Yorgos Kakuris

“İki yıl önce, Anastasiadis-Eroğlu ortak açıklamasından sadece birkaç gün sonra, ‘cumhurbaşkanlığı’ avlusundaki ofisinin arka kısmında bir masada Kudret Özersay ile otururken bir akademisyendi. Yıllarca Kıbrıslı Türklerin müzakere heyetine katıldıktan sonra, sahneye baş müzakereci olarak çıktı. İki yıl sonra Özersay, Kıbrıs Türk siyasetinin yeni yüzü oldu. Yıllarca Kıbrıs Türk siyasi sisteminin yetersizliklerinden sıkılan, merkezi ve geniş bir orta sınıf içerisindeki birçok Kıbrıslı Türkün temsilcisi oldu. Özersay 2015 yılında yapılan ‘başkanlık seçimlerinde %20’nin üzerinde sürpriz bir oy oranı elde etti.

Yine küçük bir masada -bu sefer Dereboyu’nun en kalabalık bölgelerinden birinde yer alan bir cafede- üniversite hocası, Halkın Partisinin başkanı ve son anketlere göre Kıbrıslı Türklerin kaçınılmaz olarak bir sonraki ‘başbakanı’, iki lidere süreci geciktirmeme çağrısı yapıyor, onların kararlılıklarından kuşku duyuyor. Özersay yakın zamanda bir çözüm olacağı konusunda şüpheli… Buna paralel olarak garantilerin BM parametresi olduğunda, devam etmesi gerektiğinde, belki değişebileceklerinde, ancak kaldırılamayacaklarında ısrar ediyor.

Soru: Çözüm olanaklarını nasıl değerlendiriyorsunuz? İki yıl önce bize, iki tarafın ortak bir amacı, 11 Şubat açıklaması olduğunu söylemiştiniz. Bu yıl çözüm konusunda iyimser misiniz?

K. Özersay: Her şeyden önce Halkın Partisinin görüşü, çözüm önümüzdeki Pazartesi olsa bile, eğer ortak kabul edilebilir bir çözümse ve BM parametrelerine uygunsa, bunu destekleyeceğimiz yönündedir.

Ben şahsen ne iyimser, ne de kötümser olmayı tercih ediyorum. Gerçekçi olmayı tercih ediyorum. Eğer gerçekçi olursak, çözüm mümkündür, ancak bunun gerçekleşme imkanı ne yazık ki çok yüksek değildir. Gördüğüm şey, 2008 Talat döneminden beri karmaşık ve zor olamayan konularda yakınlaşmalar olduğudur. Samimi olarak söylemek gerekirse, bu konular Annan planındaki konulara benzer. O zamandan sonra başka yakınlaşmalar da oldu tabi.

Bu nedenle liderlerden bu dönem daha fazla yakınlaşma sağlamalarını bekliyorum. Ancak Kıbrıs sorununun, bu şekilde adım adım yakınlaşmalarla çözülmesinin mümkün olduğunu düşünmüyorum. 2008 yılından beri sekiz yıl geçti. Liderler değişti, müzakereciler geldi, gitti. Ancak kağıtlar oradadır. Pozisyonumuzu biliyoruz ve diğer tarafın esneme marjını da biliyoruz. Şimdi bu sorunun çözümü için tüm uluslararası aktörlerle birlikte, masada altı başlık için bir al-vere ihtiyacımız vardır.

Soru: Size göre yalnızca bu mu eksik? Al-vere geçmek mi?

K. Özersay: Kıbrıs Rum tarafının da istediği gibi kapsamlı bir plan olması için, tüm tarafların masada büyük bir al-vere girmeleri gerekir. Takvimden bahsetmiyorum, ancak belirli bir hedef olmalıdır. Ancak burada, liderlerin örneğin üç ay içinde aynı masada garantör güçlerle birlikte müzakere etmeye başlayacaklarını açıklamaktan çekindiklerini görüyoruz.

