Usandık!

Doğrudur; “gerçeği yaşayamıyoruz”…

Ve “yapay gerçekler şemsiyesi altında” haliyle sıkılıyoruz…

Ne demek mi istedim?

-*-*-

“Başkanlık sistemine geçelim” diyoruz mesela!

Oysa bizim “başkanlık” mı, “parlamenter” mi diye tartışmadan önce, “sistemi” tartışmamız lazım!

-*-*-

Şöyle açıklayayım; farz edin ki Salamis’te kazı yaptık ve yerin 3 metre altında büyük bir depo keşfettik!

Depoda, bir milyon ton saf altın!

Bir kilo altının ortalama Dolar fiyatı 65 bin…

Düzgün Türkçe ile yazarsak, bir kilo 22 ayar altın, 65 bin Amerikan Doları…

Artık oturun, bir milyon tonun kaç Amerikan Doları ettiğini hesaplayın!

Almaz be annem bu hesap makinesi bu hesaplamayı durumundayız!

Ama çok para değil mi?

-*-*-

Ortalık allak bullak olur!

Anında siyaseten tanınır mıyız?

Tanınırız!

Parasıyla değil mi?

Ama tehlikeli tarafı da var… Bu kadar çok altınımız varsa, uluslararası korsanların, yani Amerika başta olmak üzere, tüm diğer demokrasici abilerin saldırısına uğrama riskimiz doğabilir!

Her an hepsi elimizden alınabilir!

-*-*-

Şunu demeye getiriyorum aslında; öyle bir gelirimiz yok…

Altın bulamayız…

Parasızız açıkçası…

İşte “sistemin şekli” yerine, “sistemi” belirlememiz gerektiği gerçeği en belirgin şekilde burada önümüze çıkıyor.

-*-*-

Biraz daha mı açayım?

Açayım efendim.

Şimdi, Kıbrıs sorunu mutlaka ve mutlaka çözülmeli!

Şeklini bırakın!

Federasyondu, şuydu, buydu, geçin!

-*-*-

Sistem, en başta uluslararası hukukta kabul görmeli…

Siyasada ve piyasada “kimliğimiz” olmalı!

Bizim de “bir şeyler” yapıp, para bulmamız için, “çözüm ve haliyle tanınma ile birlikte sistem oluşuverecek”… Ancak bunun akabinde “sistemin şeklini” konuşuruz!

Yani çok iyi anlamak zorundayız ki, “önce yasal zemin – yasal sistem” lazım bize!

-*-*-

Örneğin, sistem olmazsa, Türkiye üzerinden ve Larnaka Havaalanı’ndan “öncül sektörümüzün ham maddesi olan turist getirmek için”, “yalama ve yalaka” pozisyonlarının ötesine geçemeyiz!

-*-*-

Çözümün şekli mi?

Elbette çözümün şekli çok önemlidir…

“Federasyon” mu?

Üniter devlet mi?

İki ayrı devlet mi?

Önce “sistem”, sonra şekli ve akabinde de “başkanlık” ya da “parlamenter sistem” seçenekleri…

Ama tekrar edelim, “sistem”e bir isim vermedenönce, “nüfusa kaydını” yapmamız kaçınılmaz!

-*-*-

Ve bir ekleme yapmış olayım; bileceğiz ki, çözümün şeklini belirlemek için “uzlaşmacı” ve “bir şekilde alttan almayı becerirken, toplum adına kayıp sayılabilecek tavizleri en düşük seviyede tutmayı beceren lider” olmayı başarmalıyız!

Ki buna, daha kısa bir şekilde “iyi diplomat – iyi müzakereci” de diyebiliriz!

-*-*-

Ama unutmamalıyız ki bizim çok özel şartlarımız gereği, iyi müzakereciliği, iyi diplomat olmayı ve muhteşem uzlaşmacı bir karakterde bulunmayı becerirken; dertlerimizi anlatmak ve açıkça izah etmek zorunda olduğumuz birden fazla taraf bulunmaktadır!

Bir yanda Rum toplumu ile Ada’yı ve devleti – ayrıca doğal gaz gibi kaynakların gelirini paylaşacağız…

Ve öte yanda; Türkiye olacak; yok sayamayız…

“Haydi sen git Türkiye, biz Rum kardeşlerimizle anlaşacağız” demek, “uzlaşıcı” olmak mıdır; yoksa “tamamen bozguncu” ya da “statükocu” mu olmaktır?

-*-*-

İllet salgın sonrasında olası bir siyasi çözüm, yeni sistem, yeni normal olacaksa; İskenderun, Mersin ve Antalya’dan açılacak Türkiye’ye ait gemilerin, kıta sahanlığı veya Münhasır Ekonomik Bölge kavgasına girmemesi lazım.

“Git buradan, seni istemiyoruz Türkiye” demek, çözüm adına “sıfır şans” durumunda olmaktır!

Türkiye, Dünya gerçeklerinin çizdiği sınırlar içerisinde, Kıbrıs Türk Toplumu, Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs Cumhuriyeti hatta tümüne destek vermiş Fransa ve Yunanistan’ın da katkısı ile başa çıkılacak bir ülke değildir!

Daha anlaşılır yazayım; Türkiye’ye haklarının ne olduğunu empoze etme şansı sıfır değilse bile, sıfıra çok yakındır.

-*-*-

Yani, Türkiye’ye gazdan bir şekilde “pay”; topraktan bir miktar “üs” konusunu cesaretle konuşup, Türkiye ile düşman ve zıt değil; dost olmayı başarmak çok önemlidir. Hem toplum olarak bizim, hem de devlet olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bunu başarmasının adı, “işte şimdi çözüme ulaştık”tır.

-*-*-

Kısacası, demek istiyorum ki, önce toplum olarak içimizde uzlaşacağız; sonra Türkiye ile çıkarlarının neler olduğunu da bilerek kavga eder durumda olmayacağız; akabinde de Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yönetenleri ve o devletin üst sınıf yurttaşı Rumları buna ikna edeceğiz…

Bunu başarmak mümkün mü?

Çalışmak lazım…

“Uzlaşıcı ama aynı anda kavgacı, çok iyi hesap yapabilen ve girişken ve de iyi diplomat” olmayı başarmak şart…