Mesarya’da minicik bir köy, Çamlıca. Serin bir haziran gecesi, ‘genç’ ama çoktan uzun yollar almış bir tiyatrocu büyük bir keyifle Karagöz-Hacivat oyunu için sahne kuruyor. Gözlerindeki ışık gecenin karanlığında bile görülebiliyor.

Köyün çocukları merakla bekliyor. Daha önce kimse gelmemiş köylerine onlar için böyle bir gösteri sunmak üzere… Ve perde aydınlanıyor. 
Birkaç hafta önce İzel’in Çamlıca’da tamamen gönüllü şekilde gerçekleştirdiği bu gösteri sonrası sözleşiyoruz röportaj için… Uzun zamandır tanısam da, röportaj boyu ne kadar az şey bildiğimi anlıyorum İzel’le ilgili…
24 yaşında tiyatro kurmuş, 25 yaşında hala süren bir tiyatro festivalini başlatmış. Sadece bu yıl, 2 gölge oyunu yazmış, bu oyunlarla 190 temsil yapmış bir sanatçı… 

Bu yaptıklarıyla sadece bu yıl iki ödül kazanmış: “Yeni Tiyatro Dergisi Haşmet Zeybek Yönetmen Ödülü ve 25. Bartın Uluslararası Tiyatro Festivali, Emek Ödülü”
Üstelik daha önce verilmiş bir sözü olduğu için usta yönetmen Derviş Zaim’in Gölgeler ve Suretler filminde başrol oynamayı reddedecek kadar da ilkeli… 

Biraz kendinden bahset ne zaman nerde doğdun diyorum, başlıyor anlatmaya:
“Lefkoşa, 1990... Tomris Hanım yurt dışında olduğu için Emine Kunter’de. Sancılı bir doğum olmuş. Sıkışmışım ölüyormuşum. Annemle babam Murat 131’le Kaymaklı Sosyal Konutlardan yola çıkmışlar 7 gibi sancılanıp 9 gibi doğmuşum”
“O günden beri sabah erken kalkarım” diye şaka da yapıyor. Ama erken kalktığı doğru. İzel Lefke’den Karpaz’a ülkenin dört bir yanındaki okullarda oyun sahnelemek için çoğu zaman sabah 5’te uyanıyor… 
“Okullarımızdaki öğretmenler ne yazık ki çok bilgili değil tiyatro konusunda” diyor İzel “Müthiş yetenekleri tiyatroya yönlendirmek varken başka yerlere yönlendirdiklerini gördüm. Kolejde okuduğum için bizim dönemin patlaması avukatlık ve biyokimyaydı. Yeteneği olanları sanat alanında teşvik etmek çok yaptıkları bir şey değil. Bilinçli öğretmenler var ama genelde tiyatroyu bir metin ezberleyip sahnede söylemek olarak görüyorlardı. Ama tiyatro oynamaktır oyundur ezberlemek değildir”
 

“MÜZİĞİN, SANATIN HAK ETTİĞİ YERİ BULAMADIĞI’ PALAVRALARI…”
İzel de benzeri bir yanlış yönlendirmeye maruz kalmış, “Aslında müzikle de çok ilgiliydim. Ancak ‘bizim ülkede müziğin, sanatın hak ettiği yeri bulamadığı’ palavralarıyla kandırıldığım için müzik okursam ‘aç kalırım’ düşüncesine kapıldım” diyor.
Bu sırada yolu kimyayla kesişmiş: “Lisede Taner isimli bir hocamız vardı, kimya hocası, deneyler yapardı. Organik kimya… Oradaki uygulama ilgimi çok çekti. Kimya mühendisliği okumaya karar verdim”
Ama lisenin son yılında Belediye Tiyatrosu’ndan gelen bir teklif işleri biraz değiştirmiş. Bir Antik Yunan Komedyası için dans edebilen şarkı söyleyebilen bir koro elemanına ihtiyaç olmuş. Müzikle ilgilenen ve dans eden İzel’e teklif gitmiş: 
“Böylece Belediye Tiyatrosuna girdim oradaki oyun 24 temsil yaptı. Adana’da bir festivale katıldık Rum tarafında oynadık… Tiyatroyu da sevdiğimi fark ettim. Ve konservatuar okumaya karar verdim. Ama o dönemde Türkiye’de konservatuar yetenek sınavları Ağustos’ta yapılıyordu. İngiltere’deki okulun oryantasyon haftası da Ağustos’ta başlıyordu. Dolayısıyla konservatuvarda yetenek sınavından sonra İngiltere’deki okulun kaydını yapıp başlamam lazımdı. Sonucu beklemeden İngiltere’ye gitmek zorunda kaldım”

