Yaptığınız bir şey hatalıysa, birini kırmışsanız, üzmüşseniz, öldürmüşseniz ya da; özür dilemeyi bilmelisiniz...
Sigmund Freud diyor ki; “’Özür dilemek', sizin haksız olduğunuz manasına gelmez. Karşınızdaki insana verdiğiniz değerin, egonuzdan yüksek olduğunu gösterir.”
Bir karar verdiniz…
Bir atama yaptınız…
Bir yanlıştasınız…
Ve bu karardan, atamadan, yanlıştan dolayı insanlar olumsuz etkileniyorsa; o insanlara verdiğiniz değerin çok yüksek olduğunu; hatta bu değerin, egonuzun çok üzerinde olduğunu ortaya koymak adına, ne olur özür dileyin!
Bu gibi durumlarda özür dilemek, büyüklüktür!
Ama illa ki “haklıyım da haklıyım”lardaysanız; siz bilirsiniz…

-*-*-

Demokrasiyi askeri darbeyle yıkmak, ne olursa olsun kabul edilebilir değildir.
Eski adıyla Burma’da, şimdiki adıyla Myanmar’da yapılan budur.
Haaaa, orada sözde insan hakları savunucusu şampiyonuyken bir numaralı soykırım sorumlusu haline dönüşenleri de unutmamak ayrı bir meseledir!
Ama ne olursa olsun, demokraside kir oluşmuşsa, demokratik yöntemlerle o kirin temizlenmesi bir insanlık görevidir.

-*-*-

Boğaziçi Üniversitesi...
Prestij mi?
En yüksek seviyede...
Türkiye’de bilimselliğin öncü eğitim adreslerinden biri...
Bir kaliteli marka.
Türkiye için bir değer.
“Türkiye’yi yönetenler hata yapıyor” diye yargılayacak yakın bilgiye sahip değilim kaldı ki yargıç da değilim ama okuduklarımız, izlediklerimiz, işittiklerimiz, takip ettiklerimiz “yüzde 50” bile doğruysa, “atanan” kişinin pozisyonu, Freud’un en başta söylediği gibi olmalıdır...

-*-*-

“Sen kimsin ki atamayı yapan cumhurbaşkanımıza hatalı olduğunu söyleyip özür dilemesini bekliyorsun?” diyebilirsiniz!
Siz de haklısınız!
Ben kimim?
O zaman, “demeyin!”...

-*-*-

Demokrasiyi, askeri darbeyle yıkmak veya tek bir kişinin kararı ile ortadan kaldırmak aynı şey değil midir?
Üstelik, Boğaziçi Üniversitesi’nde rektörün seçimle gelmesi, atamayı yapanı “haklı” veya “haksız”, “eğri” ya da “doğru” pozisyona getirmemeli...
Eğer bu atamadan dolayı öğrenciler, öğretim üyeleri, veliler ve sonuçta ülke huzursuz oluyorsa; “uzlaşmak” eğitimdeki kalitenin çar çur olmasını da engellemez mi?

-*-*-

Bir üniversite düşünün...
Şu veya bu nedenle hocalar mutsuz...
Yine şu veya bu nedenle öğrenciler huzursuz...
Siz o üniversiteden “ilim ve de irfan” çıkmasını nasıl bekleyebilirsiniz?

-*-*-

Üniversitede okuyan tüm öğrenciler; orada eğitim veren tüm hocalar; o üniversitenin her şeyine sahip çıkmalıdır.
Bir manga askeri düşünün...
Birliklerinin komutanlarından memnun değillerse; huzursuz ve mutsuzsalar; inanarak savaşmaları mümkün müdür?
Bence değildir...
Manga, takım, bölük, tabur, alay, tugay, tümen, kolordu, ordu...
Tüm bu aşlamalarda komutan silsilesinin huzurlu, kardeş ötesi sevgiyle dolu, çok iyi eğitimli, çok iyi eğiten olmaları ve en iyi silahları taşımaları nasıl ki o orduyu “güçlü” kılıyorsa; bir üniversitenin de rektöründen odacısına, çaycısına, şoförüne, öğrencisine hatta velisine, hatta ve hatta çevredeki ahalisine kadar; herkes mutlu ve huzurluysa, birbirine bağlıysa, sevgi doluysa, o üniversite yıldızlaşır.