Hangi hizaya girme?

Soru: Liderlerin neden böyle davrandıklarını düşünüyorsunuz?
K. Özersay: Herhangi bir tarafı suçlamak istemiyorum, ancak iki noktadan bahsedeceğim. Birincisi, müzakereler iki toplumda da iç politikanın ‘mezesidir.’ Tüm liderler seçimlere göre ve her toplumun içteki siyasi dengelerine göre hareket eder. Bu çerçeveye, diğer ülkelerdeki siyasi gelişmeler, hatta ABD’deki başkanlık seçimleri de eklenmektedir. Tüm bu faktörlerin aynı çizgide hareket etmeleri nasıl mümkün olabilir? Bana yıldızların aynı hizaya geldiklerini söylemeyin, ben böyle bir şey görmüyorum. İkincisi, son konuştuğumuzda hatırlıyorum, etnik bir anlaşmazlığın çözülmesi için, çıkmazın, her iki tarafı ve tüm müdahil tarafları rahatsız edici olması gerektiğinden söz etmiştik. Ne yazık ki eğer ben Kıbrıslı Rum liderin yerinde olsaydım, belki de bir uzlaşmayı kabul etmezdim. BM tarafından tanınmış, AB üyesi bir KKTC’nin tanımış Cumhurbaşkanı olsaydım, Kıbrıs Rum tarafı Avrupa Müktesebatının askıya alındığı tanınmamış bir varlık olsa, Türkiye AB üyesi, Yunanistan da üyeliğe aday ülke olsa, doğal gaz da güneyde değil kuzeyde çıkmış olsa böyle bir durumda bir çözümü biz kabul eder miydik emin değilim?) Bu nedenle Kıbrıs Rum liderliğini ya da toplumunu suçlamıyorum. Çünkü onların bakış açısını anlıyorum. Mevcut tıkanıklık ya da çıkmaz, Rum tarafında bazı kesimleri rahatsız ediyor ama Rum toplumunun geneli açısından tahammül edilmez bir sorun yaratmıyor. Uluslararası toplumda da eksik olan bir unsur vardır. Çözümsüzlüğün uluslararası aktörler için ciddi şekilde rahatsız edici olacağını düşünmüyorum. Victoria Nuland’ın gelip bize, sizi destekliyorum demesi yeterli değildir. Uluslararası toplum, esneklik göstermeye ve süreci nasıl inşa edeceği konusunda taraflarla ciddi ciddi konuşmaya hazır mıdır? Hayır, yalnızca “Kıbrıs Cumhuriyeti” ile ikili ilişkiler konusunda konuşmaktadır ve Kıbrıs sorunu ajandada sadece ikinci sıradadır.

Soru: Kıbrıslı Türklerin lideri olarak Mustafa Akıncı’nın müzakerelerdeki tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

K. Özersay: Müzakerelerin nasıl ilerlediğini bilmiyorum, çünkü belgeleri görmüyorum. Mecliste değilim. Basında yazılanları ve liderlerin açıklamalarını takip ediyorum. Liderlerin kamuoyunu yönetme konusunda bir başarısızlık görüyorum, haksız olabilirim. Kendi taraflarındaki kamuoyuna liderlik yapmıyorlar, gereksiz tartışmaların fitilini ateşleyecek mesajlar veriyorlar.

Başlangıçtaki iyi kimyaya rağmen, süreç ilerledikçe bir liderin bir şeylerde anlaşma olduğunu, ötekinin bunu yalanladığını duyuyoruz. Bu, başlı başına iki tarafta halkın sürece güveninin altını oymaktadır. Kıbrıs Türk tarafının kamuoyu önünde yapılan açıklamalarda eksikleri olduğunu görürsem eleştiririm, tatminkar bir izahat olursa da bunu alkışlarım.

Garantiler uyumlu

Soru: Mülkiyet ya da garantiler konusunda kırmızı çizgiye sahip olduğunuzu mu kast ediyorsunuz?

