İki farklı konudan söz edeceğim bugün…

Biri UBP, öteki de “nasyonal solcularımız”…

-*-*-

Kimse gerçekleri anlatmıyor!

Anlatamıyor!

Çekiniyor!

Korkuyor!

Hatta belki de utanıyor!

-*-*-

Bekliyorlar!

Zaman geçsin!

Zaten Kıbrıslı her şeyi unutur!

Bunu da unutacak!

Ve hiçbir şey olmamış gibi hayat devam edecek!

-*-*-

Hastalandım ve dinleniyordum…

Bu yüzden de kurultayın ilk turuna gitmemiş, gidememiştim; iyi ki de gitmemişim…

Lefke’deydim…

Çık sabahın köründe, git Lefkoşa’ya…

Benzin parası…

Zaman kaybı…

Covid 19 riski…

-*-*-

Kısacası meslektaşım olarak gidenler de, meraklıları da boşa gitti…

Ama onlardan çok öteye, 7 bin UBP’li, boşu boşuna oradaydı…

-*-*-

Televizyonda beş adet program yaptım…

Beş adayla sohbet ettim; boşu boşuna…

İki adet basın toplantısına gittim; boşu boşuna… (En azından Eziç’teydi ve güzel kahvaltı vardı ohhh)

Adayların taraftarlarını saatlerce dinledim; boşu boşuna…

Yapacaklarını sıraladılar; boşu boşuna!

-*-*-

Adaylar ve destekçileri belki de “milyonlar” harcadı…

Yine boşu boşuna…

-*-*-

Bir telefon veya birkaç sohbetle; koskoca kurultay on dakikada yok sayıldı…

En azından bir kısım esnaf belki para kazanmıştır ya neyse…

-*-*-

Şimdi, kimse, ama kimse, gerçekleri anlatmıyor, anlatamıyor ve biz hep birlikte izliyoruz…

-*-*-

Efendim, Cumhurbaşkanlığı seçimine de müdahale edilmişti!

Efendiler, müdahale mutlaktı da sebebini gayet net biliyoruz…

Doğru veya yanlış; Türkiye’yi yönetenlerin de yıllardır teslim etmekte tereddüt etmediğimiz özellikle “dış” irademizle ilgili “uzlaşabilecekleri biriyle çalışmak istemeleri” gayet doğalıma geliyordu!

-*-*-

Ve bunu biliyoruz ki; şu, şu, şu ve de şu sebepten dolayı Türkiye müdahale etmiştir!

Sevgili Rasıh Reşat kardeşimin de dediği gibi; biliyoruz ki, Recep Tayyip Erdoğan da bir siyasetçi ve siyaset yapıyor!

-*-*-

Ama UBP’deki gelişmeleri anlamakta zorlanıyorum!

Eğer mesele Faiz beyseydi; “neden sevilmiyor?”…

Ve eğer mesele Faiz beyseydi; yarışı kazandıktan sonra müdahale etmek yerine, yarışa katılmasına engel olmak, üst düzey müdahaleyi de gerektirmezdi…

Giderdiniz, Faiz beye evlatlarının isimlerini söylerdiniz, hangi okuldan mezun olduklarını, ne iş yaptıklarını anlatır ve gülümserdiniz; O da anlar ve kesinlikle aday olmazdı!

-*-*-

Ama şimdiki pozisyon tam bir rezalettir!

Evet, Kıbrıslı’nın hafızası zayıftır, hemen unutur ve hiçbir şey olmamış gibi hayata devam ederiz belki ama bu utanç, bu rezalet, bu ayıp, üzerimize çok fena yakışır ve zem zem suyuyla yıkansak, yarattığı iğrenç koku alsa temizlenmez!

-*-*-

Şimdi, aklıma garip garip şakalar geliyor…

Mesela TC Merkez Bankası Başkanı yine görevden alındı ya. Yerine eski bir bakan atandı.

Acaba diyorum, Türkiye’de, “Faiz’e müdahale etmek şart” denildi ve yanlış bir anlaşılma mı oldu!

“TL’nin politika faizi” yerine “UBP’nin Faiz’i”ne mi müdahale edildi?

-*-*-

Tabii vatandaşın cebine giren parayı, ne TC Merkez Bankası’ndaki başkan değişikliği ne de bizim Faiz’in zaferine müdahale edilmesi değiştiriyor ki o da ayrı bir mesele…

Bizi yani vatandaşı en çok ilgilendiren, bir an önce sağlam bir hükümetin kurulması ve Covid 19 nedeniyle yaşanan felaketle ilgili acil tedbirlerin alınmasıdır…

-*-*-

Kaç zamandır, bazı veriler topluyordum…

Evet, Türkiye, şu ya da bu şekilde cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahale etmiştir…

Ama bu müdahale ne kadar güçlü, ne kadar baskıcı veya ne kadar geniş kapsamlı olursa olsun; Akıncı’nın kazanmasını engellemeyebilirdi…

Bence asıl hata, Akıncı kanadında yapıldı…

-*-*-

Ki ikinci konumuz da bu olsun…

Akıncı’ya destek veren ve “solculuk” adı altında “ırkçılık” hatta “nasyonal sosyalizm” salyası saçan bir yığın insan, yenilginin asıl sebebiydi…

Bunları yazacaktım; bunları anlatacaktım bugün ama UBP’nin yaşadığı garip ve de aptalca müdahale nedeniyle ikinci konu yapmak zorunda kaldım…

-*-*-

Mesela, son derece sosyalist bir arkadaşın, bir ağabeyin, “… şimdi bunların yüzünden (TC kökenli KKTC vatandaşları); biz de zarara uğrayacağız” ifadesini eleştirecektim mesela…

Onlar ve biz!!!

Ne kadar faşist!

Ne kadar ayrıştırıcı!

-*-*-

Veya bir başka aşırı solcu ağabeyimizin, “Sayın Tatar’ın görüşmeci ekibinde sizce Çetin Sadeli olmalı mı?” paylaşımını hatırlatacaktım…

Ne demektir bu?

Çetin Sadeli benim kardeşimdir…

Arkadaşımdır…

“Nevi şahsına münhasır” bir karakterdir ve dilediği siyasi pozisyonda olma hakkına sahiptir…

Zamanında Barış Burcu gibi değerli bir kardeşimiz “Sözcü” yapıldığında, kebapçılık mesleği ile dalga geçmeye çalışan faşist cehaletle bu paylaşımı yapan kardeşin zihniyeti farklı mıdır?

-*-*-

Haaaa bunlar sadece iki tanesi…

Daha neler var neler…

“Onlar” ve “biz” ayrımcılığı; ayrıştırıcılığı ve “aşağılaması”…

Üstelik “solculuk” adına…

-*-*-

Ve yazının sonunda da diyecektim ki; işçi sınıfı değil midir önemli olan? Emekçiler değil midir en önde olması gereken?

Üstelik de Ekim Devrimi’nin tam yıldönümünde…

“Solculuk” adına bunca hata artık yapılmamalı…

-*-*-

“Efendim solda birlik” mi diyorsunuz?

-*-*-

Solda birlik, gerektiğinde mesela “devrim” olacaksa mutlaka yapılır…

Bunun için birilerinin çaba harcamasına gerek yoktur…

Yeter ki, solcular eğitimli olsun, solculuğu bilsin…

Günü geldiğinde; o solcular, ama gerçek solcular; zaten sokaktadır ve ışığa doğru yürümektedir…

Ezilen emekçi kardeşler; devrimden korkmayın…

Başkaları korksun, ezilenler ve emekçiler değil…