Vatana ihanet nedir?
Yani “vatan haini” olmak nasıl bir şeydir?
Yıllarca Kıbrıs Türk toplumu içerisinde, perdenin önünde veya gerisinde bu toplumu kendi ideolojileri doğrultusunda yönetenlerin “yarattığı” ve “hep yaşattığı” bir “idare şekli”dir aslında...

-*-*-

Oysa, gerçek anlamıyla “ihanet” ve dolayısıyla da “hainlik” bizim toplumun hiç uğraşı olmamıştır.
Tek tük bir kaç kişinin bilerek veya bilmeyerek Rum tarafındaki “benzer güruh”a bilgi sızdırmış olma olasılığı elbette vardır ve olmuştur ama toplumumuzda hala yaşatılmaya çalışılan saçma sapan, aptalca ve gerçekleri gizlemeye yönelik “vatan hainliği” iddiası ya da suçlaması, Kıbrıs türk toplumunun ruhunda asla olmamıştır.

-*-*-

Bu konuda ilk suçlama, 1950’lerin ikinci yarısında Ahmet Sadi Erkurt ve arkadaşlarına yapılmıştı.
O günden bu günlere kadar, tıpkı Erkurt’lar gibi, “Kıbrıslıların vatanı ortaktır, çıkarları da ortaktır” demeye çalışanların hepsini; “ayrılıkçı milliyetçiler” tarafından, “hain”likle suçlanmıştır.

-*-*-

1950’lerin ikinci yarısında Ahmet Sadi Erkurt’ların, İnkılapçı gazetesi etrafında birleşen on – 20 kişinin; Fazıl Önder’in dertleri; “Kıbrıslı Türk işçilerin” sınıf bilincinin, tıpkı Rum işçiler gibi gelişmesi ve bu bilinç çerçevesinde, Kıbrıslı Türk işçilerin de, tıpkı Rumlar gibi haklarını en üst seviyede almalarıydı.

-*-*-

Kıbrıs Türk toplumuna ihanet söz konusu değildi.
Asla!
Tam tersine, insanların tek hedefi topluma hizmet ve toplumun refahıydı.
Türkiye’den gelen komutan ve yer altı elemanlarının da gücü ve desteğiyle, bu insanlar “hain” ilan edildiler.
Ve vurularak öldürüldüler, yaralandılar, korkutuldular, ülkeden kovuldular. Kaçmak zorunda kaldılar.

-*-*-

Fazıl Önder çok sevilen biriydi.
Cenazesine bile kimse katılamadı.
Ahmet Sadi Erkurt ile yıllar sonra Londra’da tanışma şerefine eriştim.
Çok sohbet ettim.
Söyleşi yaptım.
Hayatını yazdım.
“Tek amacımız, Kıbrıslı Türk işçilerin de, tıpkı Rumlar gibi evrensel haklara sahip olmasını sağlamaktı” dedi.
Ve tabii ki Rum – Türk kardeşliğini savunduklarını da inkar etmedi.
Kötü bir şey miydi “kardeşlik?”...

-*-*-

İşte o günlerde başlayan “propaganda” ve “ihanet edebiyatı” ile toplumu yönetme sevdası; bugünlere kadar gelmiştir.
Toplumun gerçek anlamda demokratikleşmesine, kendi kendini yönetmesine ve hepsinden öteye gerçek anlamda bir devlet sahibi ya da gerçek anlamıyla bir devletin vatandaşı olmasına müsaade etmeyip de propaganda ve ihanet edebiyatı ile yönetenler; bu laçka, parasız ve hala devam eden yalan düzeninin gerçek mimarlarıdır.

-*-*-

Sürekli propaganda!
Sürekli yalan!
Sürekli hamaset!

-*-*-

Devleti yönetenler, bu yüzden son derece güvenilmezdir.
Bakın, bir bakan inatla ve ısrarla Türkiye’den para gelecek diye propaganda yapmak için canını yemektedir.
Oysa hiç gerek yoktur.
Türkiye’yi, “kardeş, canımız, ciğerimiz, dostumuz, her şeyimiz” olarak dürüst bir şekilde kabul etmek yerine, sürekli olarak “kurtarıcımız, anamız” gibi “ilahlaştırmak” çağdaş, demokratik ve dürüst bir mantık değildir.

-*-*-

Neyse, eskiden alıp anlatmaya devam edelim...
Ahmet Sadi Erkurt’u yaralayıp kaçırdılar.
Fazıl Önder’i öldürdüler...
Berber Yahya’yı vurdular...
Derken, 1960 Cumhuriyeti kuruldu.
Rum – Türk ortaklığı...
Beğenmediler.
İlla ki ayırmak istediler.
Elbette “ayrılmak istemek” de bir duruştu, siyasi tavırdı ama “ayrılmak istememek de aynı şekilde siyasi duruş olmalıydı”...
Öyle olmadı...
Bu cumhuriyetin devam etmesini savunan avukatları vurup öldürdüler.
Ayhan Hikmet ve Muzaffer Gürkan kesinlikle vatan haini değildi.
Asla Kıbrıs Türk toplumuna ihanet etmediler.


-*-*-

Haaaaa, vurulmalarında, bizdeki “ayrılıkçıların” Rum toplumu içerisindeki “ideolojik ahbapları”nın gerçek anlamda ihanetinin yüzde yüz etkisi vardır.
İki avukat, kendilerini tehdit edenleri, dönemin Rum İçişleri Bakanı Polikarpos Yorgacis’e şikayet etmiştir.
Ve Yorgacis, onları, Türk toplumu içerisinde, bizlere “düşmanlarımız” olarak gösterdikleri ama aslında “ideolojik anlamda kardeş oldukları” malum odaklara “satmıştır”...
Kıbrıslılara ve Kıbrıslılığa yapılan en büyük ihanetlerden biri aslında budur!