K. Özersay: Kırmızı çizgilerden söz etmiyorum. Ancak (Halkın Partisi olarak) tezimiz, garantilerin devamının, BM parametresi olduğu yönündedir. Gali Fikirler Dizisi döneminden itibaren Kıbrıs sorunundaki son önerilere bakacak olursak, mutlaka bir çeşit garantörlük olduğunu görebiliriz. Parti olarak inandığımız şey, garantilerin BM parametresi olduğu ve devam etmesi gerektiği yönündedir ancak nasıl devam edecekleri müzakere edilebilebilir, müzakereye tabidir.

Örneğin Sayın Akıncı’nın Sözcüsü garantilerin artık tabu olmadığını açıkladığı zaman, onu eleştirmiştim. Çünkü Kıbrıs Rum tarafına garantilerin kaldırılabileceği konusunda yanlış imaj verdi. Sözcün doğru mesaj vermelidir, çünkü beklentiler yaratırsan, o zaman neden olabileceğin hayal kırıklığından da sorumlu olursun.

Soru: O halde tarafların garantilerle ilgili farklı yaklaşımlarının üstesinden nasıl gelinebilir?

K. Özersay: Garantiler konusunu çözmemize yardımcı olabilecek çeşitli formüllerin olduğuna inanıyorum. Annan Planı döneminde müzakere etmiş, bazı boyutlarının yeniden müzakere edildiği bir modele varmıştık. Ancak önemli olan ve bilmemiz gereken şey müzakere süreci bu şekilde devam ettiği sürece, garantileri görüşme noktasına gelemeyeceğimizdir.

Soru: İki tarafın yaklaşımlarının farklı olduğu bir başka nokta da, Güzelyurt’un toprak ayarlamalarına dahil olmasıdır.

K. Özersay: Kıbrıs Rum liderliği ve toplumu, Annan Planının ve onun tüm versiyonlarının reddedilmesinden sonra, geçersiz, batıl olduğunu düşünüyor değil mi? Bu nedenle toprak ayarlamaları olduğu zaman, Kıbrıslı Rumlar Annan Planı haritasından başlamamız gerektiğini ve oradan ilerlememiz gerektiğini söyleyemezler bence. Halkın Partisi olarak, toprak ayarlamasında Rum tarafına verilmesi kesin sayılan bir bölge olmadığını düşünüyoruz. Bu müzakerede belirlenmeli (hiçbir yer cepte sayılamaz). Eğer süreç üç ya da beş ay içinde tamamlanmazsa, bana hayatı dondurmamı söyleyemezsiniz.

Su konusunda aylar kaybedildi

Soru: Su konusundaki anlaşmayı kendi müzakerecisinin iyileştirildiği konusunda CTP ile hemfikir misiniz?

K. Özersay: Hayır, değilim. Biz müzakere için bazı noktalar önermiştik. Metnin kabul edilemez olduğunu söylemek hiçbir sorunu çözmez. Biz Halkın Partisi olarak, örneğin yatırımcıların vergilerinin KKTC makamları tarafından toplanmasını, suyun tek şirketin tekeline verilmemesini, örneğin minimum %40 çalışanın yerel iş gücünden sağlanmasını önerdik.

Hükümet ilk başta müzakere etmedi. Yaptığı şey, bakanını müzakere etmek için göndermeden önce, ilkelerinden söz etmekti. Anlaşmaya vardılar, fikir değiştirdiler, yeniden müzakere etmeleri için üç bakanı Türkiye’ye gönderdiler ve en sonunda görevi bakanlarına verenler fikir değiştirdiler ve ‘hayır’ dediler. O zaman sayın Talat bir şeyler başardığı yönünde imaj vermek için Erdoğan ile görüşme fırsatı yakaladı. En sonunda yedi sekiz ay kaybedildi. Bunun sonucunda Kıbrıslı Türklerle Türkiye arasında güven kaybı oluştu, ama lehimize somut bir değişiklik görmedik. Bu, Kıbrıslı Türklerin yeni ekonomik protokolü görüşme imkanına etkisi olacak, elini zayıflatan bir durumdur.

