artış da usandırıcı bir hâl aldığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Avrupa Komisyonu genç oyunculara dayatılan ve uzun vadede bir tür emek sömürüsü ve modern kölecilik biçimine benzetilebilecek uygulamanın önünü almaya çalışıyor bugünlerde. O günlerde ‘Avrupa Birliği’nin (AB) kalbinde Brüksel, Brüksel’in de kalbinde de yine futbol gündemdeydi’. Biz daha o yıllarda futbolumuza ilişkin sığ görüşlerle birbirimizi didiklerken, adamlar futbolda yeni bir ‘reform’ peşindeydiler. Brüksel’in birçok liberal maske altındaki faşist kurumları bile birdenbire futbola yönelik sosyal bir yaklaşıma sürüklenmek üzereydi. Aslında bu sonucun altındaki tek neden; Avrupa Birliği Hukuku’nun düzenlediği serbest rekabet konusundaki insani açılımlardı. Artık bu çerçevede futbolcu sözleşmelerindeki geçerlilik süresi sınırlandırılacaktı. Bunun yanında 18 yaşından küçük oyunculara uluslararası transfer yasağı da getirilmesi, yaşları 18-23 arasında değişen oyuncuların transferi durumunda yetiştirici kulüplere bir bedel ödenmesi ‘futbolcu merkezli’, bir oyuncu en çok yılda 1 kez transfer yapabilir yaptırımı da ‘kulüp merkezli’ bir açılımı öngörüyordu. Reşit olmamış oyuncuların korunması, yetiştirici kulüplerin korunması, sürekli serbest dolaşım murad ediliyordu ve bu konuda da başarılı olundu. Bu süreçte FIFA ve UEFA’ya karşın “Padişahım böbürlenme, senden büyük Allah var” merkezli bir Avrupa Komisyonu vardı. Süreç devam ederken ‘Bosman Kararı’ dahada aktifleşti. Eğer AB vatandaşıysanız, sözleşmeniz biter bitmez AB’ye bağlı herhangi bir ülkede yabancı statüsünde olmadan mesleğinizi icra edebilirsiniz kesmedi, işin içine bir de ‘tarihi bütünlük’ meselesi girdi. Eğer oyuncunun vatandaşı olduğu ülke, transfer olmak istediğiniz ülke ile bir tarihi bütünlüğü varsa yine yerli statüde oynama şansı veriliyordu. Portekiz ve Arjantin vatandaşları da bu karardan yararlanma fırsatı buldular. Savaş henüz kazanıldı mı? Asla. Paranın sporun özüne yaptığı müdahale konusu artık apaçık ortada. Özelde sporu, genelde ise futbolu pazarlama konusunda uzmanlaşmış medya patronları, her geçen gün daha da vahşileşmekte. Müsabaka başlama saatlerine bile müdahaleyi etmeyi görev bilen sermaye grupları, futbolu bir spor dalı değil de, bir ‘sirk’ olarak algılamakta ve algılatmakta. Futbol bir işletme modeli olabilir ancak futbol asla ‘anonim bir şirket’ modunda yönetilmeli mi ayrı bir tartışma konusu. Yazar Simon Kuper; “Futbol asla sadece futbol değildir” demişti ya maalesef hemfikiriz. Belki bir gün eski UEFA Başkanı Michel Platini’nin hayali gerçek olur ve cihana değer. Platini bir basın açıklamasında; “Üstünlüğün parayla kazanılmadığı bir sistem bulmak gerek. Yoksa bütün yoksullar yok olup gidecek ve zenginler baş başa kalacak. Ben bu amansız kapitalizmi futbolumda istemiyorum” demişti ama düşüncesi ile arazideki uygulamaları eş kutuplar gibi birbirini itiyor. Neyse, Sağlıkla... İyi seyirler...