Gazeteci Aytuğ Türkkan'ın köşe yazısı...

Son 100 yılın en büyük felaketlerinden birini yaşıyor coğrafyamız…   

Ölümler, yıkımlar, acılar…   

Bu kara tablodan elbette çıkarılacak çok ders var…  

Türkiye kendi dersini, biz bu küçücük ada yarısında yaşayan bir avuç Kıbrıs Türkü kendi derslerimizi çıkarmalıyız…   

İşin uzmanları zaten bir haftadır anlatıyor, yol gösteriyor…   

Devleti yönetenler de bunları derleyip, en uygun şekilde yol haritası çizmelidir…   

En başta devlet olarak “özürlü” olduğumuz denetim konusunda artık ahbap çavuş ilişkisini bir yana bırakarak başlayabiliriz mesela…   

O partilidir, bu örgüt başkanıdır, bir diğeri akrabadır…   

Doğru neyse; partiliye de, muhalife de aynı olmalı…  

  Sonrasında yasal eksikliklerin doğurduğu boşlukları tamamlamakla devam etmeliyiz...   

Sadece depreme hazırlık anlamında da değil…

Birçok sıkıntılı noktamız var, denetime muhtaç onlarca sorunlu alanımız…   

Bir bir adımlar atmalıyız...   

Bu yaşadığımız felaketten ders çıkarmaksa gayemiz, yapılması gerekenler de bellidir…  

  Yeter ki isteyelim…

Gerisi gelir, eminim...

**  

Bugün asıl değinmek istediğim konu aslında deprem üzerinden gidilebilecek bir başka nokta; ekonomi...   

Anavatan Türkiye böylesi bir yıkım yaşarken ve bu depremin ekonomik faturasının on yıllar sürecek bir sıkıntı yarattığı bir gerçekken, bizim burada alacağımız pozisyonla alakalı birkaç kelam kesmektir amacım…   

Ne zaman başımız sıkışsa yanımızda ola Türkiye, şimdi deyim yerindeyse 1 TL’ye muhtaç durumdadır..    Evet; Türkiye’nin KKTC ile imzaladığı ekonomik protokoller vardır, ödenmesi gereken rakamlar, askerin varlığıyla ilgili maddi mükellefiyetler...   

Sıralamakla bitmez...  

  Bitmez, çünkü yıllardır varlığımızı hep Türkiye’den gelecek rakamlara bağladık!..  

  Şimdi bir felaket yaşanıyor…   

Milyarlarca TL’lik bir fatura bekliyor Anavatan’ı…   

Peki biz hâlâ Türkiye’den para mı isteyeceğiz, yol için, ilaç için, hastane için, okul için, cami için, kışla için…   

“Gel köyümüze halı saha yap” mı diyeceğiz, yoksa “Kaynak yok, 13’üncü maaş ödeyeceğiz” diyerek kapıları mı çalacağız?    Şahsen ben bir Kıbrıs Türkü olarak utanırım!    Demem o ki; işte tam da bu noktada bu kara tabloyu kendi lehimize fırsata dönüştürebiliriz…   

Nasıl mı?    Bu ülkenin uzmanları ekonomide yüzde 60’a varan kaçak olduğunu ortaya defalarca koydu...    Devletten zengin ama vergi listelerinde yer bulmayan onlarca zenginimizin varlığını sağır sultan bile duydu!    Tek bir kuruş vergi vermemek için “nakit çalışırım, kredi kartına gerek yok” diyen kimi doktorların kol gezdiği bir gerçektir...   

Bir davadan binlerce TL alıp tek kuruş vergi ödemeyen bazı avukatlarımızı da görür biliriz…   

Sektör çok…   

Türkiye’den ithal ettiği ürünü düşük fatura gösterip devleti çalanların sayısının hiç de az olmadığı apaçık görülmektedir...

   Hep dediğim bir şey var; bu ülkede para çoktur, yeter ki yönetenler bu parayı halk için toplamak istesin…   

İşte şimdi tam zamanıdır...   

Böylesi bir felakette Türkiye’ye değil el açmak, doğru ekonomi politikaları ile gelirleri toplayıp kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomik yapıya kavuşmak hiç de zor değildir...

   Tek gereksinim olan şey niyettir!    Niyet ortaya konur ise bir avuç ülkede ne kaçak kalır, ne kayıt dışılık…   

Yöntem de bellidir…

Önce insanımızı teşvik edelim, ödeyeceği verginin nereye gideceğini şeffaf olarak gösterelim...    Sonrasında vergi kaçıran varsa hâlâ, ensesine binelim, hayatı dar edelim…

   Şimdi Türkiye’den para isteme değil,  omuz verme zamanıdır..   

Bu da maaştan kesinti yapmakla değil, kasasını dolu tutabilen bir mali yapıyla mümkündür!..