KIBRIS

Yaşlanmanın Etkilerini Azaltmak: Yazı Dizisi – 4. Bölüm

Elit Hastanesi hekimi ve Anti-Aging ve Metabolik Tıp Fellow’u Dr. Ahmet Özyiğit yazdı…

Kronik Stresin Yaşlanma Üzerindeki Etkisi ve Bilimsel Stres Yönetimi Yöntemleri

Elit Hastanesi hekimi ve Anti-Aging ve Metabolik Tıp Fellow’u Dr. Ahmet Özyiğit, Gündem Kıbrıs Web TV’de Çiğdem Aydın’ın sunduğu 'Elit Yaşam' programında yaşlanmanın biyolojik sürecine dair açıklamalarda bulunmuş ve bu sürecin yönetilebilir olduğuna dikkat çekmişti. Bu yazı dizisinin dördüncü bölümünde ise, yaşlanma süreciyle doğrudan ilişkili olan ve ihmal edildiğinde hem fiziksel hem de zihinsel sağlığı tehdit eden stres konusunu bilimsel veriler ışığında ele alıyoruz.

Stres Nedir?

Stres, organizmanın iç veya dış tehditlere verdiği biyolojik, psikolojik ve davranışsal tepkiler bütünüdür. Kısa süreli (akut) stres, adaptif olabilirken; uzun süreli (kronik) stres, homeostatik dengenin bozulmasına ve çeşitli hastalıkların tetiklenmesine yol açar. Stres yanıtı, beynin hipotalamus bölgesinden başlayan ve hipofiz bezi ile adrenal (böbrek üstü) bezlerine uzanan hipotalamo-hipofiz-adrenal (HPA) ekseni aracılığıyla işler. Bu sistem, tehdit algılandığında hipotalamusun kortikotropin salgılatıcı hormon (CRH) üretmesini tetikler. CRH, hipofiz bezinden adrenokortikotropik hormon (ACTH) salgılanmasını sağlar ve bu da böbrek üstü bezlerinden kortizol üretimini artırır. Kortizol, vücudu strese karşı hazırlamak için kan şekeri seviyesini yükseltir, bağışıklık yanıtını modüle eder ve metabolik kaynakları harekete geçirir (McEwen, 2006).

Ne Kadar Stres Normaldir?

Bir miktar stres, dikkat ve performansı artırabilir. Bu, "eustress" olarak adlandırılır ve sınavlar, topluluk önünde konuşmalar ya da sportif mücadele gibi kısa süreli, kontrol edilebilir durumlarda bilişsel ve fiziksel kapasiteyi artırabilir. Eustress, bireyin çevresel taleplere uyum sağlayabilme yeteneğini geliştirerek motivasyonu artırır, öğrenmeyi kolaylaştırır ve problem çözme becerilerini keskinleştirir. Örneğin, sınavdan önce hissedilen kontrollü stres, odaklanmayı artırarak daha iyi performans göstermeyi sağlayabilir. Bu tür pozitif stresin, kortizol düzeyini geçici ve sağlıklı bir şekilde artırarak vücuda enerji sağladığı ve bağışıklık sistemi üzerinde zararlı değil, aksine kısa vadeli uyarıcı etki yarattığı düşünülmektedir (Dienstbier, 1989; Selye, 1976). Ancak bu stres tipi geçicidir ve bireyin kontrolünde kalır; kalıcı hale gelmesi durumunda zararlı strese, yani distresse dönüşebilir. Ancak stres kronik hale geldiğinde, yani HPA aksı sürekli aktif kalıp kortizol düzeyi uzun süre yüksek seyrettiğinde, bu durum birçok sistem üzerinde zararlı etkilere neden olur.

Kortizolün kronik olarak yüksek kalması, bağışıklık sistemini baskılar; özellikle lenfositlerin proliferasyonunu ve doğal öldürücü hücre (NK hücresi) aktivitesini azaltarak vücudumuzun enfeksiyonlara ve kanser gelişimine karşı savunmasını zayıflatır. Aynı zamanda proinflamatuar sitokinlerin (örneğin IL-6, TNF-α) salınımını artırarak düşük dereceli sistemik inflamasyona neden olur ki bu da kardiyovasküler hastalıklar, diyabet ve nörodejeneratif hastalıkların temel patofizyolojik mekanizmalarından biridir. Kortizol, uzun vadede beyin (özellikle hipokampus) üzerinde toksik etki yaparak bilişsel fonksiyonları zayıflatır ve Alzheimer gibi hastalıklara yatkınlığı artırır (Lupien et al., 1998).