“ZOR BİR KARARDI”
İzel konservatuarı kazandığını İngiltere’de öğrenmiş “Sonuçlar açıklandıktan sonra İngiltere soğuk bir yurt odasından çatı katında annemin mesajına uyandım. Annem, ‘Senin tercihin. Nerede mutlu olacağını düşünürsen orda kal’ dedi, çünkü zor bir karardı. İngiltere’de okumak bizim nesil için ciddi bir şanstı. Ve ben kararımı verdim Türkiye’ye döndüm. Bir günde uçak biletleri alındı. Manchester’dan İstanbul’a, oradan Eskişehir’e, Eskişehir’in girişinde otobüs bozuldu, saat sabah dört, kurak nemli pis bir hava.
Pek güzel bir karşılama olmadı ama sonra çok sevdim Eskişehir’i. Muhteşem bir öğrenci kentiydi.  Okulu birincilikle bitirdim. Okulu, hocaları, sistemi çok sevdim. Sahnede olmayı sevdim. Okulun kütüphanesini çok sevdim.
Kolejde okuduğum için Türkçe kadar İngilizce de biliyordum. Okula Norveç’ten bir davet geldi bu nedenle ben gönderildim. Daha sonra Norveç’ten, Galler’den, Letonya’dan ekiplerin katılımıyla İstanbul’da da bir çalışma yürüttüm”
 

“MUTLULUK İNSANIN İÇİNDE OLDUĞU DURUMLA BARIŞMASIYLA İLGİLİ”
Bütün bunları anlatırken şunu da ekliyor İzel: “İngiltere’de okusam da mutlu olurdum. Mutluluk insanın içinde olduğu durumla barışmasıyla ilgilidir” 
Bu barışma halini daha geniş anlama da taşıyor İzel:
“Bizde yeni mezun tiyatrocular olanaksızlıklara odaklanıyor. Ülkede tiyatro sanatının ideal düzeyde gelişmemiş olması, hak ettiği değeri bulmamasına dair bir önyargı var. Bu alanda para yok, insanlar hak ettiği değeri bulmaz şeklinde bir algı var. Ama bu şartlar aslında bir fırsat. Bir ülkede gelişmemişlik varsa teknik olanaksızlık varsa bunların yolunu açmak için müthiş bir potansiyel de var demektir. Benim yüksek lisanstan sonra Beyarmudu Belediyesi’nde çalışmaya başlamamın nedeni de herhâlde budur”
 

GÖLGELER VE SURETLER’DE BAŞROL TEKLİFİNİ SÖZÜNE SADIK KALMAK İÇİN REDDETTİ…
Konservatuar yıllarında zor bir karar vermek durumunda kalmış İzel. Dönüp bakınca belki de kariyerinin yönünü değiştiren bir karar…
“İran’da bir fırsat yakaladım. Ezilenlerin tiyatrosu tekniğini uygulama şansı… İşkence gören insanlarla atölye çalışması yaptık. Uluslararası bir tiyatro festivaliydi. Çok iyi bir fırsattı. 
 Hatta sonradan yüksek lisansımı da orada ele aldığımız konular üzerine yaptım. Ancak bunun hemen öncesinde Derviş Zaim, Gölgeler ve Suretler için beni çağırdı. Senaryoyu verdi, metni okudum. Ancak İran’a verilmiş bir sözüm vardı. Ve sözümü tutmak durumunda hissettim”
Pişman değil kararından… “İran’daki ortamı görmek farklı kararlar vermemi sağladı. Akademik yönümü değiştirmemi sağladı. İran’dan dönüşte, ilk olarak kimya mühendisliği okumaya gittiğim Manchester’da, tiyatro ve performans üzerine yüksek lisans yaptım.
Aslında bu anlamda ailenin verdiği vizyon çok önemli. Benim sınıfımdaki arkadaşların çoğu reklamlarda oynamak, dizilerde oynamak, ünlü olmak amacındaydı. Ama ben halkçı kökenli bir zihniyetten geldiğim için, Kıbrıs’a gelip bir şeyleri değiştirmek için çabalamayı tercih ettim”
İzel’in basına en çok yansıyan işlerinden biri de yine bu değiştirme çabasıyla yola çıktığı, cezaevinde gerçekleştirdiği projeydi:
“2012’de yüksek lisansta bitirme tezimi cezaevlerine tiyatronun rehabilitasyon aracı olarak kullanılması üzerine yaptım. O döneme baya ses getirdi bu proje çünkü bu konuda yapılan ilk projeydi ve gazetelere manşet oldu”
Bununla bambaşka projelerin kapısı açılmış İzel’e: “Yolumuz Gülcan Kulle Yalınca ile kesişti. O dönem Gülcan Hanım Güney Mesarya sosyal tesisleri üzerine bir AB projesini yönetiyor. O proje kapsamında inşaat tamamlandığında AB’ye taahhüt edildi ki bina açılışında bölge halkı bir tiyatro oyunu oynayacak.
Gülcan abla da bu olaydan 5-6 ay önce cezaevi projesinin manşetlere taşınması üzerine benimle bağlantıya geçti. Bununla birlikte Beyarmudu’yla o gün başlayıp bugün 6’ncı yılına giren bir süreç başladı. 
2013 sonlarına doğru Beyarmudu’nda çalışmaya başladım. Belediye başkanı ‘bu tesisin açılışında bir tiyatro oyunu istiyoruz’ dedi. Ben de ‘çok iyi ekipler var birini getirir oynatırız’ yanıtını verdim. Ama Başkan itiraz etti ve ‘hayır halkın oynaması lazım’ dedi. Bunun üzerine sırtıma davulu asıp sokak sokak gezip mani söyleyerek meseleyi duyurdum. Sonra bu işinin köylerde çok tuttuğunu fark ettim. Hala duyuruları bu şekilde yapıyoruz”
 

