Deniz Abidin

Sosyolog Ayça Kurnaz, kadının aile içinde uğradığı şiddeti gizlemesini ve bunun aşılması için bu konuda devlete düşen görevleri Yeni Bakış'a anlattı. Geçtiğimiz ay açıklanan verilere göre, ülkemizde son iki yılda 400’ün üzerinde kadının aile içinde şiddete maruz kaldığını ve sadece yüzde 10'unun bildirimde bulunduğunu ifade eden Kurnaz, gerçek rakamın açıklanan rakamın üzerinde olduğunu düşündüğünü belirtti. Kurnaz, elde çok net bilgiler olmasa da  şiddetin ve görünürlüğünün eskiye göre arttığını söyleyerek,  küçük toplumlarda yargılanma daha fazla olduğu için şiddeti daha çok saklama yoluna gidildiğini belirtti. Kurnaz, özellikle eğitim seviyesi yüksek kadınların uğradığı şiddetin  yanlış olduğunun daha çok farkında olmasından dolayı kabullenmeme ve saklama yoluna gittiğini kaydetti.

"Şiddet söz konusuysa kişi evden uzaklaştırılmalı"

Kurnaz açıklamasını şöyle sürdürdü: "Bildirimde bulunmak genelde şiddetin son raddeye geldiği durumlarda oluyor. Yasalarımızda şiddet uygulayan kişinin evden uzaklaştırılması ancak mahkeme kararıyla olabildiği için sorunlar yaşanmasına neden olabiliyor. Şiddet durumu ortaya çıktığı andan itibaren, uzaklaştırmanın hızlı bir şekilde yapılması gerekiyor, ki şu anda bu konuya eskiye göre daha çok dikkat ediliyor".  

Ülkede başvurulabilecek bir sığınma evinin olmamasının da ayrı bir sorun olduğunu dile getiren Kurnaz, "şiddete uğrayan kişinin sığınacak güvenli bir yer bulamaması, maddi yetersizlikler, toplumsal yargılanma şiddetin saklanmasına neden olabiliyor" diye konuştu.

Ayça Kurnaz, şiddetin toplumda görünülürlüğü ve farkındalığının artmış olduğunu söyleyerek,  bunun sebebinin eskiye kıyasla şiddetin normal algılanmaması olduğunu belirtti.  Kurnaz, "Nenelerimizin döneminde şiddet daha normal karşılandığı için çok fazla gündeme gelmiyordu, zamanla birlikte bu konuyla ilgili farkındalık ve bilinç artmıştır. Eskiye kıyasla kadınların ekonomik özgürlüğünün artması, şiddetin medyada daha çok yer bulması da tabu olan aile içi şiddeti daha çok gün yüzüne çıkarmıştır" dedi.

"Bireyler birbirlerine karşı tahammülsüzleşti"

Modern yaşamın getirdiği stresin artması, ekonomik istikrarsızlıklar, toplum içinde şartların belirsizliğinden dolayı bireylerin birbirlerine karşı tahammülsüzleştiğinin  görüldüğünü anlatan Kurnaz, kadın başta olmak üzere herkese karşı şiddet eğiliminin arttığının gözlemlendiğini kaydetti. Kurnaz, geçim sıkıntısı, iş stresi, empati yoksunluğundan dolayı bireylerin  birbirlerini yeterince anlayamadığını ve yaşadıkları stresi başkalarına yansıtmakta olduklarını söyledi.

Kurnaz şöyle devam etti: "Stres kaynaklı hissedilen  şiddet evde eşe ve çocuklara, iş yerinde iş arkadaşlarına, sokakta ise yabancılara gösterilebiliyor. Modern yaşam tüketim alışkanlığı toplumun her kesimine yerleşmiş, tatminsiz bir yaşam tarzı olarak her bireyin yaşamına yerleşmiştir. Sürekli daha fazlası için uğraşan modern insan, elindekilerin değerini de çoğu zaman bilememekte, kendisini yetersiz hissetmekte ve bu hissi kapatmak için çoğu zaman yanındakilere gerek fiziksel, gerekse psikolojik şiddet uygulayabilmektedir"

"Psikolojik şiddet çok daha fazla yaygın"

