İletişim teknolojisinin veya bilgisayar denen olayın nerelere geldiği bazen insan beynini şaşırtabiliyor.

Ve yaş da ilerledikçe, bu teknolojiyi takip etmek sürekli zorlaşıyor...

-*-*-

Genç bir gazeteciyken, ya da gençken 1994’te Londra’da görevlendirilmiştim...

İşim gereği bazen düğünleri, baloları da dolaşır, magazin fotoğrafları çekerdim...

Sonra makinemdeki bir veya bilemediniz iki filmi yani 36 ya da 72 kare fotoğrafı, fotoğraf laboratuvarlarında “tab” eder, yani karta basar, fotoğraf olarak alır, ofise gelirdim...

Fotoğrafla ilgili haberi bilgisayarda yazar, haberi “print” eder, kağıt ile fotoğrafı “ataç” ile birbirine tutturur, zarfa koyardım.

Sonra da Stansted Havaalanı’na gider, genellikle Mustafa Ebgü’yü ya da sevgili İbrahim’i bulur, O’na zarfı teslim ederdim.

Zarf, o zamanlar hayatta olan merhum Kıbrıs Türk Hava Yolları’na ait uçağın pilotlarından birine veya kabin ekibine teslim edilir; 6 – 7 saat sonra Ercan Havaalanı’na gelirdi.

Sevgili Vural Avcan gider havaalanından alır, Lefkoşa’ya getirirdi.

-*-*-

Sonra o magazin haberleri veya diğer fotoğraflı haberler, ilgili bölüm şeflerine verilir, gazetede sırasını beklerdi.

Fotoğraflı magazin haberleri, söyleşiler, haberler haliyle “günlük” olarak yayınlanamazdı.

Çok acil haber varsa, fotoğrafsız olarak faksla gönderilirdi tabii ki!

-*-*-

Bir etkinlikle, karısı ile dans ederken görüntülediğim bir adam; o fotoğraf yayınlanıncaya kadar geçen bir kaç hafta içerisinde ölmüştü!

Ve öldükten sonra, “eğleniyor” diye fotoğrafı çıkmıştı!

Haliyle rezil olmuştuk ama bu bir teknoloji hatasıydı!

-*-*-

Derken teknoloji gelişmeye başladı.

Scaner’in pratik küçük sayılan modelleri icat oldu!

E – mail denen olay başladı!

Öncesinde, karşılıklı olarak iki bilgisayarı internet üzerinden bağlayabilen bir sistem vardı. Kısa süre kullandığım bu sistem galiba “atp”ydi.

-*-*-

Telefon hattı üzerinden “E – Mail” ile fotoğrafları ve “Word” dosyası yazıları göndermeye başlayışım, tam bir devrimdi benim için.

Bir gün, bu konuda bir “talk show” yapma hayalim vardır!

Çünkü yaşadıklarım gerçekten komik olaylardır!

-*-*-

Derken, Sony marka, digital fotoğraf makinesi çıkmıştı.

Kartondan, büyük “disk” üzerine önce sadece iki, daha sonra dört ya da beş kare fotoğraf çekebiliyorduk...

Diski, sonrasında plastik daha küçük “floppy disk”i akabinde “cd”leri kullanmaya başladık.

-*-*-

Her şey o kadar hızlanıyordu ki, ayak uydurmak zordu.

1990’ların sonunda, hayatımın fotoğraf makinesi olan F5 Nikon alabilmiştim.

İyi bir otomobil ile aynı fiyat!

O’nu almak, o makine ile fotoğraf çekmek, bu meslekte “Nirvana”ya ermek, ya da ulaşmaktı!

-*-*-

Ama aynı anda, artık digital fotoğraf makineleri ortalığı sarmıştı ve ben F5’imi hala sadece çalıştığım şirket Medialife’taki odamda “biblo” olarak kullanmaktayım...

-*-*-

Hikayeyi kısa keselim...

Artık üzerinde kablosuz iletişim olanağı bulunan makineler var.

Fotoğrafı çekip, bilgisayara aktarmaksızın, dilediğiniz yere gönderebilirsiniz...

