Mağusa’nın sevilen simalarından Şamşici Özdemir Kencer hayatını kaybetti.

Uzun yıllar Mağusa’da seyyar bir şekilde şamşicilik yapan Özdemir”in ölümü Mağusalıları yasa boğarken sosyal medyada yapılan paylaşımlarda “Çocukluğumuzun ballı börekçisini,şamşicisini kaybettik üzgünüz” ifadeleri dikkat çekti.

Okan Dağlı Mağusa Plus'ın bu ayki sayısında "Mağusa’nın sinemaları ve renkli simaları..." başlıklı yazısında Özdemir Kencer'i de kaleme almıştı. İşte o yazı:

14517494_10154639139793872_3980779723260008592_n.jpg

Mağusa’nın sinemaları ve renkli simaları...

Sinemalarımız vardı. Hem yazlık, hem kışlık sinemalardı. Futbol maçları dışında en büyük ortak sosyal etkinliğimiz belki de sinemalarımızda gerçekleşirdi. Lozan Palas ve Canbulat sinemaları o döneminin özelliğinden olsa gerek, hep ’iki film birden’ gösterirdiler. Daha çok sinemaya gittiğimiz günler olan Cuma ve Cumartesi günleri, arkadaşlarla 14.30’da sinemada buluşurduk. Türk Gücü’nün Cumartesi Mağusa’da maçı varsa sinemaya Cuma günü okul çıkışı, yemekten sonra giderdik. Filimler bittiğinde karanlık olurdu. Gündüz seansları öğrencilerle gençlerin, gece seansları de genellikle ailelerindi. Yazlıklarda gündüz seansları yoktu. Film gösterebilmesi için karanlık olması şarttı. Yaz geceleri de zaten uzun olurdu. İki film arasına dombula bile konurdu. Pasedembo ile Buble-Up (ya da Bel-Kola) en gözde ikili idi.

Filimlerin duyurularını veya ilanlarını gazeteler falan yazmazdı. Yaseminci Ali ve Şamişici Özdemir bu iş için yeter ve artardı bile… Günün sonunda filimlerin ne olduğunu, başrol oyuncuların kimler olduklarını duymayan kalmazdı. Şu anda Suriçindeki iki sinemamız da harabe durumdadır. Ali ile Özdemir de yaşlanmış olmasına rağmen, hala daha Ali yasemincilikten, Özdemir de şamişicilikten vazgeçmiş değildirler. Cumartesi günleri Özdemir yaptığı şamişileri sabah yedi civarında Liman İşçileri Kahvesi’nin önünde van tipi aracı ile satmaya devam ederken, Ali de yarım asırdan fazladır araba dahil hiç bir şeye değişmediği bisikleti ile yaseminlerini (arasına da fitne mutlaka koyar) “mis kokulu yaseminlerim var, jusmin, jusmin” diyerek, Mağusa’yı saran lağım kokularına inat satmaya devam ediyor. O günleri Ertan İnce’den okumaya devam edelim…

“O zaman Türkiye gazeteleri Nejdet Dökmecioğlu’na bazen çok geç geldiği için, kış kıyamette Ali'nin gece vakitlerinde bisikletiyle gezerek ''Hürriyet, Milliyet, akşam gazeteleri'' diye bağırarak dolaştığını hatırlıyorum. Hakikaten “of, puf” demeden ekmeğini taştan çıkaran bir adamdı. Akşamüstleri Canbulat sinemasının çığırtkanlığını da yapardı. Sokağın girişinde durur, bir ayağını bisikletten yere uzatıp, bazen de bisikletten inerek yürüye yürüye sinema filimlerini başrol oyuncularıyla duyururdu. Biz çocuklar Ali’nin etrafını sarar: ''Ben hangi artiste benzerim?'' diye sorar, Ali de herkese bir artisti yakıştırırdı. Yaz aylarında arada bir yanında dizilmiş yaseminler de getirip satardı.

Şamişici Özdemir de Lozan Palas sinemasının çığırtkanlığını yapardı. Özdemir, bisikletinin önünde saçtan yapılmış dört köşe büyük bir muhafaza kabı içinde tatlılarıyla ''Şaammaliii, baklava, göbeciiiik'' diyerek gelir, bazen de yarım ay şeklinde kendine özgü nefis ballı börek satardı. Sokağın köşesindeki elektrik direğine yaslanır ve ''dikkat dikkat'' diyerek başlardı: ''Bu akşaaam Lozan Palas sinemasında iki filim bir arada... Birinci filim Sevimli Haydut, başrollerde Türk sinemasının taçsız kraliçesi Türkan Şoray ve kralı Ayhan Işık, ikinci filim renkli sinemaskop, macera dolu hindiyalı (o zaman kızılderililer için bu terim kullanılırdı) - kavboylu filmi...”

O an mahalledeki birayak, kızdırmaca, kapıcıbaşı, saklambaç v.s. oyunlarına hemen ara verilip Özdemir’in etrafı sarılır, herkes alacağını alır; hele de satışlar biraz iyi giderse, bizlere bir hayli de maskaralıklar yaparak çocukları güldürüp şenlendirir, sonra da ''şaammmalii, baklava, göbeciiiik'' diyerek diğer sokağa yol alırdı. Biz çocuklar da oyunumuzun başına dönerdik... O zamanlarda sinemalar insanların en büyük eğlence ve sosyal etkinlik yönünden vazgeçilmez mekanları idi. O yıllarda yaşamımıza damgasını vuran sinemalara müşteri cezbetmek için çığırtkanlar belli dönemlerde ''kadınlara meccani(bedava)'' diyerek ilgiyi artırmaya çalışırlardı.”

Canbulat sinemasının biletçisi Nafi dayı idi. Selam versen bile tatlı bir küfrünü yeme ihtimaliniz vardı. Mağusa’da küfrünü yemeyen kişi de yok gibiydi. Çarşının da vazgeçilmez insanlarındandı. Kendi özgü kıyafeti ve sohbeti vardı. Küfürle yatan, küfürle kalkan, herkesin öyle bildiği ve kabullendiği biriydi Nafi dayı. Yaşlansa dahi bu güzel huyundan vazgeçtiğini sanmıyorum.

Bu iki sinemamızda o dönemin efsane sanatçılarının konserleri de yapılırdı. Develerin üzerinde gelişini ve aylarca listelerin başından düşmeyen ‘İşte Hendek, İşte Deve’ şarkısını kim unutabilir ki Barış Manço’nun? İşte bu konseri Canbulat sinemasında dinlemiştik. Yine Beyaz Kelebekler isimli gurup çok meşhurdu, 1970’lerin başında. Bu gurubun konseri de Lozan Palas’ta olmuştu…

Okan Dağlı