Vaka sayısı ürkütüyor!

Vaka sayısı, “biz bu kavgayı kaybettik, herkes başının çaresine baksın” noktasındadır!

İpin ucu kaçmış gibi görünmektedir!

Umarım haksız çıkarım!

-*-*-

Neyse, bugünkü konumuz farklı!

Türkiye’de bir “amiral”, cüppe giyip, takke de takıp, tarikatçılık oynuyormuş!

“İbadet özgürlüğü?”

Kesinlikle ibadet özgürlüğü!

Bir özgürlük türüyse “ibadet özgürlüğü”, “he is welcome” yani!

Yapmasında bir sakınca var mı?

Bana soracak olursanız, “hayır yoktur”…

-*-*-

Bizim gençlik yıllarımızda – askerlik yaptığımız yıllarda yani, “Deniz, Kara ve Hava” harp okulları vardı…

Bunlardan mezun olan “subaylar”, “üsteğmen” olduktan sonra (bu rütbenin yarı süresi sonrasında); “Akademi”ye girme hakkına sahipti…

Başarılı olan subaylar; “üç yıllık harp akademisi sonrası”; “kurmay subay” olurdu…

“Kurmay subay”lar, “kurmay olmayanlara göre”, her rütbede, beklemeleri gereken sürenin yarısını bekledikten sonra “terfi” alırdı!

-*-*-

Kurmay olmayan bir albayın “tuğgeneral” rütbesine yükseltilmesi elbette mümkündü ama “imkansız” gibiydi.

Kurmay subaylar, tuğgenerallik veya tuğamirallik rütbelerinin ötesine çıkma hakkına sahipti.

-*-*-

Sonra bu sistem değiştirildi.

Bildiğim kadarıyla “Akademi” kapatıldı.

“Meslekten”, orduya subay yapılmış ve “Harp Okulu” mezunu dahi olmamış kişiler de artık “tuğgeneral” hatta “ilerisine” yükselebiliyordu.

-*-*-

İşte Türkiye’de, “Hoca efendi” diye bilinen takkeli – cüppeli - tarikatçı “tuğamiral” da böyle biriymiş!

Yani ne harp okulunda okudu ne de Akademi’de!

-*-*-

103 emekli amiral bundan ciddi rahatsızlık duyduklarını belirten bir bildiri yayınladı…

Ak Parti kadroları, bu açıklamaya karşı açıklamalar yapmaya başladı…

-*-*-

Bu kavga nedir?

Bu kavga, aslında 1923 yılında başlayan bir kavgadır…

Belki öncesinde “kökleri” bulunur ama Mustafa Kemal’in kurduğu “Türkiye Cumhuriyeti”nde; en önemli, en etkili, en güçlü kurum 2000’lerin başına gelene kadar, kesinlikle “Harp Okulu” mezunları ile “Akademi” mezunlarının oluşturduğu kısaca belki “Harbiye” diyebileceğimiz kurumudur…

Özellikle “Akademi” çok önemlidir…

-*-*-

Yine 2000’li yıllara kadar, “Mülkiye” kısa adı ile bilinen özellikle Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi; akabinde de Boğaziçi ve ODTÜ gibi üniversiteler; “Harp Okulu” ve “Harp Akademisi”ni takip eden “önemli” kurumlar olmuştur…

Buralardan mezun olanlar, “Militarist ve Kemalist” kadrolaşmanın kemik ve de kilit isimlerini oluşturmuşlardır…

En kısa şekliyle “Harbiye” ve “Mülkiye” mezunları da diyebiliriz…

Yani “Harbiyeliler” ve “Mülkiyeliler”…

-*-*-

Bu kurumlarda yetişip de “Kemalist” ve “Militarist” olmayanlar elbette vardır hatta çoktur ama “kontrol” ya da “egemenlik”, hep bunlardadır…

-*-*-

Kıbrıs’ta da 1958’de resmi olarak “Türk toplumunun idaresini ele geçiren” kadroların “resmi ideolojisi” hep bu kadroların kontrolünde olmuştur…

Militarizm ve Kemalizm…

-*-*-

Nereye kadar?

2000’lere kadar…

-*-*-

Peki 2000’lerin başlarında Türkiye’de ne değişti?

