Tufan Erhürman hocamın “taş devri” dediği dönemde, bizim gibi veya kendisi gibi düşünen kimse bu ülkede “iş” bulamazdı.

Diyelim ki o taş devri, 1958’le başlamış; 1974 sonrası coşmuştu!

-*-*-

Elbette 1958’den 1974’e kadarki süreç bambaşka bir süreçti ve kimse, o dönemle ilgili olarak “demokrasi” beklentisini fazla yüksek tutamazdı ama 1974 sonrasındaki dönemde de o “demokrasi” hiç yükselemedi...

-*-*-

Ve yüzlerce, hatta belki de binlerce gencimiz; bugün Dünya sathında “biz eşitiz” diyerek kurduğumuz “devlet” içerisinde kesinlikle yer bulamadı...

-*-*-

Düşündüğümü hep söyledim...

Çocukken bile!

Ve çocukken “siyaset” içime girdi!

Anlamadığım bir sürü kitap okudum...

Sona bir daha okudum!

Ve bir daha okudum!

Yine anlamadım!

-*-*-

Derindi çoğu ve “Kıbrıslı” aklımla, çoğunun o derinliğine hiç inemedim...

“Solcu” oldum çocukken ama “sol” nedir, anlayıncaya kadar ve “sol” değerlerin, “sadece parka giyip Kalaşnikof kuşanmak” olmadığını görünceye kadar, gençliği yitirdim...

-*-*-

Bazen, “solcuyuz” diyerek savunduğumuz görüşlerin, aslında “nasyonalizm” içerdiğine tanık olduğumuzda ve “Aman Adolf Hitler ile aynı düşünüyoruz” dediğimizde de geç olduğunu anladım...

-*-*-

Kapalı kaldık buralarda...

Daha da kapandık...

Ve yine kapandık...

Evet, internet sayesinde, Dünya değerleri elimizin – avucumuzun içindeydi ama birçoğumuz, eskiye çok çakılı kaldık...

-*-*-

Ve mesela “fikir özgürlüğü”nü doğru dürüst öğrenemedik...

“İfade özgürlüğünü”, zaman zaman “elaleme saldırı” olarak algıladık...

-*-*-

Irkçılığı da hala bilmiyoruz...

Hepimiz ya göçmeniz ya da ailemizde mutlaka göçmenlikten muzdaripler bulunur ama “sığınmacılara” hala “öcü” veya “suçlu” olarak bakabilmekteyiz...

Ülkelerindeki savaştan, “ölmesinler” diye, Akdeniz’de balıklara yem olmayı göze alan sekiz aylık hamile kadınları bile anlayamıyoruz!

Onlara “kelepçe” takılıyor, izliyoruz!

-*-*-

Evet, ırkçılığı öğrenemedik...

Kendimi dışlamıyorum...

Ayrı tutmuyorum...

1994 yılında İngiltere’ye ilk kez gittiğimde, bu ülkede “İngiliz yaşamıyor” kanaatine varmıştım!

Hatta Afrika, Hindistan ve Pakistan her halde Londra’ya taşındı sanmıştım!

Koşarak giden her Afrikalı’ya “kesin bir şey çaldı” diye baktığım olmuştur, kendimden utanıyorum ve binlerce kez özür diliyorum...

Ve hala bu ülkede, Afrikalı insanlara bakışın, utanılacak, özür dilenmesi gereken noktada olduğunu görüyorum, üzülüyorum...

-*-*-

Ayrımcıydık...

Örneğin, “cinsel yönelimi” farklı olan kişilere, her türlü garip isimleri takıyorduk; aşağılıyorduk...

Ve hala aşağılıyoruz...

Hala kabullenemiyoruz...

Aşağılıyoruz...

Öğrenemedik çünkü... Üzgünüm cahil kaldık...

-*-*-

“Ya bizdensin, ya onlardan”...

Bu kafa hala içimizde çok fazla bir şekilde bulunmaktadır ki bu da cehaletimizdendir; yine üzgünüm...

-*-*-

Haaaa “ayrımcılık, ırkçılık, gericilik, geri kafalılık” gibi konularda bizden çok daha kötü durumda, çok daha geride demeyelim, ama fazlasıyla farklı topluluklar, toplumlar var mı?

Ne yazık ki var!

Ama çoğu, eski Doğu Bloku ülkelerindedir ki yavaş yavaş AB’ye alıştıkça, bizi aşıyorlar...

Ve bir de Orta Doğu’daki toplumlar...

Suudiler, Araplar gibi...

-*-*-

Çok zengin bir kültürel geçmişleri olabilir...