Kronik stres, ayrıca oksidatif stresi artırarak mitokondriyal hasarı ve DNA bozulmalarını tetikler. Tüm bu mekanizmalar, hücresel yaşlanmayı hızlandırır ve telomerlerin kısalmasına neden olur (Sapolsky, 2004; Cohen et al., 2012; Epel et al., 2004).

 

Kronik Stresin Yaşlanmayla İlişkisi

Kronik stres, vücutta artan oksidatif stres, inflamasyon ve telomer kısalması yoluyla yaşlanma mekanizmalarını önemli ölçüde hızlandırır. Telomerler, kromozomların uçlarında yer alan ve hücre bölünmelerinde genetik bütünlüğü koruyan yapılar olup, yaşlanma biyobelirteçlerinden biri olarak kabul edilir. Her hücre bölünmesinde kısalan telomerlerin aşırı kısalması, hücrenin replikatif ömrünü tamamlayarak senesens veya apoptoz yoluna girmesine neden olur. Epel ve arkadaşlarının (2004) yaptığı çığır açıcı çalışmada, yüksek düzeyde psikolojik stres altında olan bireylerin telomer uzunluklarının, daha az stresli bireylere kıyasla anlamlı ölçüde kısa olduğu ve aynı zamanda telomeraz enzim aktivitesinin baskılandığı gösterilmiştir. Bu bulgular, kronik stresin hücresel düzeyde erken yaşlanmayı tetiklediğini güçlü şekilde ortaya koymaktadır. Ayrıca Cohen et al. (2012) tarafından yapılan başka bir çalışmada, stresin kronik inflamatuar yanıta neden olduğu ve bu inflamasyonun telomer hasarını artırarak yaşlanmayı hızlandırdığı öne sürülmüştür. Diğer taraftan, telomer kısalmasının yalnızca hücresel düzeyde kalmadığı, sistemik etkilerle bağışıklık işlevinde zayıflama, kardiyometabolik bozukluklar ve nörodejeneratif hastalıklara eğilimi artırdığı da saptanmıştır. Dolayısıyla, kronik stresin yaşlanma üzerindeki etkileri sadece kozmetik değil, aynı zamanda sistemik düzeyde sağlık kaybına yol açan bir süreçtir.

Stresin Kronik Hastalıklarla Bağlantısı

Stresin kronik hale gelmesi, çok çeşitli kronik hastalıkların gelişiminde hem doğrudan hem de dolaylı olarak rol oynamaktadır. Bu etki hem nöroendokrin sistem hem de bağışıklık ve metabolik sistemler üzerinden gerçekleşmektedir. HPA aksının uzun süreli aktivasyonu, organizmayı korumak yerine zamanla yıpratıcı bir etki yaratır.

Kardiyovasküler Hastalıklar: Kronik stres, kan basıncını yükselten sempatik aktiviteyi artırarak hipertansiyona neden olur; damarlarda endotel disfonksiyonuna yol açarak aterosklerozu (damar tıkanıklıkları) hızlandırır. Ayrıca kalp ritminde düzensizliklere ve tromboz riskinin artmasına neden olur (Black & Garbutt, 2002). Yüksek stres düzeyleri, kalp krizi ve inme gibi majör kardiyovasküler olaylarla doğrudan ilişkilidir. INTERHEART çalışması (Rosengren et al., 2004), farklı ülkelerden 29.000'den fazla bireyin verileriyle, iş ve ev stresinin miyokard enfarktüsü (kalp krizi) için bağımsız risk faktörü olduğunu ortaya koymuştur. Kısacası, kronik strese maruz kalan kişilerin kalp ve damar sağlığı açısından risklerinin oldukça artmış olduğunu söylemek mümkündür.

Tip 2 Diyabet: Kronik stres, kortizol aracılığıyla glukoneogenezi ve lipolizi artırır, insülinin etkisini azaltır ve pankreatik β-hücre fonksiyonlarını baskılar. Bu mekanizmalar uzun vadede insülin direnci, hiperglisemi ve nihayetinde tip 2 diyabetin gelişmesine neden olur. Whitehall II çalışmasında iş stresi yoğun olan kişilerde diyabet gelişimi ile güçlü bir ilişki gözlemlenmiştir (Kivimäki et al., 2006).

