BM açıkladı…

Ve dedi ki, “… Cenevre’de, taraflar arasında ortak bir zemin olup olmadığına bakılacak”…

Ortak bir zemin bulunursa, Cenevre’deki üç günlük takvim, uzatılabilir.

BM’ye göre, Genel Sekreter de Cenevre’de daha uzun süre kalabilir…

-*-*-

Ortak bir zemin ihtimali var mı?

Şu anda görünmüyor!

-*-*-

Peki, ortak zemin bulunmazsa ne olur?

Elbette kimse bilemez ne olacağını ama eğer taraflardan biri ortak zemin bulunamaması nedeniyle “sorumlu” tutulursa, sıkıntı yaşanabilir!

-*-*-

Ne gibi bir sıkıntı?

Dünya’yı karşınıza alma sıkıntısı!

-*-*-

Bütün hesapların buna göre yapıldığından eminim…

Yani koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs siyasetini yönetenler, eminim her türlü riski de göze alıyorlardır!

-*-*-

“Risk analizi” çok önemli!

Risk analizi, aslında ekonomik, mali veya muhasebe ile ilgili bilimlerin ilgi alanındadır.

Ama siyasette de “risk analizi” çok önemlidir diye düşünüyorum…

Hatta “askerlikte” bile!

-*-*-

Google’a “risk analizi” yazdım, karşıma çıkan ilk tarifi size de aktarıyorum:

“… İşletmelerin faaliyetleri sırasında ortaya çıkan veya ortaya çıkması ihtimali bulunan tehlikelerin önceden dikkatli ve ayrıntılı şekilde saptanması ile birlikte bunlara ilişkin risklere karşı alınacak önlemler için yöntem ve esasların belirlenerek, risklerin tam olarak ortadan kardırılması veya minimize edilmesi çalışmalarına risk analizi denir”

-*-*-

Siyasetin ana kurumu devlet, bir işletme gibi düşünülebilir…

Ve devletin bazı faaliyetleri neticesinde ortaya çıkabilecek tehlikelerin önceden ve ayrıntılı bir şekilde saptanması kesinlikle şarttır…

Önlem almak lazımdır.

Riskleri tam olarak ortadan kaldırmak kaçınılmazdır.

Veya en kötü ihtimalle olası tüm tehlikeli riskleri en az indirmek gerekmektedir…

-*-*-

Bazı işletmelerde olduğu gibi; elbette siyasette veya devlet yönetiminde de elbette “risk” alınabilir!

Analiz işte burada çok önemlidir!

Tüm “riskler” en iyi şekilde analiz edilir ve “yürü be” denilip, yürünür!

-*-*-

Sonuç mu?

Şirket veya işletme ya batar, ya da ciddi kazanç elde eder…

Veya ikisi de olmaz; ilgili işletme, Kıbrıslı deyişiyle “batsi” gider!

-*-*-

Risk almak veya almamak!

Ticarette apayrı bir olaydır!

Risk alan işletmeyi tamamen batırabilir de!

-*-*-

Peki devletlerin, diplomasiyle alakalı risk almasının sonuçları ne olabilir?

İlgili devlet yöneticileri başarısız olursa, demokratik anlamda yeniden seçilme umutları suya düşebilir mesela…

Veya devletler, çok önemli kazançlar elde edebilecekleri bir çok anlaşma yapma şansını yitirir…

İtibar kaybeder…

Yalnızlaşır…

Yoksullaşır…

Ya da itibar kazanır, zenginleşir, yeni dostlar kazanır!

-*-*-

Kısacası, eminim ki, “Egemen eşit iki devlet” talebiyle Cenevre’ye gitmenin risk analizi çok iyi yapılmıştır…

-*-*-

Ticarette risk almak, bazı durumlarda “kaybedecek hiçbir şeyi olmamak”la da açıklanır.

İlgili işletme, her türlü riski göze alır!

Sonuç ne olursa olsun, o işletme öylesine güçlüdür ki; asla sarsılmaz!

-*-*-

Kısacası, Cenevre hesapları bence çok iyi yapılmıştır…

-*-*-

Güney’deki DİSİ’nin Genel Başkanı Neophitos Neophitou diyor ki, “… türkiye, taktik yapıp, Cenevre’de federal çözümü konuşmak isteyebilir… Bu da bizi zor durumda bırakabilir” gibi bir açıklama yaptı…

Neophitou’nun bence iki hedefi var:

Birincisi, “federal çözümü konuşması için Türk tarafına resmen gaz veriyor…”

İkincisi ise ısrarla “Türk tarafı” demek yerine, masada sadece Türkiye varmış gibi hava estirmeye, “Kıbrıs Türk tarafını küçümsemeye” çalışıyor…

-*-*-

Ne isterse olsun, unutulmamalıdır ki, çözüme veya çözüm şekline en başta karar verecek olan “Kıbrıslı Türkler” ve “Kıbrıslı Rumlar”dır…

-*-*-

Ve hala geçerli olan Zürih ve Londra anlaşmalarına göre, “egemen eşit iki devlet” veya “federal” çözüm modelleri; Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ile “iki toplumun” onaylarına ihtiyaç duymaktadır!

-*-*-

Ortak zemin bulmak!

Evet, işte bu nedenle ortak zemin bulmak çok önemlidir.

-*-*-

Şu anda ortada dolaşan “çözüm modelleri”, ortak bir zemin olmadığını gösteriyor…

Ancak Cenevre’de ne olacağı, nelerin masaya geleceği, beklenilmesi gereken bir “sonuç”tur!

Umarım, bu sonuç, çözüme en çok ve en acil ihtiyacı olan “Kıbrıslı Türkleri” daha da perişan edecek bir sonuç olmaz!

-*-*-

Başka plan veya planlar mı?

“Anlaşma olmazsa”; başka planların hayata geçirilmesi, Zürih ve Londra’da 1959 ve 1960’ta atılan imzalar nedeniyle “çözümden” çok daha zor bir konudur!

-*-*-

Peki “çözümsüzlük”?

Yani mevcut sorunlu durumun devamı ve statüko dediğimiz pozisyon…

En “olası” görüntü veya beklenti budur!

-*-*-

Benim okuduğum manzara şudur:

BM, üç gün sonucunda “Ortak zemin bulunamadı” deyip; belirsiz bir dönemin “yeniden” başlangıcını ilan edecek…

Ve Anastasiadis, zerre kadar umurunda olmaksızın ülkesine geri dönecek…

Yunanistan heyeti ve İngiliz heyeti de…

Peki “biz”?

İşte orası net değil?

Risk analizi bu açıdan çok önemlidir!

-*-*-

Efendim, “Anavatan yanımızdadır…”

Doğru!

Bu ciddi bir avantajdır elbette…

Ama, asla “çözüm” değildir!

Bilmem anlatabildim mi?

Hiçbir şey, “Kıbrıs Türk toplumu için”, Kıbrıs sorununun kalıcı bir çözüme ulaşmasından daha anlamlı, önemli, değerli ve kaliteli olamaz!