Bir doksanlar nostaljisi furyasıdır gidiyor. Her yerde 90’lı yılların şarkıları dinleniyor. Özel 90’lı yıllar geceleri düzenleniyor. TV’de 90’lı yılları anlatar dizi reyting rekorları kırıyor. Herkes 1990’lardan bahsediyor. Peki, bu dönem neden bu kadar özleniyor? Yanıtını bulmak için sizi zaman yolculuğuna çıkarıyor ve o yıllara götürüyoruz.
Gözlerinizi kapatın ve hayal edin. Bele bağlanmış takoz büyüklüğünden bir Ericsson 688. Yolda fırtınalar estiren Lada Samara ve Tempra’ları. Her gün yenisi açılan özel radyo kanallarından yükselen “Bu kız beni görmeli, bana kazak örmeli” şarkısının melodileri. Saatlerce internete bağlanmak için mesai harcamak. ICQ'dan kız tavlamaya çalışmak... 1990’lı yıllara hoş geldiniz!
Doğu Bloğu ülkeleri çözülmüş; Sovyetler Birliği, Yugoslavya, Doğu Almanya gibi konfedere Demir Perde ülkeleri kendi içlerinde ayrışarak bağımsızlıklarını ilan etmişti. Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte sosyalizm miadını doldurarak tarih sahnesindeki yerinden ayrıldı. Sancılı ve yeniliklere gebe zamanlardı.
Bilgi, günümüzde bulunduğu konumundan çok daha değerliydi. Çünkü doğru ve saf bilgiye ulaşmak için cüzdan cebinize sığan akıllı cep telefonları yoktu ve aranılan bilgi hakkında milyonlarca veriyi önünüze seren Google, Wikipedia gibi web sitelerini kullanma lüksüne henüz zenginler dahi sahip değildi.

Gazeteler, rakipleri ile girmiş olduktan rekabette kendileri yarışta önde tutmalarını sağlayacak kupon furyasının başlaması ile birlikte hayatımıza Ana Britannica ve Meydan Larousse gibi kült ansiklopedileri sokma şansını bahşetti. Yüzlerce kuponu biriktirerek bu kutsal bilgi kaynaklarına sahip olmak da düşünüldüğü kadar kolay ve ucuz değildi fakat girmek için sadece öğrenci kimliğinin yeterli olduğu kütüphanelerin kapılan ardına kadar açıktı. Anlayacağınız, bilgi tabana kuvvetti.
Mutluluklar analog ve gerçekti. Sevgili ile çekilen fotoğrafları tab ettirmek için günlerce beklenirdi. O zamanlar, "ya aşkın çk ktü çktm silr msn ltf” gibi usandıran mesajlara maruz kalmadığımız, söyleyeceğimizi yüz yüze söylediğimiz naif ve güzide yıllardı.
90’larda müzik: CD ve karışık kaset dönemi
90’lar denilence akıllara gelen ilk şeylerden biri daima müzik oldu. Ülkemiz, pop müzikte altın çağını yaşıyordu. Arnavut Kaldırımları, Adam, Hercai, İstanbul’da, 8.15 Vapuru, Ateşini Yolla Hana ve daha nice şarkı dilimize pelesenk olmuştu. İlhan İrem. Demet Sağaroğlu, Harun Kolçak. Sibel Alaş, Grup Vitamin, Mustafa Sandal, Çelik, Hakan Peker, Burak Kut, Rafet el Roman ve daha nicesi adlarını ve bu yıllara ve bilinçaltımıza hiç silinmemek üzere kazıdılar. Dünyada ise grunge ve britpop ve alternatif rock rüzgarları esmeye başlamıştı. Nirvana, Oasis, The Cranbcrries gibi gruplar ortalığı yakıp kavuruyordu. 90'larla birlikte hayatımıza Backstreetboys ve Spicegirls ile boyband-girlband gibi kavramlar girmiş oldu..

90’larda çocuk olmak
Okuldan gelir gelmez çantayı evin kapısından fırlatıldığı gibi sokaklara koşulurdu. Sokak “özgürlük" demekti. “İnternet” denilen virüs henüz mahalleye uğramamıştı. Az buçuk çim biten her boş arazi bütün çocuklar için “futbol sahası” demekti. Takımlar kurulurken “tip-top” yapmamak olmazdı. Topu ya da kaleyi kimin alacağına bozuk para yerine taşla yapılan “kuru-yaş” düellosunun galibi karar verirdi. Top sahanın dışına çıktığında mutlaka tıngır mıngır yuvarlanarak mahallenin en serseri abisinin yavaşça kaldırdığı köseleli ayağına oturması kaçınılmazdı. Sonra iki takım oyuncularının da yaptığı nafile “aabi topp abi, atsana abi” yakarışları arasında uzaya dikilen topun nereye düşeceğine kenetlendirdi ve içten edilen sinkaflı küfürler eşliğinde top aramaya konulurdu.