Soru: Kıbrıs Rum tarafında, yeni kurulan UBP-DP koalisyonunun Türkiye kökenlilere toplu ‘vatandaşlık’ vereceği yönünde bir endişe hakim… Ankara perde gerisinde bunun için baskı yapıyor.

K. Özersay: Eğer ben Kıbrıslı Türk gazeteci olsaydım, bunu doğrudan Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanına (geçtiğimiz kuzeye gelen Türkeş’i kastediyor) sorardım. Ondan, politikacılarımıza konuyu suiistimal etmelerine izin vermemesini ve protokol karşılığında binlerce vatandaşlık talebinde bulunup bulunmadığını açıklamasını isterdim.

Halkın Partisinin tezi, daha önce de açıklandığı gibi, burada 10-15 yıldan fazla daimi olarak yaşayan kişilerin, hiçbir ayrıcalık-ayrımcılık yapılmadan, yasalar ve kriterler temelinde, vatandaş olabilmeleri yönündedir.

Ancak siyasi nedenlerden dolayı toplu vatandaşlık yapılmasına karşıyız. Geçmişte denenen ve hukuk kurallarına aykırı şekilde yapılan vatandaşlıklar oldu ancak bu konu mahkemelik oldu ve sonuçta vatandaşlıklar iptal edildi. Diğer ülkelerde ve Kıbrıs Rum tarafında olduğu gibi yasa çerçevesinde hatreket etmeyi doğru buluyoruz.

Soru: Ancak böyle bir şeyin olması halinde, bunun müzakereleri ve çözümün ilk gününden iki tarafın vatandaşlarının sayısına ilişkin anlayış birliğini etkileyeceğini biliyorsunuz.

K. Özersay: Ban Ki Moon ile gerçekleştirilen Green Tree görüşmesinde taraflar vatandaşların sayısını teati etmişlerdi. Vatandaşları kökene göre ayırmamıştık, çünkü bu, insan haklarına aykırı olacaktı, yalnızca KKTC vatandaşlarının toplam sayısını verdik. Dönemin Kıbrıslı Rum lideri Hristofyas’ın bir şikayet olmuştu. Çalışma iznine sahip olanları ya da öğrencileri de aynı kategoriye koyarak vatandaş yapacağımız sanıyordu. Vatandaşlarımız vardır ve onların federasyonun vatandaşları olmasını istiyoruz. Ancak burada yaşayıp çalışmakta olan bireylerin tümünün değil… O zaman verilen rakamla birlikte bir de şerh düşmüştük, bu rakamlar o günün rakamlarıdır, çözüm geciktikçe hayat devam eder ve yeni vatandaşlar da tabi ki olur demiştik. (referandum günü gelmiş olsaydı, vatandaşlara dair toplam sayıyı güncelleyip ona göre verecektik).

Soru: Bir sonraki seçimlerde ‘başbakan’ olmanız durumunda, Sayın Akıncı ile Kıbrıs sorununda arasızda iyi bir işbirliğinin olmasını bekliyor musunuz?

K. Özersay: İşbirliğinin iyi olacağını düşünüyorum. Doğal olarak müzakerelerle ilişkili olması gereken birçok şey, hükümetin rıza ve işbirliğini gerektirir. Çünkü hükümet bütçeyi kontrol ederken, birçok faaliyet de bakanlardan geçer.

Soru: Güneyde ideolojik eşdeğeriniz olarak kabul edebileceğiniz bir parti var mıdır?