“BEYARMUDU HAYATIMIN DÖNÜM NOKTASIYDI” 
“Beyarmudu sanırım benim hayatımın dönüm noktasıydı” diyor Seylani:
“Çünkü kendi olanakları çerçevesinde attığım her adıma müthiş destek veren, amatör bir ekibin müthiş bir güvenle beni yazmaya yönetmeye üretmeye teşvik ettiği bir yer…” 
Belediye Başkanı’nın bölge halkı tarafından sahnelenmesini istediği oyunu da İzel yazmış. “Nor Betmez” koymuş adını. Yazım sürecini şöyle hatırlıyor İzel:
“Bölgedeki eski halk efsanelerini araştırdım, hikaye toplamaya başladım. Sonra bu hikayeleri aldığım eğitimler doğrultusunda tiyatro oyunu formatına soktum ve çalıştık. 
Oyunda yer almak için 67 kişi başvurdu, gelen herkesi aldık. 2014 yılında binanın açılışında bu oyunu oynadık. Bölgede çok ilgi oldu Nor Betmez’e. O ilgi ve heyecanla Kalavaç, Yeni Erenköy, Güzelyurt, Lefke, Sütlüce, Lefkoşa, Çatalköy..., sahnesi olan hemen her yerde ve köy meydanlarında oyunu oynadık.
Daha sonra bu oyunu konservatuardan profesör bir hocamın teşviki ve ısrarıyla Interplay Uluslarası genç yazarlar organizasyonuna yolladım. Jürinin seçmesi üzerine İsveç’te oyunun tanıtımını yapmak ve kısa bir bölümünü yönetmek üzere davet aldım. Gidip orada oyunu sahneledim. 
Nor Betmez bir yönüyle de benim yazmak zorunda olduğum bir oyundu çünkü bölgenin hikayelerini toplayıp onu oyuna çevirebilecek tek kişi bendim.
Oyun yazayım diye yazılmış bir şey değildi. Gezerek topladığım hikayeleri tiyatro sistemi içinde var etmek içindi. Bu süreçte sadece hem geleneksel tiyatro üzerine araştırmalarımı yoğunlaştırdım hem de yeni oyunlar yazıp yeni hikayeleri sahneye taşımaya başladım. 2015 yılında Mesarya Tiyatro Şöleni açılış oyunu Şaman da bu motivasyonun sonucudur”
Nor Betmez’le başlayan, İzel’in “kendi yolumu bulma arayışım içinde geleneksel Türk tiyatrosunu, Kıbrıs’a özgü değerlerle, batı tiyatrosunun biçimini de kullanarak sentezleme” şeklinde tanımladığı süreç daha sonra 2015’te Şaman 2016’da Papaz Nikahı 2017’de Mesarya Üçlemesi 2018’de Ejderha Tepesi’yle devam etmiş.
 

