Bugün Pazar…

Yazıyı yazarken Cumartesi’ydi…

Ne önemli bir bilgi…

Her hafta sonu Lefke’ye gitmek için “heyecan” yaşarım…

Ve yazıyı Lefke’de, Eski Karadağ diye bilinen mahallede veya bölgede, yemyeşil portakal bahçelerinin huzurunda, hurma ağaçlarının rüzgarla dalgalanışının gölgesinde; Trodos Dağları’nın siyah görüntüsü ve serininde yazıyorum…

-*-*-

Elbette Lefke çok güzel…

Hatta eşsiz bir güzellik…

İnsanları daha da güzel…

-*-*-

Annem – babam burada öğretmenlik yaptı…

1967 – 1973 döneminde, ömrümün ilk altı yılının geçtiği bir büyük kasabaydı burası…

Ve bir nesil beni, annemden babamdan dolayı biliyor ve onlardan dolayı seviyor…

Ne iyi insanlarmış onlar…

Yani hem annem babam hem de onların dönemindekiler…

Sade bir yaşam ve sade insanlar…

-*-*-

Şimdi bozulduk mu?

Yeni nesiller, eskiye göre daha mı “fena”?

Değil elbette…

-*-*-

Ama o günler sanki daha tasasızdı; savaş korkularına rağmen…

Çünkü yaşam “sade” bir yaşamdı…

Geleceğim oraya!

-*-*-

Daha çıkarsız ilişkiler söz konusuydu sanki…

Şimdi “çıkar” ve “karmaşık ilişkiler” daha rağbette veya daha önde…

-*-*-

Neyse, UBP’de de kurultay heyecanı vardı…

Vardı da; benim birkaç gün gerçekten “istirahat” etmem gerekiyordu…

Neden?

Sevgili Dr. Hasan Feray öyle dedi…

“Dinlen, haftaya gene konuşalım…”

-*-*-

Fiziki bir yorgunluk var mı?

Aslında yok!

Ama “beynim” yoruldu!

“Ruhum” çok bitmiş!

Beynin ve ruhun yorulmasının sebebinin teşhisini hem biraz kendi kendime, hem de Dr. Burhan Nalbantoğlu Hastanesi’nin Kardiyoloji bölümündeki iki süper asistan doktorun gözlemleriyle koydum…

Nedir bu kendi kendime koyduğum teşhis?

Veya “beyin yorulması” sebebi?

“Stres”…

-*-*-

Stres nedir?

Bana bu soru sorulsa ki şu anda soruyorum; “Stres”; “aksi huylu insanların yaşadığı sıkıntıdır” derim…

“Aksi huy” derken?

“Kötü insan, kötü huylu adam” falan anlamı çıkmasın!

-*-*-

Huyum aksi!

Koyduk gayrı teşhisi; doktorların müsaadesi ve hoşgörüsüyle biraz açalım!

-*-*-

Aksi huyum nedir?

Şimdi, “övünürmüş” gibi de olacağız ama yine de etrafta UBP genel başkan adaylarını gördüğüm için, söyleyeceklerim övünmek sayılmaz sanırım…

Neden mi?

Çünkü, Allah beşinin de iyiliğini versin ama öyle rahat konuşuyorlar, öyle rahat övünüyorlar ki; dinlediğiniz zaman, “inanıyorsanız”, “abi bunlar seçilsin, KKTC’de başımız kesin göğe erer” demekten kendinizi alamazsınız!

-*-*-

Kimisi, “sıra bende” diyor, kimisi, “en iyi ben yaparım, en iyi benim, en iyi ben çözerim” endamında!

Allah gerçekten beşinin de iyiliğini versin; çünkü beşi de iyi insan ve beşi de kardeşimiz…

Rahatlıkla söyleyebilirim ki, umarım siz bu satırları okurken, bu yarış da bitmiş olur…

Ve umarım, sağlam bir koalisyon kurulur ve umarım erken seçim gereksizliğinin heyecan ve stresine giremeyiz…

“Sade”lik yok!

Hep karmaşa!

Hep kavga!

Hatta “Hep yalan” da diyebiliriz…

-*-*-

Neyse, “bana” geri dönelim.

Huyum aksi!

Demiştim ya!

Nedir aksi olan?