K. Özersay: İdeolojik bir muhatap aramıyoruz. Dünyada ya da adanın diğer tarafında başka hareketlerle benzememiz gerektiğine inanmıyoruz. Dünyada Kuzey Kıbrıs gibi başka bir bölge var mıdır? Buradaki politika özel bir niteliğe sahiptir ve içinde bulunduğumuz koşullara dayalı politikalar ve fikirler üretmeliyiz. Kendimize özgü politikalar. İdeolojik bir temelden yola çıkmaksızın iyi yönetim, sosyal adalet, hukukun üstünlüğü, yolsuzluğa karşı mücadele, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerini savunuyoruz.

Türkiye ile müzakere edelim

Soru: Ulusal Birlik Partisi ile Demokrat Partinin ‘hükümet’ programını nasıl değerlendiriyorsunuz?

K. Özersay: İhtiyacımız olan bu değildir. Anayasanın değişme çabası olduğu 2014 yılından beri, parlamentonun meşruiyetiyle ilgili bir sorun vardır. Partilere çok ciddi bir güvensizlik vardır.

Meclis o zamandan görevini sonlandırmalı ve seçimleri ilan etmeliydi. Türlü türlü koalisyonlar denendi, en sonunda da daha önce hiç denenmeyen CTP ile UBP koalisyonu denendi. Bu koalisyon, işbirliği yapma istekleri nedeniyle kurulmadı, CTP iktidardan gitmek istemediği, UBP de iktidarda olmak istediği için kuruldu. Bu hükümetin de dört beş aydan fazla dayanacağını sanmıyorum. Erken seçime gitmeliyiz, zaman kaybetmeden.

Soru: Türkiye ile ekonomik protokolü etkili bir şekilde müzakere edebileceklerine inanıyor musunuz? Bunu istiyorlar mı?

K. Özersay: Bunu imzalamak kendileri için bir saniyelik iştir. Sorun, eski politikacıların protokol konusunda ikiye ayılmalarıdır. Bir grup her şeyi imzalamaya hazırdır. Ötekisi de her şeyi reddetmektedir. Halkın Partisi olarak bizim söylediğimiz, protokolün hem kabul edilebilecek tarafları, hem de karşı çıkılıp müzakere edilmesi gereken unsurları olduğudur.

Kıbrıs Rum tarafının, Yunanistan’ın, Portekiz’in ve diğer ülkelerin müzakere ettikleri çeşitli ekonomik protokol ve paketleri inceledik. Bizim söylediğimiz, Türkiye ile müzakere etmemiz gerektiğidir.

Soru: Örneğin hangi maddeleri yeniden müzakere etme niyetindesiniz?

K. Özsersay: Örneğin limanlar konusunda partinin felsefesi olan kamu-özel ortaklığı modelini destekliyoruz. Limanların idaresinin hizmetlerden ayrılmasını destekliyoruz. Bu özel iştirakinde kamunun da yer alması gerektiğini söylüyoruz, yani sadece özel değil. Yerel şirketlerin iştirakini tercih ediyoruz ve belirli oranda yerli çalışanın istihdam edilmesi gerekir.

Önerilere ihtiyaç vardır

Soru: Türkiye’ye ekonomik bağımlılık olduğu zaman tekelcilik durumlarının engellenmesi mümkün müdür?

K. Özersay: Tabii ki mümkündür.

Soru: Ancak Türkiye, ‘kamuda’ maaşların kısmen ödenmesine neden olan ödenekleri dondurarak, önceki koalisyonun düşmesine neden olmadı mı?

K. Özersay: Neden bu değildi. Neden, hükümetin politikasının ve somut bir önerisinin olmamasıydı. Örneğin suyun Türkiye tarafından yönetilmesi konusunda son ana kadar beklediler, öneri sunmadılar, Türkiye’nin önerilerini müzakere etmediler ve bunu onaylama ya da reddetme ikilemi ile karşı karşıya kaldılar. Maaş ve protokol ilişkisi, toplumu ikna etme çabası olarak siyasiler tarafından üretildi.

