Duygu Alan

Ziynet Selçuk’un kanser ile yolu 2010 yılında kesişti. Zaten tiroit hastası olan Selçuk, henüz tedavisi devam ederken dünürünün vefatı ile bir de Panik Atak hastası oldu. Aylarca çekti. Tam kurtuldum derken bu kez tiroit kanserine yakalandı. Ameliyat oldu, ardından atom tedavisi gördü.

“Bunu da atlattım” diye sevinirken kader bu kez O’nu meme kanserinin pençesine düşürdü.

Yine bıçak altına yattı, sağ memesini ve lenf bezlerini aldırdı.

Ameliyattan kısa süre sonra kemoterapi tedavisine başladı. Lefkoşa Doktor Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’nde 6 ay, her 15 günde bir kemoterapi tedavisi gördü. Süreç uzun ve zordu.

Ziynet Selçuk, uzun metrajlı bir film gibi anlattı hikayesini. Detay atlamadan, samimiyetle ve daha dün gibi…

“Boğulacak gibi oluyor nefes alamıyordum”

İki kız çocuğu dünyaya getirdim ama ben dört çocuk annesiyim. Damatlarımı hiçbir zaman öz evlatlarımdan ayırmadım. Damatlarımla da aileleri ile de her zaman çok yakın olduk. Öyle ki, dünürüm rahmetli oldu ve ben üzüntüden hasta oldum. Zaten tiroid hastasıydım ve düzenli olarak iç Hastalıkları Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Osman Köseoğluları’na gider kontrollerimi yaptırırdım. Dünürümün vefatından sonra ben de inatçı bir öksürük başladı. Boğulacak gibi oluyor adeta nefes alamıyordum. Birçok doktora gittim, gittiğim her doktor başka bir teşhis ile bana ilaç verdi. Kullandığım antibiyotiklerin şurupların haddi hesabı yok ama bir türlü öksürük nöbetlerim bitmedi. Geceleri uyuyamıyordum. Bu rahatsızlığım 4 ay sürdü.  İyileşemeyince İstanbul Yavuz Selim Devlet Hastanesi’nde görev yapan aile doktorumuz Mete Gökçen Bey’i aradım, durumu izah ettim. Mete Bey beni aynı hastanede görev yapan Nöropsikolog Celalettin Kutcan Bey’e yönlendirdi. Celalettin Bey’e telefon açtım ve şikayetimi izah ettim. Celalettin Bey, bana panik atak olduğumu söyledi ve ilaç ismi söyledi, nasıl kullanacağımı anlattı. Dediklerini aynen yaptım. İki günü geçmedi en bu öksürük krizinden kurtuldum. Bu arada tarih 2010 yılıydı. Benim ayriyeten tiroit için kontrollerim devam ediyordu. Doktorum Osman Bey, bir takım tetkikler istemişti. Yaptırdım ve tetkiklerin sonucuna göre nodüllerden birinin kötü huylu olduğu tespit edildi. Osman Bey, ameliyat olmam gerektiğini söyledi…

“Nodüller ve tiroit ameliyat ile alındı”

Doktorum Osman Köseoğluları’nın teşhisi üzerine ben yine aile doktorumuz olan Mete Gökçen Bey’i aradım, durumu anlattım. Mete Bey bu kez beni bu alanda uzman doktor olan Habip Bayram’a yönlendirdi. Damadım Lisani Deniz ve Eşim Hüseyin Selçuk ile İstanbul yollarına koyulduk. Sigortalı olmadığım için ameliyatım özel bir hastane olan Pendik Bölge Hastanesi’nde gerçekleşti. Gayet başarılı, sorunsuz bir ameliyat oldu. Nodüller ve tiroitler alındı.

z54x4cxs54s54ds-(2).jpg

“İki gün iki gece kapalı bir odada kaldım”

Tiroit ameliyatından kısa bir süre sonra da atom tedavisi oldum. Tedavi, İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yapıldı. Atom tedavisi garip bir tedaviydi. Tedavimi yapan doktor bana, ‘Şimdi seni bir odaya koyacağız ve sen sana verilecek olan çelik kutu içerisindeki hapı içeceksin. Ardından kapını kapatacaksın sana belirtilene kadar da odadan çıkmayacaksın. O hap çok önemli yere düşürsen dahi, al ve iç. O senin için hazırlandı. Hapı içtikten sonra burada kaldığın süre içerisinde sürekli su içeceksin’ dedi. Aynen doktorumun dediklerini uyguladım. Oda da Kıbrıslı Türk iki kadın hasta daha vardı. Ben hapı içtim. Bu tedavi ile vücuduma radyasyon yükleniyordu. Ağır radyasyon… Bunu vücudumdan atmak için de sürekli olarak su içmem gerekiyordu. İçtim. İki gün, iki gece kapalı bir odada kaldım, vücudumda radyasyon olduğundan kimse ile görüşemedim. Süreç içerisinde tek gördüğüm benimle birlikte bu tedaviyi gören oda arkadaşım iki kadındı. Yemeği getiren kadın bile kapları kapı önüne bırakıp gidiyordu. İçeri girmiyordu.