-*-*-

Mezunlar, kendilerinden sonra gelenlere sahip çıkar.
Haliyle mezunların birbirlerine sahip çıkmaları, o üniversiteden mezun olanların işsiz kalma riskini düşürür...
Bir üniversiteyi Dünya çapında “lider üniversite” yapan en önemli değerlendirme kriterlerinden biri, mezunlarının iyi işler bulabilmeleridir.
Ve iyi iş bulabilmek, üniversiteye sadece parasını ödeyip de eğitim satın alınan yer olarak bakılmamasını gerektirir...

-*-*-

Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar, “ego”ya dönüşmemeli.
Öteki devlet üniversitelerinde yaşanması olası benzer sıkıntıları tetiklememeli.
Haliyle, özür dilemek, Türkiye’yi yönetenlerin veya yönetenin “haksız” olduğu anlamına gelmemeli.
Kendi insanına verdiği değerin, ego denen çirkin davranış bozukluğunun çok üzerinde olması demektir.

-*-*-

Ve bir konuya daha değinmek istiyorum...
Bu yazdıklarımın ötesinde; içimdeki bir korkudan da bahsetmek arzusundayım...
Şimdi, tüm bu yazdıklarımın, bir yığın yalaka ve yağcı tarafından, “Anavatana dil uzattı, Anavatan’ımızı yönetenleri eleştirdi veya suçladı” şekline çekilmesi cidden beni rahatsız ediyor.
İtiraf ediyorum!
Evet, korkuyorum!
Çünkü ortalık beyinleri çürümüş, küflenmiş, statükodan nemalanan zibilliklerle dolu!
Ve en baştan tedbirimi almak istiyorum!

-*-*-

Ayrıca, bıktım bu tür konularla ilgili sürekli kendimi savunmaya çalışmaktan!
Benzeri buralarda da yaşanıyor!
“... Kıbrıs’ta egemen eşit iki devletli çözüm” mü istiyorsunuz?
Yemin ederim, “buyurun isteyin, isteyen herkese saygım sonsuz, eyvallah”...
Ama bence imkansız!
İmkansız olduğunu söylediğim, yazdığım, inandığım ve farklı çözüm önerisi yaptığım için yıllardır “tacizin” dik alasını yemekten, vatan haini ilan edilmekten gerçekten gına geldi!

-*-*-

Ama, söylemeye devam edeceğim... 
Üzgünüm; bu nedenle ekmeğimi kesecekseniz de yemin ederim, aç kalmayı tercih ederim... 
Hatta açlıktan ölmeyi bile...
Lütfen yeter!

-*-*-

Demokrasiye ve demokrasi kuralları çerçevesinde her düşünceye saygım sonsuzdur.
Hatta belki de KKTC’de, “Kuzey Kıbrıs coğrafyasının Türkiye’nin bir ili, kasabası veya ilçesi ya da nahiyesi olmasına da karşı değilim; eğer mümkünse, buyurun yapın, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak benim için zul değil, şereftir” diyen tek kişiyim! 
Bale gudalya bale gudalya!
Anlatamadık gitti!


-*-*-

Haaaa Almanların ünlü bir matematik formülü var, geçenlerde gözüme ilişti ve çok hoşuma gitti...
Formül aynen öyle:
“...Eğer 1 Nazi ile aynı masada oturup ona karşı tek laf etmeyen 10 Alman varsa, masada 11 Nazi var demektir."

-*-*-

Ne mi demek istedim?
Sıfır ego ve tam demokrasi güzel şey!
Bunu demek istedim!
Ben öyle anladım!
Siz nasıl anlarsanız!