Günümüzde şiddet ile ilgili farkındalığın artmasında basının, dernek ve şirketlerin yaptıkları çalışmaların katkısının  büyük olduğunu ifade eden Kurnaz, bireyin  toplum içinde başka bireylerin de yaşadığı sorunları gördükçe kendini daha güçlü hissetmekte sorununu daha fazla dile getirme eğilimi gösterdiğini söyledi. Sosyolog Kurnaz, toplumda yardım almayı kabul etmenin  bazen zayıflık algısı olarak görüldüğü için çoğu zaman reddedildiğini anlatarak,  bu durumun  bilinçlenmeyle birlikte değişmekte olduğunu ve kadının  kendini daha fazla ifade etmeye başladığına vurgu yaptı. "Şiddet sadece fiziksel şiddeti içermez psikolojik, ekonomik, cinsel şiddet olarak da karşımıza çıkıyor ki, psikolojik şiddet çok daha fazla yaygın olan ancak görmezden gelinen başka bir şiddet türüdür" diyen Kurnaz, farkındalık ve bilinçlendirme çalışmalarının artırılmasının gerektiğini söyledi.

"İyi koşullarda bir sığınma evine ihtiyaç var"

Kurnaz, "Devlet, belediyeler ve sivil toplum örgütleri işbirliğiyle aile içi şiddet ve iletişim seminerlerinin geniş kitlelere ulaşması bilinçlenmeyi artırmak için gereklidir. Bunun yanında, şiddete uğrayanların başvurabilecekleri bir danışmanlık merkezi, kalabilecekleri iyi koşullarda bir sığınma evine ciddi şekilde ihtiyaç vardır. Bu bahsedilen şiddetle mücadele birimlerinin bu anlamda çok önemli olduğunu ve bir an önce kurulup çalışmaya başlaması gerektiğini düşünüyorum. Bu birimlerin kurulması çok önemli olmakla birlikte yeterli değildir. Kurulacak birimlerde 7/24 uzman kişilerin bulunması ve ulaşılabilecek bir hattın da oluşturulması acil yardıma ihtiyacı olanlar için gereklidir. Bunlara ek olarak, yasalarla verilen cezalarla da  şiddet uygulayanlara daha ciddi cezalar vererek de önleyicilik artırılabilir" dedi.

Şiddetin  toplumsal bir sorun olduğunu, kültürel değerlerden de çok fazla etkilendiğine dikkat çeken Kurnaz, ataerkil toplum yapısında, erkek egemen bir kültürel yapısında   kadın ve erkeğin  rollerinin eşitliğe değil de toplumsal rollere göre belirlenmekte olduğunu  söyledi.  Kurnaz, kadının evdeki emeğinin  çoğu zaman sayılmadığını, iş yerinde çalışsa bile evdeki görev ve çocuk bakımının da kadına yüklenen roller arasında yer aldığını dile getirerek,  bu durum aile içinde sorunlar çıkmasına neden olurken, toplumsal ve ekonomik olarak güçlenen kadını, şiddet yoluyla sindirmeye çalışan bir zihniyetin de doğmasına neden olduğunu belirtti.

"Anne-babalara önemli görevler düşüyor"

Kurnaz açıklamalarını şöyle sürdürdü: "Bu yüzden şiddetin azalması için başta, devlete düşen görevler yanında anne-babalara da görevler düşmektedir. Şiddet ortaya çıktıktan sonra ve çıkmadan önce yapılacak çalışmalar vardır. Özellikle önleyici çalışmalarda anne ve babalara, eğitim sistemine önemli görevler düşektedir. Anne-baba çocuğu yetiştirirken toplumsal cinsiyet rollerinin uygun bir şekilde çocuğa aktarılmasını, bunu yaparken de rol model olan anne babaların öğrettikleri roller doğrultusunda çocuklara eşit davranmaları çok önemlidir. Aile içerisinde eşitlik çerçevesinde rollerin dağıtılması, bu dağıtılan rollerin de çocuklara örnek olması gerekir. Ev içerisindeki roller ne kadar eşit dağıtılırsa, çocuk yetişirken karşı cins ile kendini eşit bir zeminde ve eşit şartlarda görecektir. Güçlü olmak zorunda hissetmetmeyen bireyin, başkası üzerinde hegemonya kurma girişimi de çok aza indirgenmiş olur. Sağlıklı bir toplum için, sağlıklı bireylere ihtiyaç vardır. Sağlıklı bireyler de ancak eşit şartlarda, eşit toplumsal rollerin dağıtılmasıyla yetişir"