“Rahat bir süreçti”

Vücudum, atom tedavisine olumsuz bir reaksiyon göstermedi. Gayet rahat bir süreçti. Televizyon izledim. Yattım, kalktım, süreci yaşadım. Ancak oda arkadaşlarım bu kadar şanslı değillerdi. Biri sürekli olarak mide bulantısı yaşadı, kusuyordu, diğerinin boynuna kadar yüzü şişti. Tedavi odası da rahattı, mini buzdolabı, rahat yataklar, televizyon vardı…

Atom tedavisi de tamamlandıktan sonra evime döndüm ve hiç birşey olmamış gibi hayatıma devam ettim. Aradan 6 ay zaman geçti. Yeniden İstanbul’a gittim ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde sintigrafi çekildi. Sonuçlar normal çıktı. Herhangi bir olumsuzluk tespit edilmedi.

“Artık ben de kanserdim”

Bu arada ben kansere yakalanmadan önce de kanser hastalığının bilincinde olan bir kişiydim ve bir tür sosyal sorumluluk yüklenmiş, kanser hastalarının yararına gönüllü olarak etkinliklerde yer alıyordum. Zaten Kanser Hataları Yardım Derneği’nin de üyesiydim. Bilet satardım, dernek faaliyetleri için elimden gelen desteği sağlardım. Atom tedavisini tamamlayıp, ülkeye döndüğümde de ilk yaptığım derneğe gitmek olmuştu. Hiç unutmuyorum, deneğe gittiğimde Raziye Kocaismail’e ‘Artık ben de sizden oldum’ demiştim. Raziye Hanım, kanser olduğumu söylediğimde gerçekten benim için çok üzüldü ama moral vermeyi de ihmal etmedi. O gün, bugün hiç birbirimizi bırakmadık.

z54x4cxs54s54ds-(3).jpg

“Bir yıl sonra yine”

Düzenli olarak kontrollerimi yaptırıyordum. Kontrollerim aylık periyottaydı. Tarih Aralık 2011… kontrol günüme bir ya da iki gün vardı. Dediğim gibi derneğin faaliyetlerinde yer alıyordum ve o dönem Kanser Hastalarına Yardım Derneği’nin Çağlayan bölgesinde bir bina açılışı vardı. Açılışa da Onlokog bir Profesör de katılmıştı. Profesör beni kontrol etti ve hiç bir şeyimin olmadığını söyleyince ben o ay rutin kontrolüme gitmedim. Tabi hastanedeki kızlar hemen beni aradı ve kontrole gitmem gerektiğini söyledi. Kızlar öyle deyince tabi hayır ben profesöre kontrol oldum iyiymişim, gerek yok diyemedim ve Letam’a gittim gereken ultrasondu yaptırdım. İyi ki de yaptırmışım. Sağ göğsümün altında fındık boyutunda bir topak görüldü. Bana ‘biyopsi dahi yaptırma hemen bu kitleyi aldır’ dediler. Bunun üzerine ben İstanbul’daki doktorumu Habip Bayram’ı aradım. Doktorum, ‘Tetkiklerin raporlarını da al, hemen bin uçağa ve gel’ dedi.

“Narkozdan uyanınca mememin alındığını gördüm”

Takvim 10 Ocak 2012’yi gösteriyordu. İstanbul’a gittim ve doktorum Habip Bayram, tetkiklerin raporlarını inceledi bana ‘Ziynet Hanım seni ameliyata alacağız ve o göğüs altındaki topağı bu operasyon ile alacağız. Ancak söylemeliyim ki sonradan keşke dememek için gerekirse göğsünün hepsini alacağız’ dedi.
Zaten göğsümde hafif de olsa bir çökme olmuştu ve bu dışarıdan bakıldığında bile görülebiliyordu. Tuzla Gispir Hastanesi’nde ben bu ameliyata girdim. Narkozun etkisi geçip, kendime geldiğimde sağ memenin olmadığını gördüm.  Doktor, kendime geldiğimde odama geldi ve bana ameliyatta, lenf bezlerini ve sağ memeyi de aldıklarını ve bir de patoloji için parça alındığını söyledi. Patoloji sonucunda lenf bezlerimin 2 tanesinde kanser başlangıcı tespit edildi. Çok şanslıydım. Eğer Doktor Habip Bayram, o ameliyatta sadece meme altındaki topağı almış olsaydı şuan her şey bambaşka olabilirdi. Ona hayatımı borçluyum ve kendisine buradan bir kez daha teşekkür ediyorum.