Somut bir önerimiz olursa, müzakere edebileceğimize ve Türkiye’yi ikna edebileceğimize inanıyorum. Elektrik gibi diğer konularda da görüşümüz budur. Elektrikte Kıb-Tek hem üretimde hem iletimde hem de dağıtımda mutlaka yer almalıdır. Yani devlet de bunlarda müdahil olmalıdır, çünkü biz ada ülkesiyiz. Ve elektrik dediğiniz şey bağımlılık yaratabilecek bir hizmettir.

Alternatif çözümleri kabul ediyoruz, ancak Kıbrıslı Türklerin elektrik üretme imkanına ya da kapasitesine sahip olmamalarını kabul edemeyiz. Sistemimizin deniz altı kabloları aracılığıyla Türkiye ile enterkonnekte olmasına karşı değiliz. Enterkonnekte sistem, Kıbrıs Rum tarafı ile de olmasını istediğimiz bir şeydir.

Mantıklı olmalıyız. Çıkış yolu budur. Karşı olduğumuzu söylemek kolaydır, ancak sonra ne yapacağız, bunu da söylemek gerekir. Türkiye’nin en iyi dostumuz olduğu ve ne gelirse aynen imzalamamız gerektiği görüşüne de hayır diyoruz. Yalnızca bugünü ve gelecek yılı değil, orta ve uzun vadeyi planlayan Türkiye’den farklı bir devlet olarak müzakere etmemiz gerekir.

Soru: Ancak gerçekten de Ankara’da nüfuz sahibi bazı Türk şirketlerinin burada tekel elde etmeleri nasıl engellenebilir?

K. Özersay: Suyun yönetimine ilişkin tezimiz buna bir örnektir. Bunu tek bir şirketin üstlenmesini istemiyoruz. Yerli şirketlerin katılımlarını müzakere etmezsen, yabancı bir şirket bu hizmeti tekeline alır. İyi planlanmış bir politika izlersen, başarabilirsin. Buna benzer bir yaklaşımı Kıbrıs sorununda da Türkiye ile olan ilişkilerimizde kullandık. Birçok konuda çeşitli görüşlerimiz oldu ve müzakere ettik.

Bu, başka bir ülkeyle uluslararası ilişkilere sahip olduğumuz ilk ve tek tecrübedir. Üstelik federal bir çerçevede Kıbrıs Türk kurucu devleti olsaydık, gerek federal gerekse kurucu devlet düzeyinde öneriler sunacaktık. Uzlaşmacı sonuçlar almanın yollarını bulmamız lazım.

Tam bağımlılık değildir

Soru: Ancak Kıbrıslı Türklerin tam bağımlı olduğunu söyleyebiliriz.

K. Özersay: Ben buna kesinlikle katılmıyorum. Türkiye’nin adadaki varlığı, Kıbrıs Türk iradesi ve rızasına dayanır. Her oyuncu farklı avantajlara sahiptir ancak tamamen bağımlı olduğumuzu söyleyemeyiz. Güney Amerika’da, Avrupa’da, başka ülkelere bağımlı ülkeler vardır. Almanya’nın AB içindeki yerini ve diğer üye devletlerin ekonomik konuları bu ülke ile müzakere etme imkanlarını düşünün.

Soru: O halde, geçtiğimiz Ocak ayından beri paranın kesilmesini bu çerçevede nasıl izah edebilirsiniz?

K. Özersay: Ekonomik yardımın sağlanması yasal temele sahip olmalıdır. Bir ülke yasal zemin olmadan başka bir ülkeye para aktaramaz. Müdahil olan bakanlıkların bazı anlaşmalardan söz etmeleri gerekir. Burada, hükümetin zamanında müzakere etme ve öneri sunma konusundaki başarısızlığı söz konusudur.Kıbrıs Türk tarafının iradesi önemli bir unsurdur. Kıbrıs Türk toplumun gücü bir ölçüde sınırlı olabilir. Ancak kabul etmemiz gerekir ki, Kıbrıslı Türkler de bu arenada bir aktördür.”