Dokuz aylığından, gol atan kalecisine, istopuna, saklambacına, güneş altında sırılsıklam olana kadar deliler gibi oynayıp, dayak yememek için akşam karanlığı çökmeden eve koşan sokağın kısa donlu krallarıydık... Vakit az, yapacak iş çoktu; o yüzden bağcıklı ayakkabı yerine cırt cırdı ayakkabı giyiyorduk. Televizyonda Bruce Lee izleyip gaza geldikten sonra yaptığımız nunchakuyla kung-fu yapmaya çalışırken yanlışlıkla arkadaşların kafasını yarmak gibi tehlikeli atraksiyonlara girişsek de daima birbirimizin arkasını kollardık. Aşağı ya da yukarı mahalle ile yapılan mahalle maçlan bizler için daima hayati önem taşırdı... Okula gitmeden önce atari salonlarına uğrayıp, “ağbi geçiyim mi bu bölümü” diyen sinir bozucu, bacaksız yancılar oluyorduk. Tekken, Street Fighter, Snowbross, Metal Slug, World Cup Football derken hava kararıp akşam olurdu...

90’larda ışıklı ayakkabının bir çocuğun ihtiyaçlar piramidindeki yeri, üçgenin en tepe noktasını oluşturuyordu. Futbolcu kartları, tasolar, misketler, çıkartma koleksiyonları bir çocuğun sahip olup olabileceği en büyük ganimetti. Gazeteden biriktirilen kuponla aylar sonra ancak alınabilen vitesli Bisan bisiklet, bizler için Maserati, Mustang, ya da Bentley’den farksızdı...
Barış Manço’nun Adam Olacak Çocuk’larından biri olmak için kim bilir neleri vermezdik... Onunla birlikte 7’den 77’de sahneye çıkıp şarkı söylemek istisnasız her çocuğun hayaliydi... BMX'ler çok fiyakalı ve paha olması ile tüm çocuklarının hayalini süslerdi, mahallede Bmx’i ve Mikasa futbol topu olan çocuğa ayrı saygı duyulurdu.
Platonik aşka saatlerce teyp başında vakit geçirilerek en afili aşk şarkılarından oluşan kasetler çekilirdi. O zamanlar hoşlanılan müstakbel sevgili adayına Twitter ya da Facebook’tan Youtube şarkı linki gönderme imkânı yoktu. İki kasetçalarlı bir radyonuz varsa şanslı sayılırdınız.
Ağlama ve küsme gibi numaralarla babaya zorla aldırılan ataride gözlerimiz kararıncaya kadar Mario, Tank ve bilimum oyunu oynardık. Mavi önlükler ve boğaz kesen karton yakalar ile sınıfta cümbür cemaat çöp başında nöbete gidilir, hocadan azar işitilmezse olmazdı. Bu, dini bir ritüel gibi titizlikle yapılırdı. “Yavrum arkadaşın köprüden atlasa sen de mi atlayacaksın?” önermesi ile ilk kez karşılaştığımız zamanlardı. Teneffüsün gelmesini her 15 saniyede bir baktığımız Casio saatler ile heyecan içinde beklerdik. Zil çaldığında dansa davet oynama zamanıydı. İlkokulda hoşlanılan kıza açılmanın en stratejik hamlesi bu oyunu oynamaktı. Kural. “Dansa kaldıramadığın kıza asla teklif etme yoksa ölürsün!”dü...
Hatıra ve anket defterlerini kurmuş olduğunuz nice saf dostluğun nişanesi olarak saklanırdı. Cinsellikle tanışmamız önce Bulvar Gazetesi, onun ardından Show Tv’de yayınlanan Tutti Frutti ve Cine5'teki Emmanuelle serisi ile gerçekleşti... Emmanuelle’nın Tutti Frutti gibi soft erotik olma kaygısı yoktu fakat Cine5 o yıllarda şifreli yayın yapıyordu... Cine5, birkaç dakikalık cillop yayını izletme şansı sunduktan sonra şifreli yayına geçer ve ergenlerin dünyasını karartırdı... Bu dönemle birlikte çıplak gözleri ile şifreli yayını çözmeye çalışan nice ergen telef oldu. Nüfus sayımı için sokağa çıkma yasağı sadece yetişkinler için geçerliydi. Çocuklar asfaltın üstüne sırtüstü yatar ya da yolun ortasında deli danalar gibi koşardı. Her yer çocuklara kalırdı.
Aile ile birlikte geçirilen hafta sonlan çok kıymetliydi... Pazar günü sabahın köründe kalkılıp televizyon başına geçilir ve Tsubasa’dan, Transformers’a, Looney Tunes’a, Ninja Kaplumbağalara kadar hepsi tüketilirdi. Günün ilerleyen saatlerinde afro saçlı müşfik ressamımız Bob Ross, paleti ile ekranda belirir ve yelpaze fırçasını kullanarak “belki şurda mutlu çalılıklar vardır” diyerek hünerini konuştururdu. Bob Ross’un çizdiği resimler biz çocuklara yeni dünyaların kapılarını aralatsa da Pazar günü, okul ödevi ve banyo gibi en zorlu leveller geçilmeden bitmezdi.