Ya da yukarıda da sordum ve cevaplamadım, araya UBP’nin beş silahşörü girdi…

Evet, aksi huyum, “herkesi memnun etmeye çalışmak…”

-*-*-

Aman o üzülmesin…

Aman bu üzülmesin…

Aman eşim, aman kızım, aman oğlum, aman annem, aman babam, aman ablam, aman patronlarım, aman arkadaşlarım, aman Ersin bey, aman Sibel hanım, aman o, aman bu…

-*-*-

Derken; bir de baktım ki; Perşembe sabahı, hani “basarsınız gaz pedalına ama otomobil yürümez ya”…

Aynen O’nun gibi oldum!

Nasıl bir şeyse; “basıyorum basıyorum, nefes gelmiyor!”…

-*-*-

Duş yaptım…

Uzandım…

Kahve içtim…

Su içtim…

On basamak merdiven çıktım; sanki 5 bin metre engelli koştum!

Bir duş daha aldım!

Çünkü kafamdan aşağıya ılıkla soğuk arası su aktığı anda sanki daha rahat nefes alıyordum!

Yine uzandım; baktım olmayacak, orta ve liseden sınıf arkadaşım Dr. Hasan Feray’ı aradım…

Allah herkese böyle güzel arkadaşlar versin…

-*-*-

Neyse, “acele hastaneye git, dördüncü kata çık, adını söyle, tamamdır; gerekmez inşallah ama gerekirse ben de hemen gelirim” dedi…

10 dakikada gittim, “yattım”…

Göğsüme, ellerime, ayaklarıma bir şeyler yapıştırdılar; EKG çektiler sanırım…

Kan aldılar…

Sonra hamile olup olmadığıma baktılar!

Şaka canım, şaka!

Arnold Schwarzenegger değilim elbette!

Junior filminde hamile kalmıştı ya!

Kardeşim, hamile kadınların karınlarına bakılan o aletle veya çok benzeri ile kalbime baktılar…

“Görüntü net değil!” dedi genç doktor, arkadaşına…

“O kadar yağ var, tabii ki net olmaz” dedim, doktorların işine müdahaleyle…

-*-*-

Derken, “kalp tamam, EKG tamam, kan testi tamam, anjiyo ihtimali ortadan kalktı ve eve döndüm…”

-*-*-

“Dinlen” dedi, Dr. Hasan Feray…

İlk defa, bir doktorun tavsiyesine yüzde yüz uyuyorum…

Cuma günü, keyif yaptım…

Önce sürdüm, Alemdağ köyüne çıktım…

Nefis dağ havasını içime çektim…

Sonra Yeşilırmak…

Ma bir nefis hava, ma bir nefis deniz, ma bir nefis atmosfer…

Dillirga, Şüküfe, Doğan, Uğur…

Tek stres veya üzüntü sebebi, 89 yaşındaki eniştemin çok ağır hasta olduğunu öğrenmemdi…

Durumu iyi değildi…

-*-*-

Ve; Cumartesi sabah Lefke’de uynadım…

Aplıç Vadisi…

“Pır pır esen bir hava; mas mavi bir gökyüzü…”

-*-*-

UBP Genel Başkan seçiyormuş…

Seçilecek kişi başbakan olacakmış…

“İlgilenmedim”…

-*-*-

Amerika’da, Kızılderili bir dostumu aradım; “stres” dedim!

-*-*-

O üzülecek, bu üzülecek, o üzülmesin, bu üzülmesin diye diye…

Yani kimseyi üzmemek için, kendimi mi paralayayım?

-*-*-

Kızılderili Kabile Şefi ve emekli büyücü dostum dedi ki; “…Yapman gereken; her şeyi eski sadeliğine döndürmektir, böylece bozulan düzenimiz yeniden kurulacaktır…”

-*-*-

Kızılderili şef veya eski büyücü dostum meselesi uydurmadır…

Ne arar benim öyle bir dostum!
Amerika mı gördüm!

Bir Kızılderili atasözüdür yukarıda bahsettiğim…

-*-*-

Evet, inanıyorum ki sadeliğimize dönmeyi başarırsak; bozulan düzenimizi yeniden kurabiliriz…

Eskisi gibi sade olmadığımız için, kaybetmeye mahkumuz ve düzenimiz bozuldu…

Sade yaşam; stressiz, sakin yaşam…