Seçim zaferi sonrasında Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk ziyaretini ülkemize gerçekleştirdi.. Elbette bu ziyaret oldukça önemliydi.. Gerek iç muhalefetin, gerek Güney komşularımızın, gerekse Kıbrıs sorununa direk ya da dolaylı  taraf olan ülkelerin ziyarette Erdoğan’dan bekledikleri bir takım açılımlar vardı..
Olmadı!
Erdoğan bildiğimiz sert tonuyla Türkiye hariciyesinin yoğurduğu yeni Kıbrıs politikasından taviz verilmeyeceğini duyurdu.
Müzakere masasına oturulmasını KKTC’nin tanınmasına bağladı..
Bunu Rum yönetiminin kabul edilmesi elbette beklenmiyor.. Zaten Rum basını dün akşam Erdoğan’ın mesajlarını izleyici/okuyucularına duyururken Erdoğan’ın politikasının değişmediğine vurgu yaptılar.
Dilimiz söndüğünce her platformda anlatmaya çalıştık. Son olarak dün BRT’nin Cumhurbaşkanlığı’nda Erdoğan’ın gelişini beklediğimiz sırada yaptığı canlı yayında Sevgili Levent Kutay’la da konuştuk. Türkiye’nin kısa, orta ve hatta uzun vadede iki devletli çözüm politikasından dönmeyeceği aşikardır..
Bu tespiti yapmışsak o zaman ne yapılacağı sorusuna cevap aramak gerekmektedir..
Madem ki müzakere masasında zaman kaybetmeyeceğiz - ki kanaatimce çok da doğru yaparız-, o zaman süratle KKTC’nin başta Türki Cumhuriyetler olmak üzere, islam ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesi için güçlü adımlar atılmalıdır. 
Gerçekçi olmakta fayda var; bu kadar kısa bir sürede bunca karmaşık uluslar arası konjonktürde birileri çıkıp “Ben KKTC’yi tanıyorum” demez… Ama süreç içerisinde tanınmayı beraberinde getirecek küçük adımlar atmaya başlayabilir. Burada Anavatan Türkiye belirleyicidir. Etkisi altında olan ülkelerin KKTC ile ilişkilerini geliştirilmesini sağlanabilir. Bu ilk başlarda siyasi olmayacaktır, ticari ve kültürel alanlarda yol alınması gerekmektedir. 
Türk Devletlerinden ve islam ülkelerinden KKTC’ye turist akışını sağlayabilecek kontakların kurulmasına ön ayak olmak yapılması gerekenler içerisinde en önemlisidir. Ayrıca bu ülkelerden KKTC’ye yüksek öğrenim alanında öğrenci akışını sağlayabilecek adımlar bir o kadar önemlidir… Bunları ticari hayat ile taçlandırmak mümkündür. Özel anlaşmalarla KKTC’ye ait ürünlerin bu geniş coğrafyalarda raflara girmesinin sağlandığını düşünün… Ve tabi bunun yaratacağı ekonomik refahı… 
Sonrasında ülkelerin kültürel anlamda işbirliklerinin özendirilmesi, bunun spor müsabakaları ile zorlanması… İşte süreç bu adımların bir bir atılmasıyla örülmelidir.. 
Bu adımlar atıldıktan sonra siyasi tanınma zaman içerisinde kendiliğinden gelişir, belki de hiç ihtiyaç duyulmaz..
Bugün halkımız, hepimiz her geçen gün  fakirleşiyoruz… Küçük bir azınlık servetine servet katsa da bu topraklarda yaşayan nüfusun çok önemli bir bölümü fakirleşiyor.. İşte kurulacak bu ekonomik işbirlikleri ile KKTC sadece Türkiye’den yardım alan bir ülke olmaktan çıkıp, kendi ayakları üzerinde durabilecek bir ekonomik yapıya da kavuşabilir. 
Anavatan bu noktada yol gösterici olmalıdır..  
Başlıkta da dediğimiz gibi madem müzakere masasının kurulmasını KKTC’nin tanınmasına bağladık ve çok iyi biliyoruz ki bu koşulda Rum asla bizimle masaya oturmaz, işte o zaman masanın alternatifi bu ülkelerle ticari, kültürel, sportif masaların kurulması ve bu ilişki modelinin gelişmesidir.
Elbette bu süreç hiç kolay değildir ama emin olun ki; sizi hiçbir zaman eşit kabul etmeyecek Rum-Yunan ikilisini iknadan çok daha kolay bir yoldur!
Ve Türkiye gibi güçlü bir yoldaşınız da varsa o yollar elbet kısalır…
Her türlü ambargo ve izolasyon altında iş yapmayı öğrenmiş turizmcimiz, sanayicimiz, ticaret erbabımız kendilerine açılacak bu yolu kullanıp hem kendileri, hem de ülkelerini çok daha zengin bir noktaya taşıyabileceğine inanıyorum..
Madem müzakere masası yok, o zaman haydi el ele verip islam ülkeleri ve Türk Devletleriyle “refah” masalarını kuralım…
Sahi, neden olmasın?