“Birçok hasta aynı odadaydık, moralim bozulurdu”

Sırada kemoterapi vardı. Ameliyatımın üzerinden sade 20 gün geçmişti. Lefkoşa Doktor Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’nde 6 ay her 15 günde bir kemoterapi tedavisi gördüm. Kemoterapi süreci oldukça zordu. Kemoterapi benim vücudumda mide bulantısı, baş ağrısı gibi reaksiyonlar gösteriyordu. İlaçlar zaten ağırdı bir de birçok kişi aynı odada bu tedaviyi alıyorduk. Benden daha kötüleri de vardı. Ben onları gördükçe olumsuz etkileniyordum. Moralim ok bozuluyordu.

6 ayın sonunda kemoterapi tedavisi bitti ancak bazı ilaçlarımı almaya devam ettik. 10 ay sonra bu ilaçları da kestim. Sadece koruyucu bir ilaç içiyordum. O ilacı halen daha kullanıyorum ve her 6 ayda bir kontrollerimi oluyorum.

“Saçlarımı ben kazıttım”

Kemoterapi tedavisinin saçlarımı dökeceğini ve bunun bana fiziksel acı vereceğini biliyordum. Bu yüzden dökülme başlamadan önce kuaförüm sağ olsun davetim üzerine evime geldi ve saçlarımı kısacık kesti. Saçlarım konusunda hiç üzülmedim. ‘Yeter ki ben iyi olayım, kökü bende nasıl olsa yeniden uzar’ dedim. Saçlarım dökülmeye başlayınca da yeniden kuaförümü çağırdım ve bu kez kazıttım. Her gün saçım dökülüyor olayını yaşamak istemedim. Zaten gerçek saçtan yapılmış bir peruk satın almıştım. Dışarı çıkacağımda peruğu takardım. Bilmeyen anlamazdı bile.

“Eşim 4 ay sokağa çıkmadı”

Feray Ağlar ve Fergün Deniz adında iki kızım, Ziynet Deniz, Yükselen Deniz, Osman Ağlar ve Minel Ağlar adında dört tane de torunum var. Kısmetse beşinci torunum Hüseyin Selçuk Deniz de  hayırlısı ile 2 aya kadar dünyaya gözlerini açacak.
Damatlarım Lisani Deniz ve Cevdet Ağlar da benim öz evlatlarım gibi. Onları çok seviyorum. Benim kocaman, harika bir ailem var ve ben bugün hala dimdik hayattaysam biraz da bunu aileme borçluyum. Onların desteği, sevgisi benim moralim, hayat ile aramdaki bağ oldu. Eşim Hüseyin Selçuk ise bambaşka. 45 yıllık evliliğimiz süresince Hüseyin Bey beni hiç incitmedi. Ben de onu. Sevgi, saygı ile nerdeyse yarım asrı deviriyoruz. Tedavim süresince yaptıklarını, fedakarlıklarını unutamam. Eşim, bana destek olmak ve beni yalnız bırakmamak için dört ay boyunca kapıdan dışarı çıkmadı. Her anımda yanımdaydı. Şimdi aynı özveriyi ben gösteriyorum. Ama karşılık olsun diye değil, istediğimden. Eşim yaklaşık 1 ay önce açık kalp ameliyatı oldu. Aile bağlılığımız, sevgimiz ve birliğimiz ile bunu da atlattık. Dedim ya damatlarım benim evlatlarım. Öyle ki Hüseyin bey’in hastanede kaldığı sürece nöbetleşe gecelerli yanında damatlarım kaldı. Sağ olsunlar.

“Size bahşedilen ömre kıymet verin”

Dünyaya geldim, önce tiroit sonra meme iki kez kanser oldum. Allah bana üç ömür bahşetti ve ben bunun kıymetini biliyorum.  Madem bu ömürler bana bahşedildi o halde yaşayacağım’ dedim, gezdim, tozdum, güldüm, eğlendim, yaşadım. Benim kanser hastalığına yakalananlara da tavsiyem hayatımdan örnek vererek olabilir. Ben yaptım onlar da yapabilir. Kanser, ölüm değildir, çaresi olan bir hastalıktır. Kanser olan herkes, ameliyat ve kemoterapi sürecini yaşıyor. Yani yalnız değiller ve bunu en başta kabullensinler. Üzülmesinler, daima pozitif olsunlar. Zor da olsa geçeceğini düşünsüzler, kanseri yeneceklerine inansınlar. Morallerini yüksek tutsunlar. Hayatının kıymetini bilsinler. Çünkü hayatta olmak en güzeli.