MESARYA TİYATRO ŞÖLENİ…
Bütün bunlrın arasında, Beyarmudu Belediyesi’nin vizyonu ve desteğiyle Mesarya Tiyatro Şöleni’ni başlatmış İzel 2015’te...
“Şölen bu yıl 5’inci yılını tamamladı her yıl katılan tiyatro sayısı artıyor. Kendi üretimlerimizi de içine alarak devam ettiriyoruz… Bölge nitelikli oyunlar izleyebilsin diye Kıbrıs’ın Kuzeyi ve Güneyi başta olmak üzere yurt dışından da oyunları bölgede misafir ediyoruz” diyor İzel ve şunları anlatıyor:
“Sadece Batı tiyatrosu ve konvansiyonel tiyatrolar değil özellikle çocuklar için iyi seçilmiş çocuk oyunları, orta oyunları, pandomim, gölge oyunları, komedi, del arte, dans tiyatorsu ve oratoryo türleri de Mesarya Tiyatro Şöleni’nde seyirciyle buluştu aynı zamanda geçtiğimiz 5 yıl içinde. Beyarmudu Belediyesi Güney Mesarya Halk Tiyatrosu olarak İstanbul, Bursa, Adana, Bilecik, Mudanya’da uluslararası festivallerde birçok kez memleketimizin kokusu dokusu ve ruhunu taşıyan oyunlarla seyirciyle buluştuk”
Aynı dönemde H4C’nin Buffer Fringe organizasyonunda, fiziksel tiyatro türünde Dillusion ve Chaos isimli iki oyun yönetiyor İzel, bu çalışmalar üzerine İsrail’e, Isra-Drama Fest’e davet alıyor. Orada fiziksel tiyatro ve savaş sonrası travmasının yeni nesillere kültürel kalıtım olarak aktarılması üzerine seminerler veriyor.

KARAGÖZ-HACİVAT OYUNUNUN KIBRIS KÜLTÜRÜNE VE GÜNÜMÜZ TİYATRO ANLAYIŞIYLA HARMANLAMASI... 
Eğitim ve drama üzerine doktora da yapan İzel bir yandan Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’ndan da hiç kopmuyor:
“2014’te Aliye Ummanel’in yazıp yönettiği Kayıp oyunu ile belediye tiyatrosuna profesyonel dönüşüm oldu, o zamandan bu yana Lefkoşa Belediye Tiyatrosunda oyuncu ve yardımcı yönetmen olarak çalışıyorum” diyen İzel’in bir diğer harika projesi de geleneksel Karagöz Hacivat oyununun Kıbrıs kültürüne ve günümüz tiyatro anlayışıyla harmanlaması…
“Suretler Özlem Yetkili’nin tasarımı, uygulama Hatice Tezcan, en çok kahrımı çeken yardağım Hüseyin Kasapoğlu sihirli sebzelerdeki yardağım Asu Demirci…
2015 yılında Beyarmudu Belediyesi’nde ‘Karagöz Paragöz’le başlayan Karagöz serüveni Bartın ve Bursa Uluslarası Karagöz Festivali’ne taşındı, Kıbrıs’ta birçok bölgede seyirciyle buluştu. 2015 yılından bu yana süren Karagöz Gölge Oyunu çalışmaları 2018 yılında Lefkoşa Belediyesi Bandabuliya Sahnesi açılış oyunu olan Sihirli Sebzeler’le dönüm noktası yaşadı.
Hem Lefkoşa Suriçi’nin tanıtımı hem de sağlıklı beslenmenin önemini anlatan oyun bu sezon da oynamaya devam edecek. Bunlara ek olarak Vakıflar İdaresi desteğiyle Gizli Hazine isimli Karagöz oyunu Ekim ayından bu yana okullarda çocuklarla buluştu. Karpaz’dan Lefke’ye 132 temsille 70 okulda 9 bin 600 civarı çocuğa ulaştık. 
Sihirli Hazine yurt içi temsilleri yanında Bartın Uluslararsı Tiyatro Festivali’nde ve Berlin’de çocuklardan yoğun ilgi gördü…”
 

