Doğuş ENGİN Yazdı…

Bazen içinden uzun bir monolog geçer ama dudaklarından tek bir cümle çıkmaz. Mesaj yazıp silersin, aramak ister “ya rahatsız edersem?” diye vazgeçersin. Kırılır, üzülür, özler ama hiçbir şey olmamış gibi davranırsın. Bu çoğu zaman “utangaçlık” değil; sessiz bir bağlanma biçiminin işaretidir.

Sessiz bağlanma, kişinin ilişkiye duygusal olarak yatırım yapmasına rağmen bunu sözle ya da davranışla göstermekte zorlanmasıdır. İçeride fırtına varken dışarıda uyumlu, anlayışlı ve “sorun çıkarmayan” biri gibi görünür. Bağlanma kuramına göre insan beyni ilişkilerde güveni ve yakınlığı ilk olarak bakım verenleri modelleyerek öğrenir.

Çocuklukta “abartma”, “sus”, “drama yapma” gibi tepkilerle sık karşılaştıysan, zihnin şu mesajı kaydetmiş olabilir: “Ne hissedersem hissedeyim, içimde kalsın; yoksa reddedilirim ya da yanlış anlaşılırım.” Zamanla duygularını bastırmak, ilişkiyi korumanın tek yoluymuş gibi görünür.

Bu noktada duygusal düzenleme ve şema kuramı da önemli bir çerçeve sunar. Duygularını sürekli bastırmak, psikolojide “duygusal bastırma” olarak adlandırılır. Araştırmalar, duygularını kronik olarak bastıran kişilerin anlık çatışmalardan kaçınsalar bile, uzun vadede daha fazla içsel stres ve yalnızlık yaşadığını göstermektedir. Şema kuramında ise bu durum “duygusal ketlenme” şemasıyla açıklanır: Erken dönemde “duygunu belli etme, ayıp, abartma” mesajlarını alan birey, yetişkinlikte de duygusunu gösterirse eleştirileceğine veya reddedileceğine inanabilir.

Yetişkinlikte bu örüntü şöyle işler: Kalbin yakınlaşmak ister, aklın frenler. İncindiğinde “bunu söylersem fazla gelirim” deyip susarsın; ihtiyaç duyduğunda “yük olurum” diye geri çekilirsin. İlişki devam eder ama içten içe “Beni kimse gerçekten tanımıyor” hissi büyür. Sessiz bağlanma acıyı yok etmez; sadece kimsenin görmediği bir odaya kilitler.

Psikoterapi sürecinde sessiz bağlanma yaşayan kişiler önce duygularını isimlendirmeyi, sonra da bunları ilişkide küçük ve güvenli adımlarla paylaşmayı öğrenir. “Şu an bedenimde ne oluyor?”, “Bu his bana nereyi hatırlatıyor?”, “Aslında neye ihtiyacım var?” gibi sorular iç dünyaya açılan kapılar gibidir. Duyguları bastırmak yerine merakla karşılamak, beynin zamanla “tehlike” kaydını “güvenli”ye dönüştürmesine yardımcı olabilir.

Duygularını ifade etmek, karşındakini suçlamak ya da onu bunaltmak değildir. Araştırmalar, duygularını düzenli, açık ve saygılı biçimde ifade eden çiftlerde ilişki doyumunun daha yüksek olduğunu gösteriyor. Bazen tek bir cümle bile başlangıç olabilir: “Bunu söylemek benim için zor ama böyle hissediyorum.”

Eğer bu satırlarda kendini gördüysen, “Neden böyleyim?” diye sorman değişim için önemli bir adımdır. Sessiz bağlanma, bir zamanlar seni korumaya çalışan eski bir hayatta kalma stratejisidir. Bugün artık duygularını daha görünür ve güvenli kılmak için destek alma hakkın var. Duygularını fısıltıdan cümlelere dönüştürmek, hem kendinle hem başkalarıyla kurduğun bağı değiştirebilir.