Patrick Cockburn, The Independent’in yazarıdır...

Robert Fisk de öyleydi...

Her ikisinin ortak ilgi alanları “Kuzey İrlanda ve Orta Doğu”ydu...

Fisk, 30 Ekim’de yaşamını yitirdi...

Cockburn, “rakibi ve yakın arkadaşı” Fisk ile ilgili, “gazetecilik dersi” sayılabilecek köşe yazıları kaleme aldı...

-*-*-

Bu yazılardan bazı notlar aldım...

Mesela, Cockburn’e göre Fisk, “...Savaşta birbirini öldürmeye çalışan insanların hem birbirleriyle hem de gerçeği arayan gazetecilerle ilgili yalan söylemekten çekinmeyeceğini anlamıştı…” der.

-*-*-

Savaşta birbirini öldürmek isteyen insanların, birbirleriyle veya gerçeği arayan gazetecilerle ilgili yalan söylemekten çekinmemesi...

Ne kadar güzel ve ne kadar muhteşem bir “saptama”dır bu...

-*-*-

Siyasi her türlü kavgada, gerçeği arayan herkes de birbiri ile ilgili kesinlikle yalan söyler...

Söylememeli mi?

İdeal olan budur!

-*-*-

Siyasette bir birine rakip olanlar da kesinlikle bir birilerini suçlar, yalanlar uydurur...

Uydurmamalı mı?

İdeal olan budur tabii ki...

-*-*-

Ve ister savaşta ister siyasette olsun, her türlü kavgayı aktarmaya veya yorumlamaya çalışan gazeteciler de bu yalanlardan, suçlamalardan, çamur atmalardan nasibini fazlasıyla alır...

-*-*-

Yıllardır, Kıbrıs sorununun çözümü kavgasında, “çözümden yana” olan her gazetecinin uğradığı saldırı, Robert Fisk’in bu süper saptaması kapsamında açıklanabilir...

-*-*-

Sakın, bu saldırılardan fazlasıyla nasibimi aldığım için savunma yaptığım yargısına varmayın!

Yok öyle bir derdim!

Neden mi?

-*-*-

Çünkü, yine Fisk’in saptamasıdır; “... bu saldırılara yanıt vermek doğru değildir; o yalanların yayılmasını sağlamaktan başka işe yaramaz”...

-*-*-

Independent Türkçe’den alıntı yaptım; bakın Cockburn bu konuda şunu yazıyor:

“...Robert Fisk'le sık sık, bize karşı yapılan ve ispatlanabilir yalanlarla dolu kişisel saldırılara yazı yayımlayarak cevap vermenin doğruluğunu ve yanlışlığını tartışırdık. Bu tarz yalanları çürütmenin cazibesine direnmek zor; ama biz bunun bir tuzak olduğunun farkındaydık çünkü büyük bir yalanı en ikna edici biçimde çürütürken bile yalan beyanı tekrarlamak ve daha fazla kişiye yaymak gerekir.”

-*-*-

Gazetecilere sürekli saldıran, yalanlar uyduran, suçlamaya çalışanlara “yanıt vermek” zaman kaybıdır...

Üstelik, Cockburn diyor ki, “... partizan eleştirmenlerin, sahtekarlıkları ve yalanları ifşa edilince özür dileyip utanç içinde emekliye ayrılmayacağı; yalnızca gidip söyledikleri yalanın yerine bir başkasını koyacakları aşikardır...”

-*-*-

Yani, “... Türkiye düşmanı, hain, satılmış kalem” gibi suçlamalarla size saldıran yalancı ve sahtekarların bu yalancılık ve sahtekarlıklarını ifşa etseniz bile, zerre kadar umurları olmaz; giderler, başka yalanlar uydurmaya devam ederler...”

-*-*-

Küstahlık sınırlarının ötesinde davranan bu tür “eleştiri – saldırı” uzmanlarıyla uğraşmamak lazım...

Gazetecinin görevleri arasında, bu türden yaratıklarla uğraşmak olmamalıdır...