KISA FİLMLER VE HAFTASONU
Türkiye’de kısa metraj filmlerde oynayan İzel, Kıbrıs’ta da bir çok projede görev almış ancak Talat Gökdemir’in yönettiği Haftasonu tüm bunlar içinde en büyük motivasyonu olmuş…
“Bu film bana ISFFC’de en iyi erkek oyuncu ödülü kazandırdı. Bu benim için büyük bir sürprizdi” 
İzel öğrendiklerini, deneyimlerini paylaşmaktan da keyif alıyor…
“Lefkoşa Türk Lisesi’nde öğrencilere tiyatro eğitimi verdim, orada 2 oyun yaptım: ‘Keşanlı Ali Destanı ve Deli Bayram”…Bu oyunlar ülke çapında tur yaptı. Orada tanıştığım dört öğrenci şu an konservatuar okuyor. Büyük mutluluk…
Belediye tiyatrosunda bu yıl bir eğitim programı düzenledik, orada da ortaokul öğrencileriyle güzel bir süreç geçirdik. Girne Üniversitesi’nde eğitim ve drama alanında ders veriyorum.
Bu yıl Beyarmudu’nda da eğitim ve oyuncu yetiştirme adına harika bir sezon geçirdik. Çünkü Beyarmudu’nda yaptığımız çalışmalar iyi tiyatro seyircisi yetiştirme amacı taşıyor… Dolayısıyla orada yetişenler ülkenin farklı yerlerinde tiyatro sanatının gelişmesi için farkındalık yaratıyor” 
 

“MESARYA SEYİRCİSİ ASLINDA ZOR”
Peki tiyatorcu gözüyle Mesarya ile Lefkoşa’nın farkları neler?
“Biz tiyatroda oyun oynamak ve oyunculuktan bahsederken dürüst olmaktan safça oyunun içinde olmaktan ve ana inanmaktan bahsediyoruz, ama teknik olarak tiyatro eğitimi alan insanları aslında bir nebze o saflıktan uzaklaştırıyoruz.
O yüzden amatör ruh genel anlamda oyun oynamanın heyecanını profesyonellerden daha coşkulu yaşatır. Ben konservatuvardan mezun olduğum dönemden itibaren amatörlerle çalışmayı her zaman eğlenceli ve öğretici buldum, amatörlerin her zaman yeni şeylere aç sınırsız bir enerjisi vardır. Bu bana müthiş bir keyif verir ve tünelin sonundaki ışığı görmeden tünelin içindeki yolu keyifli bir şekilde yaşamayı heyecanlı hale getirir… Seyirci olarak bakacak olursak ise, Mesarya seyircisi aslında zor çünkü kötü iş izlediğinde işin kendisini değil tiyatro sanatını yargılayabilir. Kötü bir oyun tiyatrodan bezdirebilir o yüzden onların seveceği şeyleri oyuna koymak yanında nitelik estetik ve felsefeden de ödün vermemeliyiz ama denge de iyi kurulmalı.”


 

“BU COĞRAFYADA YAŞAYAN VE TİYATRO EĞİTİMİ ALAN İNSANLARIN ASLA SADECE OYUNCU OLMA LÜKSÜ YOKTUR” 
Kısacık zamanda İzel’in yaptıklarına bakınca, bu çok yönlü sanatçının kısıtlı imkanlarla başarabildikleri göz dolduruyor... “Bu coğrafyada yaşayan ve tiyatro eğitimi alan insanların asla sadece oyuncu olma lüksü yoktur” diyor İzel mesleğinin başında tiyatroculara tavsiyeler istediğimde ve şöyle devam ediyor:
“Total anlamda tiyatro yapmak zorunasınız, tüm gerekleriyle. O yüzden yeni nesillere tavsiyem: oyuncu olmanın yanında tiyatroyu bir sanat alanı olarak benimseyip tiyatronun tüm disiplinlerinde donanımlı hale gelin ve emeğinizi acımadan inisiyatif alın” 
 

“SEVDİĞİM ŞEYLERİ YAPIYORUM… AMACIM YENİ ŞEYLER YAPMAK DEĞİL YAPTIĞIM ŞEYİ İYİ VE SÜRDÜRÜLEBİLİR KILMAK”
Peki sonrası? 
“Okullarda Karagöz oynatmak benim için müthiş heyecanlı, oyunculuk müthiş, akademide ders vermek inanılmaz besleyici, uluslararası projeler çok heyecan verici. Dolayısıyla bu alanların hepsinde daha iyisini yapmak için çalışacağım… 
Sevdiğim şeyleri yapıyorum… Amacım yeni şeyler yapmak değil yaptığım şeyi iyi ve sürdürülebilir kılmak…”