Bazen insan sadece gitmek ister.Bir yere değil, bir duruma...Beni Roma’ya götüren şey tam olarak bu oldu... Kendimden uzaklaşıp yine kendime varmak için ordaydım. Zamanı unutmak, saate bakmamak, günlerden hangisi olduğunu bilmemek istedim.

Çünkü bazı duygular takvimde yer bulmaz. Bazı kırılmalar saatle ölçülmez.

Roma’da her şey aynı anda hem çok ağır, hem çok hafifti. Tarihin tam ortasında yürürken, geçmişin yüküyle değil, özgürlüğüyle karşılaştım.

Trastevere’de  kendime bir hayatlık masa kurdum.

Turistlerle dolu değil, yerellerin uğradığı arka sokaklardan birinde. Ne fazla şık, ne fazla salaş.Tıpkı ruhum gibi...Biraz yorgun ama hâlâ umutlu.

Aperol’ümü yudumlarken kalabalığın ortasında bir yalnızlıkta dinlendim... Beni benden uzaklaştıran her şeyin dışarıda kaldığı bir özgürlük alanıydı.

Vatikan’a gittim.

Tarih ve inanç bir aradaydı ama ben ne rehber dinledim ne sesli tur açtım. Sadece sütunların arasında yürüdüm.Gözlerimi kapadım.

Sanki  kendi iç sesimin huzurundaydım. Sessizliğin gücünü bir kez daha orada fark ettim.

Çünkü o kalabalıkta bile kendini duyabiliyorsan, artık kaybolmazsın.

Piazza Navona’da bir sokak müzisyeni çalıyordu... Beni tanımıyordu. Ama ben kendimi tanıdım onun ezgilerinde...

Sustuğum, içime gömdüğüm ne varsa, o notalarda yankılandı. Çünkü

bazen hiçbir şey anlatmadan da anlaşılabiliyorsun...

Trevi Çeşmesi’nde bir dilek tuttum.

Bir turist gibi değil... Bir kadın gibi, bir insan gibi…Umutsuz değil, temkinli ama inançlı. Olur ya...

Bazı hayaller olur, adını bile koymadığın hâliyle...

Ve bazı dilekler sessizce kabul görür, sen çoktan unuttuğunu sansan da...

Pantheon’un tam ortasında durdum bir gün...Tepemdeki devasa kubbeye baktım. Gök yüzüne açılan tek bir delik…Sanki evrenle tek bağım orasıydı...

Ve düşündüm...

Hayat bazen sadece yukarı bakmayı hatırlamakla güzelleşiyor...

Monti sokaklarında yürürken karşıma çıkan vintage dükkânlarda vakit geçirdim.Kimi elbiseler geçmişi fısıldıyordu. Bazılarına dokundum, bazılarını askıya geri astım.Bazıları bendim, bazıları hiç olamadığım...

Ben Roma’ya kendimi kaybetmeye değil, kendimi yeniden bulmaya gittim.Ve sanırım bunu insanın ruhuna dokunan sokaklarda başardım. Kendimle baş başa kalmaktan korkmadığım için oldu belki de. Oturduğum masalar, içtiğim kahveler, paylaştığım hiçbir şey…Hiçbiri birlikte değildi.

Ama hepsi tamdı...Roma’dan dönerken elimde alışveriş torbaları yoktu.Ama içimde bir şey vardı.

Hafiflik...

Ve bazı şehirler sana sadece onu verir.

Bir hatırlatma.

Bir boşluk.

Bir umut.

Kendi sesini yeniden duyabileceğin kadar sessiz bir fısıltı.