-*-*-

Haaaaa, bir şey daha hatırlatayım; iki toplumdaki aşırı milliyetçi unsurlar, her dönemde benzer işbirliklerini yapmaktan geri durmamışlardır.
Kıbrıs Türk toplumu içerisindeki yer altı liderlerinden en önemlisinin hayatını; Rum toplumu içerisinde “tüm Türkleri topluca öldürmek için plan yaptığı iddia edilen kişi”, en az iki kez kurtarmıştır... İlk kurtarış, “ailesi” içindir, ikincisi bizzat kişiseldir.

-*-*-

Avukatlardan sonra, “Rumcu hain” ilan edilen bir diğer kişi Derviş Ali Kavazoğlu’dur.
“İki toplumun işçileri bölünmemeli, mücadele ortaktır” dediği için hain ilan edilmiştir.
Ve Rum yoldaşı, sendikacı arkadaşı Kostas Mişaulis ile birlikte vurularak infaz edilmiştir.

-*-*-

Rum toplumu ile birlikte yaşamak, savaş istememek, barışı savunmak, emekçilerin haklarının bölünmez olduğunun kavgasını vermek, “ihanet” kabul edilmiştir.
Aynı şekilde, Rum toplumu içerisindeki benzer çevreler de, Kıbrıslı Türklerle birlikte yaşamak gerektiğini savunanları hep “hain” ilan etmiştir.

-*-*-

Tüm Dünya’yı etkileyen 1968 devrimlerinin Kıbrıs Türk toplumu içerisindeki uzantıları da baskıyla, şantajla, hatta işkenceyle susturulmuştur.
Hatta; bırakın “solculuk”la suçlamayı; mevcut milliyetçi Türk yönetimi ile aynı gurubun içinden olmamak bile kabul edilmemiştir.
Baskıyla bertaraf edilenler, siyasete bulaşması veya örneğin toplum lideri olması engellenenler arasında, toplumun milliyetçi kesimlerince de çok sayılan isimler tek tek tehdit edilerek, asla yönetim kadrolarına alınmamıştır.
Onlar için de aynı silah kullanılmıştır; “hainlik!”...

-*-*-

Bu arada bahsetmemek olmaz!
Dr. İhsan Ali...
Kıbrıs Türk toplumunun, adını dahi öğrenmesini istemedikleri gerçek bir vatansever, gerçek bir bilgili, görgülü, eğitimli, saygın doktor...
Evet, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamını savunan çok küçük azınlık içerisindeydi.
“Hain” dediler.
Ölüm emri çıkardılar.
Öldürmeyi de denediler.
Toplumdan uzaklaşmak zorunda bıraktılar.

-*-*-

Derken 1974 sonrası yaşandı.
Hiç değişmeden, aynı yöntem hep devam etti.
“Düzeni değişelim, daha demokratik, daha çağdaş, daha adil olalım” diyen herkese iş vermediler, kredi vermediler, kaçmaya zorladılar.

-*-*-

Kutlu Adalı’yı da vurarak öldürdüler.
Cinayetle ilgili araştırma – soruşturma bile yapmadılar.
Katil ya da katilleri gizlediler, sakladılar, korudular.
Kutlu Adalı, hayatında bu topluma ihanet etmedi.
Asla!
Mümkün değil!

-*-*-

Şener Levent ve arkadaşlarına benzer bir komplo kurdular.
Casuslukla suçladılar.
“Belgeleri gördük” dediler.
Şener Levent’i yakından tanıma şerefine de erişmiş biriyim.
Kıbrıs Türk toplumuna veya Kıbrıslılığa hizmet mi?
Heykelini dikerim...

-*-*-

Hala aynı yöntem kullanılıyor...
Kıbrıslılığı savunanları hala hain ilan etmeye devam eden çok küçük bir grup var.
Kıbrıslı Rumlarla birlikte yaşamı savunanları hala vatana ihanet etmekle suçlayan bir grup var.
Çok yazık.
Çok yanlış.

-*-*-

Bunlar, 1950’lerin ikinci yarısından bu yana, Kıbrıs Türk toplumunun kendi kendini yönetmesini, kendi evinin efendisi olmasını aslında hiç istemeyenlerdir.

-*-*-

Mevcut hükümet de parlamento da, bu grupların ya da kişilerin etkisinde kalmakta, yalan, propaganda ve hamasetle toplumun kendi ayakları üzerinde durmasına aslında engel olmaktadır.
Yazıktır.
Günahtır.
Bu toplumun yok olmaması adına, bu “gerçek ihanet ve gerçek hainliğin”, kesinlikle önüne geçilmesi gerekmektedir.

-*-*-

Kıbrıslı Rumlarla değil sadece; tüm Dünya ile birlikte “DÜNYALI” olarak yaşamayı savunmalıyız artık.
Bu düzende, bunun içinde, herkesin cebinde Kıbrıs Cumhuriyeti Pasaportu, olmadı İngiliz Pasaportu ile değil!
Ne ilginçtir; Şenerleri, Alileri, barış sevdalısı herkesi “hain”likle suçlayanlar arasında, cebinde “Rum Pasaportu” dediği pasaport ile gezen ve Güney’de dans ettiği barlara  Covid 19 nedeniyle gidemediği için üzülen bile var!!!

-*-*-

Mustafa beyler, Ersin beyler, Kudret beyler, Tufan beyler, Cemal beyler, Erhan beyler, Fikri beyler ve tümünüz; lütfen “yeni dönemde”, bu “ezik, salya – sabun, ahlaksız ve hırsız, çirkin, kötü, topluma zarar verici” “bozukluğa” prim vermeyiniz!
Yeter artık!