Özel kanal döneminin ilk yılları
90’larda özel kanalların da yayın hayatına başlaması ve çok kanallı döneme geçilmesi ile birlikte dönemin şartlarına göre oldukça başarılı ve renkli işler ortaya çıkmıştı. Star’da yayınlanan bir Parliament Pazar Gecesi Sineması ile dönemin en kaliteli sinema filmleri evimize geliyordu. Levent Kırca, Olacak O Kadar adlı programda Turgut Ozal, Süleyman Demirel, Ecevit taklitleri ile dönemin siyasilerini hunharca eleştirirken yapmış olduğu parodilerle bizi gülmekten kırarak ekranların başına kilitliyordu...
Çok ilginç de olsa acımasızca eleştirdiği siyasilerin kurmuş olduğu koalisyon hükümetleri tarafından RTÜK'e programı kaldırma talimatı verilmemişti. O dönemde büyüyen çocuklar memleketten bihaber olmamayı ve apolitik yetişmemeyi Olacak O Kadar’a borçluydu.

Osman Sınav’ın yönetmenliğini. Yeni Türkü’nün müziklerini yaptığı ve Yavuz Turgul’un imzasını attığı Süper Baba, Türk televizyon tarihinin gelmiş geçmiş en iyi aile dizişiydi... 90’ları bu denli içten ve güzel anlatan başka bir dizi daha olmamıştı. Mükremin, Kudret, Laz Bakkal. Zabıta İrfan, Feriştah’lı Bir Demet Tiyatro Yılmaz Erdoğan’ın tiyatroyu Türk halkına sevdirmesinde çok önemli bir rol oynadı. Yasemin Yalçın'ın her skeçte farklı karakterle karşımıza çıktığı İnce İnce Yasemince, cumartesi akşamlarının aileleri güldüren renkli komedi programlarından biriydi.
Delikanlılığın gerçek kitabını Kenan İmirzalıoğlu’nun canlandırdığı Miroğlu karakteri gerçekleştirmişti. Dönemin afili ve yaman delikanlıları Deli Yürek’i izler ve Miroğlu’nu örnek alırdı. Bizimkiler. Kara Melek. Mahalle’nin Muhtarları, Ferhunde Hanımlar. Kaygısızlar, Sıdıka, İkinci Bahar, Tatlı Kaçıklar ve daha nicesi gelip geçti hayatımızdan...
Takoz gibi cep telefonları ve yarım saatte bağlanan internet devri
Ükemizdeki cep telefonu furyası ve macerası araba takozu formu ve niteliğindeki Ericsson 688 ile başladı. İletişim kurmak dışında fanatik futbol taraftarlarının hakemi saf dışı bırakmak için sahaya attıkları çok işlevli ve efektif bir araç olma özelliğini de taşıyordu. Joystickli atariler, mutfak robotları ve disketli bilgisayarlar, walkmenler herkesin elde etmek için arzu duyduğu ve ağızlarının suyunu akıtan cihazlardı. Bilgisayarlar evlere çocukların ders çalışma bahanesi ile girmişti ve sonuç pek de anne babalarımızın düşündüğü gibi olmamıştı. İnternet'in ülkemize tam olarak gelmesi 1994 yılına tekabül ediyordu. ADSL bağlantılar yerine çevirmeli modemler vardı.
Bağlantı gerçekleştiğinde bilgisayarın hoparlöründen duyulan o elektronik sesin vermiş olduğu hazzı hiçbir şey vermiyordu. Aynı anda hem interneti, hem de telefonu kullanmak mümkün değildi çünkü bir telefon geldiğinde pamuk ipliğine bağlı olan internetiniz bir anda kopabilme gibi trajik bir risk taşıyordu. Eve gelen kabarık telefon faturalarının 90 jenerasyonun kişiliklerin oturmasında ve yenilen dayaklarda çok yardıma olmuştu. Superonline, E-kolay ve Ixir gibi internet servis sağlayıcılarının ortaya çıkması ile internet daha da popüler olmaya başladı. Bunda, o dönem çekilen absürd, sürreal ve aşırı komik reklamların etkisi oldukça büyüktü. Ders çalışma bahanesi ile eve giriş planı başan ile gerçekleşmiş bilgisayarlara disketlerle Quake, Delta Force oyunlar yüklenip sabahlara kadar canavar ve düşman askerleriyle savaşılır ve MIRC’deki chat kanallarında kızların ICQ numaralarını almak için saatlerce dil dökülüp, ritüel böyle sonuçlanırdı.