Cep telefonları keza!

-*-*-

Düşünün ki, 465 megabitti sanırım, ilk laptopum, şu anda tencere altlığı dahi olamaz!

-*-*-

Fotoğraf kalitesi geliştirildi.

İnternet hızlandı.

Bilgisayarlar cebe sokuldu ama kapasitesi büyütüldü.

-*-*-

Bu arada, neredeyse çektiğim on binlerce fotoğraf iş değiştirmelerim, ev değiştirmelerim sırasında hep çöp olurken, digital fotoğrafları ve bilgileri saklamak için, “sanal” kütüphaneler icat edildi...

-*-*-

Daha fazla anlatmaya gerek yok!

Donald Trump’a geçeceğim...

-*-*-

Teknoloji o kadar gelişti ki; Trump’ın, Beyaz Saray’da göreve başladığı 20 Ocak 2017’den, görevi bıraktığı 20 Şubat 2021’e kadar geçen sürede, kaç kez yalan söylediği saptandı.

Bunu neden mi yazıyorum?

“Yutamayacağınız, tükürük ağzınızdan çıkmasın!” demek için!

Kimse yalan söylemesin!

Kimse atıp tutmasın!

Bunun için yazıyorum!

-*-*-

Trump, dört yılda tam 30 bin 573 kez “yalan” söylemiş!

Bilmeden konuşmuş!

Saçmalamış!

Sallamış!

Mesela ne demiş?

“Covid – 19 diye bir şey yoktur, bu bir şakadır” demiş...

Görevi süresince tam 493 kez, “Dünya’nın en büyük ekonomisini inşa ediyoruz” demiş ama bu hiç olmamış!

Çok kez, “Amerikalılar, tarihin en büyük vergi kesintisini yaşayacak” demiş; bu hiç olmamış.

-*-*-

“Karım Melania, Beyaz Saray’ın gelmiş geçmiş en popüler First Lady’sidir” demiş; anketler ise tam tersini saptamış.

-*-*-

Kaybettiği seçimleri “hileli” olarak nitelemesi de yalanları arasında yerini almış!

-*-*-

İşi gücü yok, muzır insanlar, oturup, adamın kaç tane yalan söylediğini tek tek saymış!

Hayır, canım, bunu gelişen teknoloji çok rahat yapıyor!

Ve yapmış!

-*-*-

Ama nerede yapıyor?

Yani, “yalan söylemek” nerede insanları çok fazla ilgilendirir?

Gerçekten demokrasiye, insanların seçme seçilme haklarına, insan haklarına, sosyal adalete, sosyal devlete cidden değer verilen ülkelerde!

-*-*-

Bu noktada bizimkisi gibi devletleri yönetenler, bizdeki yani üçüncü Dünya ülkelerindeki siyasiler çok rahattır!

Salla gitsin!

Mesela, “aşı gelecek!”...

Peki ne zaman gelecek?

Kimse bunun cevabını bilmiyor!

“Aşı gelecek” demek, bir çeşit sallamadır ve demokratik ülkelerde, hukuk devletlerinde bu türden “tahmin” veya “yüksek beklentiler”, kesin demeç olarak verilemez!

“Yalan sayılır!”.

-*-*-

Haaa bizde kimse ne yalana bakar, ne yalanlara, ne yalancılara!

Bizimkisi gibi geri kalmış ya da geri bıraktırılmış demokrasilerde, sğrekli yalan söyleyenler hep seçilebilir; hiç yalan söylemeyenler, söyleyemeyenler ise oy bile almayabilir!

-*-*-

Etrafımıza iyi bakalım!

Yaşananları iyi analiz edelim!

Bu yazdıklarımın ne demek olduğunu anlayacağız!

-*-*-

Kahpe teknoloji, nelere kadirsin!

Neymiş; “Trump, başkanlığı süresince, günde 21 yalan söylemiş!”...

-*-*-

Bizimkilerin umurunda mı?

Görünen o ki, ne siyasilerin umurunda, ne seçmenin!

E ne diyeyim?

İyi hafta sonları dilerim!

Hava soğuk, dikkat edin!