Ama Batılı değerler, insan hakları, ifade özgürlüğü, insan özgürlüğü, din özgürlüğü, ibadet özgürlüğü, fikir özgürlüğü, cinsel özgürlük gibi yığınla çeşit özgürlük, Doğulu kültürlerin bir çoğunda hala Batı’ya göre “çok farklıdır”...

Hatta yasaktır...

-*-*-

Bunları neden anlattım?

Bu tür özgürlükler konusunda hadsizlik yapanlara, görgüsüzce saçmalayanlara yanıt vermek, ders vermek gibi bir niyetim yok...

Ama; bir gazeteci olarak, bazı kişilerin, bireysel garipliklerini düşünüp de, benim gibi, bir çoğumuza hem ekmek kapısı hem de ciddi bir okul olan “KIBRIS” adlı kurumu vurmanın bir anlamı olmadığını söylemeye çalışıyorum aslında...

-*-*-

Hatta en başa dönüp, “devletin bizi ülkemizden kovduğu günlerde”, bir çoğumuza sahip çıkan “Nadir” soyadına sahip çıkılması, saygı duyulması gerektiği inancındayım.

Vefa diyebilirsiniz yaptığıma veya isterseniz, dönüp “Nadir” ailesinin fertlerini, “sosyalizm – kapitalizm” kavgası çerçevesinde “dilediğinizce vurabilirsiniz!”

Paşa gönlünüz bilir!

-*-*-

Kimseye, “şunu unutmayın, bunu unutmayın” diye hadsizce hatırlatmalar yapacak değilim...

Ama nerede istersem olayım; nerede istersem yazayım; ekmek yediğim hiç bir kuruma; ne olursa olsun saldırmadım; saldırmayacağım...

-*-*-

Allah’a çok şükür, öğretmen bir ailenin çocuğuyum; annem – babam bana hala maddi destek veriyor; hiç kimseye ihtiyacım da olmadı, inşallah da olmaz...

Asla emeğimi bedava vermedim ve hakkımı yedirtmedim ki o ayrı bir mesele...

-*-*-

Neyse...

Güzelyurt Belediye Başkanı Mahmut Özçınar hocam çok iyi hatırlayacak; sevgili Mehmet Çangar başkanım, Özel Tahsin başkanım iyi bilecek; Binatlı’nın şu anda futbol takımını yaşatmak için çırpınan Orsel Neşe başkan da hatırlar; bahsettiğim 80’li yıllarda, Binatlı olarak bir de basketbol takımımız vardı...

Futbol takımları elbette ayrıcalıklıydı ama bize de hayatımızda ilk defa marka basketbol ayakkabısı hediye edilmişti...

Tüm takıma...

Dr. Hayat hatırlar, Hasan Türköz hatırlar, Ahmet Mevlanaoğlu hatırlar, Mete hatırlar, Ahmet Uğur hatırlar, Uluç Cam hocam da hatırlar...

Mahmut Özçınar bana bir çift ayakkabıyı verirken, “bu ne?” diye sormuştum...

Belki 15 bilemediniz 16 yaşındaydım...

“İrfan Nadir” demişti hoca...

-*-*-

O isim, bölgemize ve ülkemize “nur” yağdırmıştı...

Oğlu ile birlikte...

Eşi ile birlikte...

Kızları ile birlikte...

-*-*-

Kimimiz, o yıllardaki portakal paralarıyla üniversiteyi bitirdi; kimimiz hayatında ilk defa otomobil satın aldı...

Kimimiz ev yaptı.

Ama tüm bölge de, tüm ülke de kazandı...

-*-*-

Haaaaa, “Nadir”ler kazanmadı mı?

Elbette kazanacaktı.

-*-*-

Ben kendi adıma, ne o ayakkabıları unuttum; ne de 25 yılı aşkın süre “Nadir” ailesinin fertleri ile çalışmış olmayı...

-*-*-

Herkesin uyuduğu, bu ülkeye yatırım yapmaktan kaçtığı ve bu ülkede Rumlardan kalan 150’den fazla fabrikayı çalıp kaçırdığı, büyük kuruluşları batırdığı, kapattığı günlerde; “Nadir” adı bizim için umuttu...

Ve hep öyle kalacak!

Hiç bir hadsizlik, hiç bir cehalet, hiç bir görgüsüzlük de kendi adıma söyleyeyim; beni pozisyonumu değiştirmeyecek...

Kendi nenelerime, dedelerime eğer arada bir Fatiha okuyorsam, onlardan çok daha fazlasını, İrfan Nadir ve Safiye Nadir’e de okuyorum.

Hak ediyorlar...

Onların yüreğimdeki saygınlığını da kimse azaltamayacak...