Çok üzgünüm ayrıca kızgın iki duygu birbirine karışınca aslında ne hissettiğimi bilemediğim karmaşık bir duygu ortaya çıkıyor. 
Bunun nedenine gelince Falyalı suikast duruşmasında şahitlik ettiğim 13.Ağır ceza mahkeme salonunda yaşananlar. 
Düşünün iki insan sokak ortasında öldürülüyor. Her ikisinin de geride gözü yaşlı eşleri ve öksüz kalan çocukları var. Bırakın malı mülkü servetini bir kenara mal da mülk de servet de kazanılır yerine konulur ama can bir daha gelmez, ölümün telafisi yok. İnsanoğlunun elinde olmayan tek şey budur. Öldürülen bir canlıya yeniden bir nefes bir can verememek. 
Halil Falyalı ve Murat Demirtaş, hayatının akışında normal yollardan ölmedi, ÖLDÜRÜLDÜLER. 
Hem de sokak ortasında, acımasız katiller tarafından adeta kurşuna dizildiler. Daha acı daha net nasıl yazılabilir nasıl anlatılır bilmiyorum. KKTC polisi aylarca süren titiz bir araştırma, soruşturma yürüttü. 
Katillerin telefonları, bağlantılı oldukları kişilerin telefonları tek tek incelendi, gittikleri güzergahlar, kamera kayıtları, saatler günler haftalar süren izlemeler ve deliller toplandı,yalan yanlış ihbarlar titizlikle ayıklandı, yüzlerce ifade alındı, DNA testleri yapıldı raporlandı. Tüm bunlar adaletin yerine gelmesi ve doğru kişilerin tespit edilmesi için yapıldı. 
İstanbul 36. Ağır Ceza duruşma salonunda ilk duruşmada KKTC makamları hedef alındı, ikinci duruşmada müşteki avukatı Muhammet İkbal Şakiroğlu, üçüncü duruşmada ise Tahkikat subayı Murat Bayram hedef alındı. 
Kimler tarafından peki? 
Adalet için çalışmakla yükümlü olan Söylemezlerin avukatları tarafından. KKTC’den tüm taraflar için ADALETİN sağlanması adına yapılan soruşturma raporlarına, delillerin yer aldığı materyallere “ÇÖP” dediler. Tahkikat subayımıza da “orda bulunan bir güvenlik görevlisi, bir murat bayramın hazırladığı “KAĞIT PARÇALARI” ile mı yargılama yapacağız” dediler. 
Yazımı çok uzatmak istemem ama bu sözler defalarca tekrarlandı deliller üzerinden savunma yapılamadığı bir gerçek onun yerine kişiler ve makamların oldukça saldırgan ve aşağılayıcı bir üslupla sözde savunma baskısı kabul edilebilir değil. 
Biraz daha ileri gittiler KKTC’deki yargı sistemi, mahkemelerimiz, yargıçlarımız ve hatta avukatlarımızın cübbelerine kadar giden cümleler kuruldu. Örneğin, “KKTC’de bir mahkeme de yok, avukatların üzerinde siyah bir pelerin var, yargı sisteminde alt sınır yok katillik gibi bir suç iddiasında hâkim inanırsa kanaatine göre ömür boyu da ÜÇ GÜN de ceza verebilir…vs…” daha buraya yazmaktan imtina ettiğim hoş olmayan cümleler sarf edildi. Dilin kemiği yok derdi atalarımız inanın bu sözün tam olarak ne anlama geldiğini bu duruşmalarda anladım. ANLAMAZ OLAYDIM.
Bir kere Murat Bayram bir güvenlik görevlisi değil, Türkiye Cumhuriyeti GÜVENLİK BİLİMLERİ FAKÜLTESİNDEN mezun olmuş KKTC’de gösterdiği çalışma performansının karşılığı olarak da POLİS MÜFETTİŞ ‘i olmuştur. Yani o itibarsızlaştırmaya çalıştığınız Murat Bayram bugün yaptığı kutsal görevini TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN kendisine verdiği DİPLOMASI ile yapıyor. Tabi dedim ya, dilin kemiği yok. Murat Bayram’ın adı bu davada KKTC POLİS GENEL MÜDÜRLÜĞÜNÜ temsil eder. Duruşma salonunda ise bu kurum adına konuşacak veya konuşma yetkisine sahip biri yok ne yazık ki. ÇÖP dedikleri raporların altında imzası yokmuş, o nedenle geçerli değilmiş iddiası ve PAPA suikastı örneği daha da dehşet vericidir. Mehmet Ali Ağca eşleştirmesi Söylemezler için yapıldı ama Ağca suikast girişiminden sonra yakalanarak, Roma yakınındaki Ancona Cezaevi’nde 19 yıl yattıktan sonra İtalyan Adalet Bakanlığı nezdinde İtalyan Cumhurbaşkanı'na af talebinde bulunmuş ve affını, ‘‘yarı özgürlüğünü’’ veya Türkiye'deki bir cezaevine gönderilmesini istemişti hatırlatırım. 
Sözün kısası ilgili makamlar özel bir izinle Murat Bayramı duruşmalara tahkikat subayımız olarak katılmasını sağlasın, en azından Polisimizle ilgili ithamlara resmi bir dille yanıt verecek RESMİ bir taraf olur. Aksi halde bu itibarsızlaştırma girişimlerinin ardı arkası kesilmeyecek ve makamlarımız hep zan altında kalacaktır kanaatindeyim. 
Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar ama ŞİMDİLİK….