Eski bayramlar...
Her bayram aklıma bu konu gelir...
“Aklına eğer eski bayramlar geliyorsa; demek ki yaşlanmışsın” diyor bir arkadaşım...
Yaş 52...
Yolun yarısı 35 dememiş miydi şair?

-*-*-

Cahit Sıtkı Tarancı, çok güzel anlatıyor “yaşamı” belki de “yaşayamamayı” o şiirde... 


“Yaş otuz beş! yolun yarısı eder. / Dante gibi ortasındayız ömrün” diye başlıyor şiir... Ve şair diyor ki, “... Zamanla nasıl değişiyor insan! / Hangi resmime baksam ben değilim.”

-*-*-

“... Hayata beraber başladığımız, / Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir; / Gittikçe artıyor yalnızlığımız.” dizelerine bayılırım... 

-*-*-

Ama ne zaman okusam, dinlesem, şu beş satır, alır beni benden... Mezesiz bir litre içesim gelir sadece bu beş satırla: “... Gökyüzünün başka rengi de varmış! / Geç fark ettim taşın sert olduğunu. / Su insanı boğar, ateş yakarmış! / Her doğan günün bir dert olduğunu, / İnsan bu yaşa gelince anlarmış.”

-*-*-

Evet, her doğan gün ayrı bir dert!
35’te anlamadık biz bunu; çocukluğumuzdan beri hep dert!
Evet, eski bayramlar çok güzeldi de savaştan, ganimetten, düzensizlikten, belirsizlikten, kimliksizlikten belki de en çok; her doğan güne yapay gülücükler katmanın ötesine geçemedik.
Bu yüzdendir belki de “eski bayramların güzelliği”...
Çünkü, her doğan gün, “güzeli” değil, “sorunu” sokuyor yaşantımıza... 
 
-*-*-

Oysa Cahit Sıtkı diyor ki; belki de verilebilecek derslerin en güzel beş satırında: “... Neylersin ölüm herkesin başında. / Uyudun uyanamadın olacak. / Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında? / Bir namazlık saltanatın olacak, / Taht misali o musalla taşında.”

-*-*-

Herkes mutlaka ölecek.
Allah sırayı bozmasın yeter ki... 
Bozuyor ya; neyse... 
Uyuyacağız ve bir daha hiç uyanmayacağız...
Bir diğer şairin (Yahya Kemal Beyatlı) dediği gibi, “… Artık demir almak günü gelmişse zamandan / Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan… / Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden, / Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.”

-*-*-

Şarkısı da çok hoş... 
Ama belli ki “bir meçhul” var ve o meçhule hepimiz gideceğiz yani...
Kısacası, nedir paylaşamadığımız ki, her geçen gün, bu ülkedeki bayramlar, eskisi gibi olamıyor?
Neyi bölüşemiyoruz?
Neyi özemiyoruz?
Nedir istediğimiz ki; bulamıyoruz?

-*-*-

Bayram!
Hadi oradan; ne bayramı?
Neyin bayramı?
Kimin bayramı?

-*-*-

Lefkoşa – Lefke yolunda, lüks otomobilimizin göstergesi hava sıcaklığını “43” gösterdiği sırada; Pakistanlı veya Bangladeşli, kim bilir Hintli işçiler gördüm, yürüyorlardı!
Bir tanesi, belli ki camiye gitmiş sabah; kendi seccadesiyle...
O seccadeyi katlamış, dürmüş ve başına koymuş...
Ne için dua etti?
Ne istedi Allah’tan?
Yoksa, “yaşadığı için şükür mü etti sadece?”...

-*-*-

Biz mi?
Ek mesai hakkımız!
Söke söke alırız!
Alacağız tabii ki neden hakkımız olmasın!
Sakın ha; “Serhat ek mesai ödemelerine karşı” diye paylaşım yapıp, altına da “bu zaten eskiden de böyleydi” gibisinden, organize linçe girişmeyin!

-*-*-

Girişmeyin de; nedir istediğimiz?
Nedir almak için uğraştığımız?
Nedir eğri olup da düzelmesini istediğimiz?
Oturup, bu konuyu hiç düşündünüz mü?

-*-*-

Bu ülkede dert sadece ek mesailer mi?
Yoksa “haksız işe almalar mı?”
Bir parti Elektrik Kurumu’nda haksız işe almalara karşıymış!
Yahu, ismi lazım değil bu partinin de çok merak ederim, “haksız işe almayan parti mi var ülkede?”.
Ama bir kişi, ama yüz kişi!
Bu olmamalı bizim derdimiz!
Bu olmamalı bizim kavgamız!

-*-*-

Tümden sonlandırmak olmalı “belirsizliği, düzensizliği, plansızlığı, hesapsızlığı...”
Tümden sonlandırmak lazım, “bilinmezliği, hesap vermezliği, hesap soramazlığı!”
Tümden sonlandırmak lazım, “gereksiz hamaseti, sahte iktidar kavgasını”...
Tümden sonlandırmak lazım, “sırf koltuk uğruna toplumu kutuplara bölmeyi...”
Tümden sonlandırmak lazım, “yoksulluğu, kimsesizliği, Dünya’dan izole yaşamanın zavallılığını...”
Nasıl mı?
İsteyerek, zorlayarak... 

-*-*-

Her doğan gün yeni bir dert olmasın...
Yanılsın Cahit Sıtkı Tarancı... 
Nesiller tükendi hep aynı dertlerle; her doğan yeni günde...
Başka nesiller de tükenmesin...

-*-*-

Haaa nasıl mı?
Tek kelime; “ÇÖZÜM”...
“Çözün” ya da...
Özel bir şekilde ve de illa ki adını koymayalım; ama “çözüm”...