-*-*-

Fisk, 2003'te Irak'taki Anglo-Amerikan işgalinin kötü sonuçlanacağını söyledi... Saddam Hüseyin'in piyonu olarak şeytanlaştırılmaya çalışıldı...

2011 sonrasında Suriye'deki silahlı çatışmaların gerçek bir iç savaş olduğunu yazdı ve silahlı Arap muhalefetin çoğunu cihatçı diye tanımladı...  Birbiriyle savaşanlar arasındaki güç dengesi düşünüldüğünde Beşşar Esad'ın muhtemelen lider olarak kalacağını öne sürdü... Yine saldırıya uğradı...

-*-*-

Bu tür saldırılar, tek taraftan gelmiyor...

Doğruyu yazdığınız zaman beğenmeyen herkesten gelebiliyor...

-*-*-

Bu ülkede de durum aynıdır...

“Çözüm olmalı” dersiniz; “çözümsüzlüğü çözüm sayan ganimetçi statükocular” saldırır...

“Filan adayın amacı, gerçek anlamda siyaset yapmak değil, sadece seçim kazanmak için fırsatçılıktır” dersiniz; yine saldırıların hedefisiniz...

-*-*-

Dünya’nın en demokratik ülkesinde bile, hükümetler, gazetecilerin kendileriyle çelişmesinden asla hoşlanmaz...

Siyasilerin tümü de aynıdır bu konuda...

“Beni eleştirin” diyen siyasetçi, aslında doğru söyleyen siyasetçi olamaz...

-*-*-

Öyle bir dönemden geçtik ki, mesleğimizin icrası ile alakalı olarak, çok eleştirildik...

“Dikkate almadık, gördüğümüz veya inandığımız doğruları yazmaya çalıştık” dersem; doğru olmaz...

Kendimize göre doğruları yazdık ama bazı eleştiri hatta saldırılardan tabii ki rahatsız olduk...

“Saldırıyı yapanlara bizzat yanıt vermedik” belki ama çok sık sayılacak şekilde “savunmaya” geçtik...

-*-*-

Ve bütün bunlar, tecrübemizi, bilgimizi ki gazetecilik için “esaslardır bunlar”; artırdı...

-*-*-

Ve gelelim azıcık ayrı bir konuya; yaklaşık iki aydan beri hükümetsiz bir ülkede yaşıyor oluşumuza...

Siyasette hala “soruna çare üretmek” yerine; “sorunun nasıl ortaya çıktığına yanıt bulmak” için laf yetiştirmeye çalışanlar var...

-*-*-

Onlarca sorun, çözüm bekliyor... Ve onlarca konu, belki de başbakan – bakanlar kurulu imzası – kararı bekliyor...

Şu anda yapılması gereken; bir an önce en pratik çözüm formüller ile en pratik çözümlere ulaşmaktır.

Ortada cumhurbaşkanlığı seçimi kalmadı...

Dörtlü hükümet de yok...

Onların hesabıyla uğraşmak – suçlamak ve yıkmak olmamalı...

Yapmak, tamir etmek, çözüm bulmak olmalı ortada...

-*-*-

“Kudret Özersay cumhurbaşkanı adayı olacaktı da o yüzden dörtlüyü yıktıydı”yı geçin artık...

Özersay’ı veya bir birinizi, “kesin iddialarla yargılamak ve suçlamak” yerine; Saner’le, Erhürman’la, Özersay’la, Özyiğit’le, Arıklı’yla, Ataoğlu’yla, Denktaş’la, Dr. Çağman’la, nasıl hükümet kurup, acil çözümler üreteceğinizin hesaplarına bakın...

Muhalefette kalacak olanlar muhalefette kalsın; matematik olarak meclisi toplayabilecek olanlar toplansın...

Bir başbakan bir de yardımcısını meclisten atayın; 9 tane aklı başında insanımızı bakan yapın; erken seçim tarihini saptayın; önünüze bakın ve biz de önümüze bakalım...