Obezite: Kronik stres durumlarında HPA aksının sürekli uyarılması sonucu kortizol düzeyi uzun süre yüksek kalır. Kortizol, lipogenez ve viseral yağ dokusu birikimini artırarak abdominal obeziteye neden olur. Bu tür yağlanma, karaciğer çevresinde yağlanma, insülin direnci, dislipidemi ve sistemik inflamasyonla doğrudan ilişkilidir. Abdominal yağ dokusu, proinflamatuar sitokinler (örneğin IL-6, TNF-α) salgılayarak kronik inflamatuar bir mikroçevre oluşturur. Bu da hem metabolik sendromun gelişimini kolaylaştırır hem de kardiyovasküler hastalık riskini artırır. Björntorp (2001), stresin HPA aksı üzerinden leptin ve ghrelin gibi iştah düzenleyici hormonlarda dengesizlik yaratarak aşırı yemeye ve merkezi obeziteye neden olabileceğini göstermiştir. Ayrıca kronik stresin gece yeme sendromu ve tıkınırcasına yeme bozukluğu gibi patolojik beslenme alışkanlıklarıyla da ilişkili olduğu, bu durumların obeziteye katkı sağladığı pek çok çalışmada gösterilmiştir (Adam & Epel, 2007).

Bağışıklık Sistemi Bozuklukları: Kronik stres, bağışıklık sistemi üzerinde baskılayıcı etkiler oluşturarak hastalıklara yatkınlığı artırır. HPA aksının sürekli aktif olması sonucu salgılanan glukokortikoidler, özellikle doğal öldürücü hücreler (NK hücreleri), T-lenfositler ve makrofajların fonksiyonlarını baskılar. Lenfositlerin proliferasyonu azalır, sitokin üretimi bozulur ve antijen sunumu zayıflar. Bu da vücudun viral ve bakteriyel enfeksiyonlara karşı savunmasını azaltır. Aynı zamanda inflamatuar yanıtın düzensiz hale gelmesi, bazı hastalıkların seyrini kötüleştirebilir. Kronik stres ayrıca aşılara karşı immünojenik yanıtı da zayıflatır; aşıya karşı geliştirilen antikor düzeylerinde azalma gözlenir.


Cohen ve arkadaşlarının (1991) yaptığı deneysel çalışmalarda, stres düzeyi yüksek bireylerin rinovirüsle karşılaştırıldığında daha yüksek oranlarda enfekte oldukları ve soğuk algınlığı semptomlarının daha şiddetli olduğu bulunmuştur. Aynı ekip, stresin süresinin ve algılanan kontrol düzeyinin enfeksiyon riski üzerinde belirleyici olduğunu da vurgulamıştır.


Ayrıca Glaser & Kiecolt-Glaser (2005), stresin bağışıklık hücrelerinin telomer uzunluğunu kısaltarak immün yaşlanmayı hızlandırabileceğini ileri sürmüştür. Bu bulgular, bağışıklık sisteminin kronik stres altında yalnızca zayıflamakla kalmayıp, yaşlanma ve hastalık riski açısından da daha kırılgan hale geldiğini ortaya koymaktadır.

Kanser: Psikososyal stres, bağışıklık sisteminin tümörlere karşı olan doğal denetimini zayıflatma özelliğine sahiptir. Özellikle doğal öldürücü hücrelerin (NK hücreleri) aktivitesindeki azalma, tümör hücrelerine karşı verilen bağışıklık yanıtını zayıflatır. Ayrıca stresin neden olduğu kronik inflamasyon, DNA hasarı, hücresel proliferasyon ve apoptoz dengesizliği gibi mekanizmalar aracılığıyla kanser gelişiminin tetiklenmesinde rol oynar. Sempatik sinir sistemi aktivitesinin artışıyla salgılanan katekolaminler (adrenalin, noradrenalin), tümör mikroçevresinde anjiyogenez (yeni damar oluşumu), invazyon ve metastazı kolaylaştıran faktörlerin (örneğin VEGF, MMP'ler) ekspresyonunu artırır. Antoni et al. (2006), bu biyolojik süreçlerin özellikle meme, prostat ve over kanseri gibi bazı tümör tiplerinde hastalığın ilerleyişini hızlandırabileceğini göstermiştir. Ayrıca Lutgendorf ve arkadaşlarının over kanseri hastaları üzerinde yaptığı çalışmada, yüksek stres düzeylerinin VEGF (vasküler endotelyal büyüme faktörü) ekspresyonunu artırdığı ve bu durumun daha agresif tümör fenotipi ve daha kötü klinik prognoz ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Bu bulgular, stres yönetiminin sadece ruh sağlığı değil, aynı zamanda kanser tedavi protokollerinde destekleyici bir yaklaşım olarak önem taşıdığını göstermektedir.

