“Maça bir sıfır başlamak” diye bir laf vardır, tüm kariyerini komedi dizileri ve filmleri ile yapmış olan Ahmet Kural’ın böylesine çetrefilli bir drama filminde başrol oynayacağını duyduğum gün dizi için ayni hissi yaşadım…
Komedi filmlerinde oynayan bir oyuncu drama oynayamaz mı…??? Elbette oynayabilir, ancak bu tip değişimler bir oyuncu için bıçak sırtıdır, film endüstrisinde bu konuda rezil olmuş çok karakter vardır, zordur, risklidir ve fakat imkansız değildir… Bu konuda en başarılı isim de hiç şüphesiz ki usta oyuncu Şener Şen’dir…
Burada konu zaten film değil, derin devlet zihniyetidir, propagandadır, Cenevre öncesi birilerine sünnetçi korkusu vermeye çalışma zavallılığıdır… Dünyanın her yerinde millici kompradorların klasik bir ajandaları mutlaka vardır, hiç şaşmaz, bizde de durum aynıdır…
Mustafa Akıncı’ya karşı AKP rejiminin seçimlerden önce başlattığı “İtibarsızlaştırma” hareketi, Türk milliyetçiliği üzerine kurgulanmış ve Ersin Tatar’ın Cumhurbaşkanlığına gökten zembille gelmesi üzerine de “Federasyon artık ölmüştür” filmi vizyona sokulmuştur…
BM’nin Cenevre görüşmelerini duyurduktan sonra ise “Ajanda” işlemeye başlamıştır… Şöyle ki;
- Federasyon ölmüştür safsatası
- İki devletli çözüm hayali
- Pandemi şartlarında alelacele film çekimi
- Millicilerin ilhak kelimesini dillendirmeleri 
- Ve şovenist dizinin Cenevre öncesi vizyona girmesi…
Amaç yeniden iki toplumu karşı karşıya getirmek, acılar üzerinden efelik taslamak, zihni bulanıkları deterjanlı bir beyin yıkamaya maruz tutmak…
Tarihi gerçeklerden yola çıkarak elbette bir dizi film yapılabilir, ancak objektif olmadıktan sonra, hele de o dönemi yaşayan insanlar gerçekte ne olduğunu bildiği halde, sırf siz ajitasyon yapacaksınız diye olayları çarpıtırsan, saçma sapan diyaloglar koyarsan ve en önemlisi yüzlerce Kıbrıslı Türk tiyatro sanatçısı varken hiç birine rol vermeden, Türkiyeli oyuncuları “Kıbrıslı” diye İstanbul şivesi ile konuşturursan, o film olmaz, olsa olsa sadece körü körüne sana inanan, “A Haber” tadında fantastik bir saçmalık olur…
“Last Samurai” veya “Ronin 47” gibi filmlerde tüm samuray karakterlerinin Hollandalılar tarafından oynandığını bir hayal edin… O da film olmaz, “Let’s go to Amsterdam” olur…
Efendim bu bir diziymiş, belgesel değilmiş… Tarihi olaylara dayanan bir film veya dizi, o tarihi olaylara atıfta bulunacaksa en azından  iyi bir araştırmayı hak eder, işkembeden sallamaz…  
Ben TRT’nin yerinde olsam “Dağdaki Maceralarım” diye bir dizi de Tahsin abime çekerdim, ama konu denizde geçecek, Fransız aksanı ile konuşan bir de Japon aktör bulmak lazım ki konuya “Fransız” kalmasın…
Sonuç olarak siz ancak yakın geçmişini okumayan, bilmeyen, öğrenmeyen, sorgulamayan, filmde gördüklerini tarih, kendi tarihini Muhteşem Yüzyıl filmi sanan, ekran başında salya sümük ağlayan, milli hisleri “Baking Powder” gibi kabaran millicileri ve lillicileri kandırırsınız… “Sizi biz kurtardık” repliğini tekrar edenler bu diziden sonra “Kurtarma” konusunda Ordinaryüs Profesör kesilecek… Kıbrıs’ta buna “Gandır çocuğu da taksim istesin” derler… Bu adada yaşayan barış yanlılarını böyle safsatalarla asla yıldıramazsınız…
1963’te de, 1974’te de çok acılar yaşanmıştır, her iki toplum da bu acılardan payına düşeni yaşamıştır, ne bir eksik, ne bir fazla…