Ufaktan bir “Kıbrıs meselesi” veya “Kıbrıs müzakereleri” hareketliliği başladı... Haberlere göre, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri’nin geçici olarak görevlendirdiği Kıbrıs Özel Danışmanı Jane Holl Lute, liderlerle görüşmek üzere dün akşam Ada’ya gelmiş olacaktı...

Tabii ki Larnaka üzerinden!

Umarım koronavirüs falan bulaşmaz!

Şaka canım şaka!

-*-*-

Lute, bugün BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Kıbrıs Özel Temsilcisi Elizabeth Spehar ile görüşecek.

Lute Salı günü ise Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Nikos Anastasiadis’le ayrı ayrı bir araya gelecek.

-*-*-

Haberi bizim kendi resmi haber ajansımızdan aldığımız için, Ersin Tatar’dan Cumhurbaşkanı, Anastasiadis’ten ise “Rum Yönetimi lideri” olarak bahsediyoruz...

Rum Yönetimi, tabii ki tam tersini yapıyor...

Burada bile, kendi kendimize oyunlar oynuyoruz...

-*-*-

Haydi züppelik yapalım ve İngilizce bir cümle sarfedelim:

“They have to understand, we’re not going to sell out TRNC’s sovereignty.”

Yani bu cümle ne diyor?

“Anlamalılar, KKTC’nin egemenliğini satmayacağız...”

-*-*-

Bu cümledeki ifade, Cumhurbaşkanı Tatar’ın şu andaki duruşunu göstermesi açısından çok ilgimi çeker çünkü aynı ifadeyi, İngiliz Muhafazakar Partililer veya İngiliz muhafazakarlar da “AB”ye karşı kullanır!

-*-*-

Borisj Johnson, “Eğer AB’den ayrılmayı başaramazsak tarihi bizi affetmeyecek” diye düşünür...

Cumhurbaşkanı Tatar’ın bu konudaki pozisyonu da şu cümlede saklıdır:

“... Eğer iki eşit devletli çözümü başaramazsak, tarih bizi affetmeyecek.”

-*-*-

Cumhurbaşkanı Tatar’a göre, “Rum tarafı değil bizi eşit bir halk olarak kabul etmek; eşit bir topluluk olarak da görmüyor, kabul etmiyor...”

Yorum yapmayayım diyorum ama “Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu konuda pek de haksız olmadığı inancındayım”...

-*-*-

Şu veya bu nedenle; haklı ya da haksız, doğru veya yanlış Rum tarafı bizim tarafı, “gel canım benle ol da çekinme” diyerek kucakladığını veya kucaklamak istediğini söylerken, pek de inandırıcı durmuyor...

-*-*-

Ve size bir soru: Mustafa akıncı bir anlaşma fanatiğiydi ama Ersin Tatar anlaşma düşmanıdır! Doğru mu bu iddia?

Kesinlikle doğru olmadığından eminim...

Ne kadar eminim?

Çok!

Ersin Tatar, yüzde yüz Kıbrıs sorununun çözümünden yanadır.

Bize göre, size göre, şuna göre farklı şeyler savunuyor.

Ve nasıl bir çözüm istediğini açıkça söylüyor...

Ama masada kimlerin oturacağını da çok iyi biliyor...

Tek desteğinin de Türkiye olduğuna can-ı yürekten inanıyor...

-*-*-

“Elbette bir anlaşmadan yanayız. Ama bizlerin yapacağı bir anlaşma, çok güçlü bir anlaşma olacak; yıkılamayacak” noktası, bulunduğu noktadır...

-*-*-

Ve gelelim bazı saptamalara...

Hani haddimizi ve yerimizi biliyoruz ama belki Lute hanıma birileri bu saptamalardan da bahseder...

-*-*-

Yapılan testler sonucu, tüm Dünya’da neredeyse 65 milyon insana yeni tip koronavirüs bulaştığı “tespit” edildi. Ancak bunun çok üzerinde insanın hasta olduğu gayet iyi biliniyor. Çünkü herkese test yapılmadı ve herkes bu virüs bulaşmasının semptomlarını sergileyemeyebiliyor.

Ve bu virüs nedeniyle dev gibi ekonomiler ya durdu ya çöktü.

Ciddi sıkıntılar yaşanıyor.

-*-*-

Koronavirüs ekonomik krizi, Kıbrıs müzakerelerinin geleceğini de çok ciddi şekilde etkileyecek.

Kıbrıs Türk toplumunun ekonomisinin AB seviyesinde veya Güney Kıbrıs ekonomisi seviyesinde olması gerektiği yıllardır üzerinde durulan bir konu.

-*-*-

Kıbrıslı Türklerin hangi şekilde ekonomik krizden kurtulacağı da ciddi öneme haiz...

Hatta Kıbrıslı Türklerin nasıl ve ne zaman, kim tarafından aşılanacağı da!

-*-*-

Ekonomik geleceğimiz, Türkiye’nin Mavi Vatan iddiası, stratejik planları ve tabii ki prestiji; çözüm müzakerelerinde göz ardı edilir mi?

Tümü beraber...