Nöropsikiyatrik Hastalıklar: Kronik stres, serotonin, dopamin ve noradrenalin gibi nörotransmitter sistemlerini etkileyerek depresyon ve anksiyete gelişimine zemin hazırlar. Ayrıca beyin türevli nörotrofik faktör (BDNF) seviyelerini düşürerek hipokampus atrofisine ve bilişsel bozulmaya neden olabilir (Duman & Aghajanian, 2012). HPA aksının aşırı aktivasyonu, major depresif bozukluk gibi durumların hem başlangıcında hem de şiddetinde belirleyici rol oynar. Yapılan nöroendokrinolojik çalışmalar, depresyon tanısı konan bireylerde hipotalamo-hipofiz-adrenal aksının sürekli olarak hiperaktif olduğunu ve bu bireylerde kortizol seviyelerinin bazal düzeyin çok üzerinde seyrettiğini ortaya koymuştur (Pariante & Lightman, 2008). Kronik kortizol fazlalığı, hipokampal nörojenezi baskılar, glukokortikoid reseptör duyarlılığını azaltır ve beyin türevli nörotrofik faktör (BDNF) ekspresyonunu düşürerek sinaptik plastisiteyi bozar. Bu değişiklikler, depresyonun nörobiyolojik temelini oluşturur. Ayrıca bu süreçler, prefrontal korteks ve amigdala gibi duygu düzenlemeden sorumlu beyin bölgelerinde işlevsel ve yapısal bozulmalara yol açabilir. Bu nedenle, depresyon tedavisinde sadece psikoterapi ve farmakolojik yaklaşımlar değil, aynı zamanda HPA aksı regülasyonuna yönelik stres yönetimi teknikleri de uzun vadeli başarı açısından kritik öneme sahiptir.

Otoimmün Hastalıklar: Kronik stres, bağışıklık sisteminin düzenleyici mekanizmalarını bozarak otoimmüniteye yatkınlığı artırabilir. Özellikle regülatör T hücrelerinin (Treg) işlevinin baskılanması ve proinflamatuar sitokinlerin artışı, immün toleransın bozulmasına neden olur. Bu süreç, kendi doku ve organlarına saldıran otoimmün yanıtların gelişmesine zemin hazırlar. Yapılan çalışmalarda, lupus eritematozus sistemikus, romatoid artrit ve multipl skleroz gibi otoimmün hastalıkların alevlenme dönemlerinde stresin belirgin biçimde arttığı gözlemlenmiştir (Segerstrom & Miller, 2004). Örneğin, stresin multipl skleroz hastalarında relaps oranlarını artırdığı (Mohr et al., 2000) ve romatoid artritte inflamatuar yanıtı şiddetlendirdiği bildirilmiştir (Walker et al., 1999). Ayrıca stresin bağırsak mikrobiyotasında bozulmaya yol açarak bağırsak geçirgenliğini artırdığı, bu durumun da sistemik inflamasyonu ve otoimmüniteyi tetiklediği son yıllarda yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur. Dolayısıyla psikososyal stres, yalnızca alevlenmeleri tetiklemekle kalmaz, aynı zamanda otoimmün hastalıkların patogenezine katkıda bulunan sistemik bir risk faktörü olarak da karşımıza çıkar.

Gastrointestinal Bozukluklar: Fonksiyonel bağırsak hastalıkları (örneğin irritabl bağırsak sendromu - IBS) ile psikososyal stres arasında güçlü bir çift yönlü ilişki mevcuttur. Stres, enterik sinir sistemini etkileyerek gastrointestinal motiliteyi, sekresyonu ve ağrı eşiğini değiştirir. Aynı zamanda bağırsak mikrobiyotasını olumsuz etkileyerek disbiyozis oluşturur ve bağırsak geçirgenliğini artırır. Bu durum, mukozal bağışıklığın bozulmasına ve düşük düzeyli inflamasyona neden olur. Stresin bu etkileri, IBS başta olmak üzere fonksiyonel bağırsak hastalıklarında semptomların sıklığını ve şiddetini artırabilir. Dinan ve Cryan (2017), stresin beyin-bağırsak ekseni üzerindeki etkileri nedeniyle gastrointestinal bozuklukların yönetiminde hem psikolojik hem de nöroimmün yaklaşımların gerekli olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Mayer (2011), kronik stresin bağırsak sinir sistemi üzerinde doğrudan etkili olduğunu ve bu etkilerin genetik yatkınlıkla birleştiğinde IBS gelişimini tetikleyebileceğini ortaya koymuştur.