2000’lerin başında, 1923’ten sonra “her türlü devlet kadrosunun dışında tutulmuş”,  “Kemalist ve militarist” olmamış, daha çok veya tamamen “Din” temelinde örgütlenmiş kadrolar iktidara geldi…

Nasıl geldi?

Kemalist ve militarist kadroların baskısından usanmış solcular da dahil olmak üzere, çeşitli grup ve kurumların desteğiyle tabii ki…

Elbette “demokratik örgütlenme” ile…

Buna da vurgu yapmak lazım…

-*-*-

Yani 2000’lerin başında iktidara gelenler; eskinin “Milli Görüş” veya “Erbakancı” kesimleri, 1923’lerden sonra devletten dışlanmış, 1969’da ilk kez örgütlenmeye başlamış son derece “güçlü”, “İslamcı” kişilerdi…

-*-*-

Elbette kendi içlerinde de “iktidar” kavgası yaşanıyor olabilir ama şu anda bu “kurumun” çok güçlü bir lideri var; Recep Tayyip Erdoğan…

-*-*-

Gelelim Kıbrıs’a…

Kıbrıs’ta TMT geleneği kesinlikle “Militarist – Kemalist” bir gelenektir…

Ve “gerçekte”, Türkiye’de şu andaki “İktidar” ile KKTC’deki UBP”nin hatta DP’nin “kafa yapısı” uyuşan bir kafa yapısı değildir…

-*-*-

Peki son derece uyumlu ve hatta sevgi dolu görünen ilişki nedendir?

“Kıbrıslı Türk uyumu” diyebileceğimiz karakterle alakalı olabilir diye düşünüyorum…

“İktidarda kalmak için her şeyi yaparım” yaklaşımı…

Aslında “gerçek” anlamda rahatsızlık var mı?

Evet vardır!

Hatta, şu anda gerek koalisyon hükümeti gerekse cumhurbaşkanlığı seviyesinde Türkiye’deki iktidar ile aşırı yakınlıktan çok rahatsız olup, perde gerisinde plan yapanların olduğu da çok iyi bilinmektedir.

-*-*-

KKTC’de iktidarda olanlar, her dönemde, her Türkiye hükümeti ile çok iyi geçinmiştir…

Şu anda da durum - eğreti dursa da - budur!

Bir örnek vereyim; Kıbrıslı Türk hükümetleri veya cumhurbaşkanları, 1980’i yani Evren’i de alkışlamıştır, Demirel’i de, Ecevit’i de, Erbakan’ı da, Çiller’i de, Özal’ı da, Yılmaz’ı da…

“Maçı idare eden bir yapımız var” diyebiliriz aslında…

“Yalakalık” da diyebiliriz…

Ne isterseniz söyleyin!

-*-*-

Hatta şunu açıkça söyleyebiliriz; 15 Temmuz darbesi başarılı olmuş olsaydı; bizimkiler anında “onlardan” olabilirdi!

-*-*-

Bu ilişki, doğru bir ilişki mi?

Bu soruya yanıt vererek bitirelim; hayır doğru bir ilişki değildir.

Yani, Türkiye’yi yönetenlerle KKTC’yi yönetenlerin çok iyi ilişki içerisinde olması elbette doğru bir şeydir…

Kavgalı olmak, kavga etmek, iki tarafın da işine gelmez…

İki kardeş devlet veya anavatan – yavruvatan ilişkisi hep pozitif olmalıdır…

Bunun bir zararı yok!

-*-*-

Ama söylemek veya anlatmak istediğim;  ne yazık ki mevcut ilişkinin, “sahte sevgiye hatta sahte saygıya dayanıyor” sezgisidir!

Bu sezgi, rahatsız edicidir!

Bu sezgi, sağlam temeller üzerinde oturmayan bir ilişki sezgisidir ki sonucu “sürekli huzursuzluk”tur!

-*-*-

Düşünün ki; iktidar koltuklarında oturup, asla İslamcı veya eski Milli Görüşçü olmayan “Kemalist – Militarist” insanlar; koltuk uğruna neredeyse “günde 25 rekat namaz kılınacak” dense, kılacak durumdadırlar!

Ama ne acıdır; ana muhalefetin de bu durumdan, bu sebeple rahatsız olduğunu söylemek de mümkün değildir!

Bu konuyu yazmaya mutlaka devam edeceğiz…