“Yani topraktı, mülkiyetti, dönüşümlü başkanlıktı, federaldi, konfederaldi, yok hayır iki devletti” gibi anlaşmazlık konuları bir yanda; ekonomik ve covidimsi geleceğimiz de artık meselenin çok içindedir.

Akla gelen sorular şunlar: Bizi sağlıkta ve ekonomide kim mamır edecek?

Türkiye mi yoksa Rumlarla birleşip, AB mi?

Kim mamır ederse, çözüm istikametimiz de o yöne kaymaz mı?

Yani bize çok para versinler, istedikleri gibi oynayalım mı?

Bilemem...

Siz da düşünün yanıtları!

-*-*-

Efendim, filan yerde şu olduydu, bizde de olmalı... Veya falanca yer şöyleydi, bizde de böyle olur mu?

Benzer sorunların, benzersiz çıkarları olabilir.

Bir örnek mi vereyim?

Mesela İskoçya!

İskoçya, 2021 yılı içerisinde referandum yapıp, Birleşik Krallık’tan tamamen ayrılmayı hedefliyordu.

Ama şu anda, “bu kötü durumdan Birleşik Krallık’tan ayrılırsak çıkamayız” görüşü çok ciddi taraftar topluyor.

Referandumun iptal edilmesini savunanların da sayısı artıyor.

-*-*-

Birleşik Krallık da AB’den ayrılıyor...

Birleşik Krallık’ı yönetenler; “bu ekonomik koşullarda ayrılmak bizim işimize geliyor” diyor.

Hesaplarını yapıyorlar ve İskoçya’nın “ayrılmama” tavrının tersine, “ayrılmanın daha ekonomik” olacağını düşünüyorlar...

Birleşik Krallık ayrılığı kaldırabileceğini; İskoçya ise kaldıramayacağını hesaplayabiliyor.

-*-*-

Dolayısıyla, onlar ayrıldı veya ayrılmadı; haydi biz de ayrılalım veya ayrılmayalım demek, “yerel ve bölgesel” şartları içerdiğinde farklı istikamette seyredebiliyor.

-*-*-

Biz şu anda önce sağlık diyoruz.

Ve hemen ardından da ekonomi...

-*-*-

Peki Türkiye diye bir ülke daha var değil mi?

Kıbrıs sorununun çözümü demek, Türkiye’nin mevcut ekonomisinin daha da iflası demektir.

Toprak tavizi, iç siyasetin kaldıramayacağı bir “yenilgi” olur.

Tazminat, çok ciddi rakamlardadır, ödenemez...

Mevcut şartlarda ödenmesi imkansızdır...

-*-*-

Haaaa biz Kıbrıs Türk toplumu, Rum tarafından tazminat talep edip, mahsuplaşmaya gider miyiz?

Birincisi tazminat meselesi toplu değil, bireysel yapılacak.

İkincisi de, “abi biz Güney’deki mülklerin önemli kısmını sattık” iddiasıdır...

-*-*-

Güney’de malını satan, Kuzey’de de Rum mülkü üzerine yatan; hangi anlaşmaya “yes” der ki?

Bu da ayrı bir soru çeşididir; sınavda kesinlikle gelir!

-*-*-

Ve bir de asker meselesi var!

Mesela Türkiye askerini çeker mi?

Yine haklıydı, haksızdı, doğruydu, yanlıştı bir yana; meseleye şu açıdan da bakmak lazım:

Kıbrıs meselesinde önemli oyuncular arasında yer alan, hatta Netflix keşke filmini yapsa; bu garabet sorunu başlatan Birleşik Krallık’ın, 42 farklı ülkede, 143 adet sürekli konuşlanmış askeri üssü bulunmaktadır.

Bunların üçü Kıbrıs adası üzerinde... Ağrotur, Dikelya ve Trodos... Ağrotur’u batmayan gerçek bir uçak gemisi gibi tutuyor; dilediği Orta Doğu ülkesini bombalıyor. Hem de dilediği zaman... Trodos’tan da tüm bölgeyi dinliyor, kaydediyor...

-*-*-

Başbakan Boris Johnson, son derece ciddi bir ekonomik kriz olsa da, neredeyse 170 milyar sterlinlik askeri harcamalarına, yüzde 10 daha fazla ayırmayı hedefliyor bu sene...

Neden?

Ülkesinin nüfuzunu artırmak için!

Nüfus değil ha; nüfuz!

-*-*-

Böyle bir durumda, Türkiye’ye, “senin yasal hiç bir hakkın yok, çek askerini” demek, kolay mıdır sizce?

Ben söylerim, sen söylersin tamam da; Türkiye, 1923’ten beri en önemli askeri, siyasi ve jeostratejik avantajından, “durduk yere” veya “Kıbrıs’ta çözüm olmalı be canım” diyerek, vaz geçer mi?

Geçmez!

-*-*-

Veya şöyle diyeyim; “Beleş – bedava” yapmaz bu işi!

Bedeli nedir peki?

İşte masa, işte trabeza, işte table!

Para, güç, prestij, gaz...

Bilemem!

Anlaşın!

-*-*-

Kısaca özetleyeyim; “Çözüm mü demiştiniz? İşimiz çok zor!”...