 

Stresle Baş Etme Yöntemleri

 

Meditasyon ve Mindfulness: Transandantal meditasyon ve farkındalık temelli stres azaltma (MBSR) teknikleri, HPA aksının aktivitesini düşürerek kortizol düzeylerini azaltır. Meta-analizler bu tekniklerin anksiyete ve depresyonu anlamlı düzeyde azalttığını göstermektedir (Goyal et al., 2014).

Egzersiz: Düzenli fiziksel aktivite, stres kaynaklı kortizol artışını dengeler, endorfin düzeylerini artırır ve uyku kalitesini iyileştirir. Özellikle aerobik egzersizler stresin psikolojik yükünü azaltmada etkilidir.

Sosyal Bağlar: İnsanlarla kurulan kaliteli ilişkiler, stres tamponu görevi görür. Sosyal destek, oksitosin düzeyini artırarak kortizolü düşürür (Heinrichs et al., 2003). Oksitosin, parasempatik sinir sistemini aktive ederek HPA aksının aktivitesini baskılar ve stres yanıtını azaltır. Heinrichs ve arkadaşlarının çalışmasında, sosyal destek alan bireylerde stresli görevler sırasında oksitosin düzeylerinde artış ve kortizol düzeylerinde anlamlı düşüş gözlemlenmiştir. Benzer şekilde, Taylor et al. (2000), sosyal bağların kadınlarda "tend-and-befriend" tepkisini tetikleyerek hem fizyolojik hem de duygusal stres tepkilerini hafiflettiğini ortaya koymuştur. Sosyal ilişkilerin yokluğu ise yalnızlık ve izolasyonla birlikte kortizol düzeylerini artırmakta, depresyon ve anksiyete riskini belirgin şekilde yükseltmektedir.

Doğa ve Açık Hava Teması: Yeşil alanlara maruz kalmak, sinir sistemini gevşetir ve stres göstergelerini düşürür. Japonya’da popüler olan "Shinrin-yoku" (orman banyosu) uygulamaları, bağışıklık ve stres biyobelirteçleri üzerinde olumlu etkiler göstermektedir (Li, 2010).

Stres Yönetiminde Kullanılabilecek Takviyeler

 

Ashwagandha (Withania somnifera): Adaptogenik etkileriyle bilinen ashwagandha, kortizol düzeyini düşürür ve kaygıyı azaltır. 60 gün boyunca günlük 300 mg KSM-66 formu kullanan bireylerde kortizol seviyelerinde %27 azalma gözlenmiştir (Chandrasekhar et al., 2012).

 

L-Theanine: Yeşil çayda bulunan bir amino asittir. Alfa beyin dalgalarını artırarak zihinsel rahatlama sağlar. L-theanine'in özellikle anksiyeteyi azalttığı klinik olarak kanıtlanmıştır (Kimura et al., 2007).

 

Rhodiola Rosea: Fiziksel ve zihinsel yorgunluğu azaltan adaptogen bir bitkidir. Rhodiola'nın HPA aksı üzerindeki dengeleyici etkisi sayesinde stresin somatik belirtilerinde azalma sağlar.

 

Magnezyum: Magnezyum eksikliği sinir sisteminin aşırı uyarılmasına neden olabilir. Özellikle glisinat formu, GABA üzerinden sinir sistemini yatıştırır ve uykuya yardımcı olur.

 

Fosfatidilserin: Beyin hücre zarlarında bulunan bu bileşik, yüksek kortizol düzeylerini düşürmeye yardımcı olur ve bilişsel performansı destekler.

Not: Bu takviyeler hekim onayı olmadan kullanılmamalıdır.

Günlük Hayatta Uygulanabilir Stres Azaltma Stratejileri

·        Sabahları 5 dakika nefes egzersizi yapmak

·        Gün içinde en az 20 dakika açık havada yürüyüş

·        Akşam saatlerinde ekran maruziyetini azaltmak

·        “Hayır” demeyi öğrenmek ve sınır koymak

·        Hobiler edinmek: Müzik, el işi, yazı yazmak

·        Günde en az bir pozitif sosyal etkileşimde bulunmak

Uzun ve sağlıklı bir yaşam için stresi göz ardı etmeyin. Kronik stres, yaşlanma sürecini hızlandıran, bağışıklık sistemini baskılayan ve yaşam kalitesini düşüren sessiz bir düşmandır. Uyku, beslenme ve egzersiz kadar önemli olan stres yönetimi, sağlıklı yaşlanma sürecinde vazgeçilmez bir yer tutar.

Sağlıklı günler dileklerimle,

Dr. Ahmet Özyiğit

{ "vars": { "account": "G-2P5695J8JB" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }