Özlem Çimendal

CTP Milletvekili Asım Akansoy, başarısızlıkla sonuçlanan Crans Montana zirvesinin ardından kopan müzakere süreci ve bugün tarafların Kıbrıs sorunu konusunda takındıkları tavrı değerlendirdi. Asım Akansoy son gelişmelerle ilgili Yeni Bakış’ın sorularını yanıtladı.

Y.B: Crans Montana sonrası yaşanan sert çıkışlar ve sorunun gidişatını nasıl değerlendirmek gerek ?

A.A “Uluslararası ilişkilerin yeniden şekillendiği bir dönemden geçiyoruz. Küresel bağlamda “otorite” kabul edilen değer ve odakların yeniden tanımlanmaya çalışıldığı bir süreç bu. Irkçılığın ve faşizmin olabildiğine hegemonya kurmaya çalıştığı, sosyal gerilimlerin savaşların yarattığı mülteci akımları ile daha da içinden çıkılmaz bir hale döndüğü; kolay yönetilemez bir dönemdeyiz. Dünyada entegrasyon arayışlarının önemi yerini geçici de olsa ayrılıkçılığa bırakmış durumda. Ulus devletler böyle bir uluslararası konjonktürde, yeni açılımlar yapmak yerine elbette geri çekilme ve içe kapanmayı, vatandaşlarını “bencilce” korumaya yönelmeyi tercih etmektedirler. Günümüz dünyası, daha çok diyalog, hoşgörü ve tolerans yerine çatışma, Popülist siyasetin yüksek etkisi ile red, ötekileştirme ve dışlama eğilimlerinin yükseldiği bir döneme girdi. Otorite kabul edilebilen büyük güçlerin, küresel sorunlar bağlamında belli bölgelerden (şimdilik) geri çekilmesi ve var olan çatışmaları akıl yolu ile çözme konusunda irade koymaması, sorunları milli refleksler ve duygusal etmenlere terk ederek bu alanları kendi haline veya farklı güç odaklarının etkisine yöneltti.

“BM’nin etkisizliği uzun zamandır konuşulan bir konu”

Bu bağlamda, BM’nin etkisizliği zaten uzun zamandır konuşulan konuların başında. Bu kaotik ortam Kıbrıs’ı elbette doğrudan etkiliyor. Hem coğrafik hem kültürel hem de birleşme arayışları bağlamında. Türkiye’nin içinde bulunduğu istikrarsız yapı, Ortadoğu’daki alt üst oluşlar ve kuzey Afrika’daki çatışmacı gelişmeler bizi, bizim farketmediğimiz ölçüde etkiliyor. Yunanistan’ın, büyük ekonomik ve sosyal krizlerin ardından AB’ye tutunarak ayakta durma çabalarının yarattığı istikrarsızlığı, yüzünü sürekli Almanya’ya döndürme zorunluluğunu beraberinde getiriyor. İngiltere’nin AB’den ayrılıp, tam da bu bu yeni uluslararası ilişkiler denklemine damgasını vurarak “yeniden” hegemonyacı bir küresel aktör olma gayreti de ortada. Böyle bir uluslararası konjonktürde, Kıbrıs gibi kronikleşmiş bir sorunu çözmeye yönelirken, en küçük bir hata yapmadan, zamanlamayı iyi ayarlayarak, ilgili uluslararası aktörlerin eğilimlerini iyi değerlendirerek adım atmak gerektiğini düşünmek gerekir. İşte, güvensizliğin hakimiyetindeki bu uluslararası iklimin yeterince değerlendirilmeden zorlama ile sert hamleler yapıldığını ve bu bağlamda Kıbrıslı Türk Liderliğinin toplumu “ya çözüm ya belirsizliğe devam” noktasına götürdüğünü düşünmekteyim. Anastasiades’in cesaret edemeyeceği ve geri çekileceği belli olan bu durum karşısında “dayatılan zorlama”nın ne getirip ne götüreceğinin iyice hesaplanmadığı açıktır”.

Y.B: Son dönemlerde Türkiye-AB ilişkilerinde turmaman gerginliği Kıbrıs’a yansımaları nasıl şekillenecek?

A.A: “Türkiye AB ilişkilerinin, akıl almayacak kadar bozulduğu bir dönemde, nasıl bir denklem ile ortak kazanım formülünü yaratabilirdi ? Veya, bizim tarafın öngördüğü stratejinin, diğerleri tarafından kabul edilmemesi koşulu neden bizi mutlak haklı durumuna getiriyor? Bu nasıl bir ortak kazanım metodudur ? Dolayısıyla BM’nin tarafları eşit düzeyde sorumlu tutacağı bir durum karşısında, olası bir çözümsüzlükte kimin kaybedeceği iyi hesaplanmalıydı !

2016 yılında büyük bir yapıcılıkla ilerleyen müzakere sürecinin her iki liderin de “iki evet” odaklı perspektifi ile önemli bir aşama kaydettiği bilinen bir gerçek. Ancak 2017, yeterince iyi yönetilmemiş, zaman kaybedilmiş, gereksiz açıklamalarla güven konusu daha da sorun haline dönüştürülmüş bir yıl oldu. Güven yaratıcı adım atılamadı. Sürekli bir üstünlük yarışına girildi, kim daha çok barış ister gibi bir anlamsızlığın pençesinde verimsizliğe boğuldu süreç. Bugün hala aynı yaklaşımın devam ettiğini görmekteyiz. Toplumsallaştırılmış, kitleselleştirilmiş bir çözüm sürecinin neden çok önemli olduğu üzerinde durmak yerine, “ben bilirim, yaparım” yaklaşımı sergilendi. Crans Montana’da uzlaşı sağlanamamış olması, herhangi bir tarafın masadan daha üstün kalktığı anlamına asla gelmez. Eğer mesele zaten bu iseydi, bunun adına çözüm müzakereleri demezdik. Başta Kıbrıslı Türk Lider olmak üzere, her iki Liderin çözüm niyeti ortada iken hele…

Gelinen noktada, Kıbrıs konusu Türkiye için, farklı bir aşamaya girdi. Türkiye, Kıbrıs yüzünden uluslararası alanda uğradığı mağduriyetin rövanşını almaya hazırlanıyor. Uluslararası alanda, 1974- 2004 arasında hakim olan ve adanın bölünmesinde doğrudan sorumlu kılınan Türkiye, 2004 referandumunda “eveti desteklemiş olması”nın verdiği rahatlığı yaşamış, 2017 sonrası ise verili durumu farklı bir noktaya çevirme kapasitesine ulaşmıştır. Bu noktada, son dönemde her platformda masada bulunup, kendi hak ve çıkarlarını doğrudan savunmayı tercih eden Türkiye Dışişleri, Crans Montana’da çözüm veya çözümsüzlük koşulları diye ayırmadan kendi ulusal çıkarları üzerinden varlığını gözeten bir yaklaşım ortaya koydu.

Bizim açımızdan bakacak olursak… Halimiz hüsran!

Y.B: Bundan sonrası için ne söylemek gerek

A.A: “Gelinen aşamada, çözüme ulaşılamasa dahi, kalıcı hasara yol açmadan müzakere sürecini devam ettirmek veya çözüme kadar Kıbrıslı Türklerin Avrupa Birliği ile ilişkilerini geliştirmek, ekonomik ve sosyal ambargoları hafifletmek, dünyadan yalıtılmadan, AB’den kopmadan yol almak gerekirdi.

2016’nın başarılı hamleleri, 2017’de yok edildi…

Ya hat ya bat dendi ! Ancak bu şekilde bir çöküş durumunda ödenecek bedel hesaplanmadı...