Bazen bir fotoğraf yeter…

Bir çocuğun gözlerinde hem korku hem merak…

Bir annenin ellerinde hem dua hem çaresizlik…

Ve o fotoğraf, insanlığın vicdanına sessizce çakılan bir çığlık gibi kalır.

Gazze de öyle. Artık bir şehirden çok, insanlığın sustuğu yerin adı.

İki yıl geçti.

İki yıl boyunca dünyanın en kalabalık yalnızlığı yaşandı orada.

Binalar yıkıldı, hayatlar sustu, çocuklar büyüyemeden kayboldu.

Ve biz, ekranlarımızın başında her görüntüye alıştık.

Alışmak, belki de en büyük kaybımız oldu.

Bir baba, kolunun altında taşınmaya çalışılan bir dünya kadar acı…

Bir kız çocuğu, yıkıntılar arasında bulduğu oyuncak bebeğe sarılıyor, çünkü başka kimse kalmamış.

Bir anne, hastane koridorunda çocuğunun adını fısıldıyor, sesini kimse duymuyor.

O ses, dünyanın vicdanına ulaşamıyor.

Belki de artık kimse duymak istemiyor.

Gazze, bir halkın, umutla korku arasında sıkışıp kalışının hikâyesi.

Her bomba sesinden sonra yeniden başlıyor hayat, yeniden yıkılıyor umut.

Ve biz, dışarıdan bakarken anlamaya çalışıyoruz ama anlamıyoruz.

Çünkü anlamak için o sessizliği duymak gerekiyor, biz o sessizliği unuttuk.

Bazen düşünüyorum, acıya alışmak mı daha kötü, yoksa acıya kayıtsız kalmak mı?

Her iki durumda da kaybeden insanlık.

Çünkü vicdan, sustuğunda yavaşça ölür.

Gazze’de dünyanın vicdanı birer birer gömülüyor...

Bir çocuğun ellerinde hâlâ umut var mı bilmiyorum.

Ama bir yerlerde, yıkıntıların arasında belki küçük bir çiçek filizleniyor.

Çünkü umut, tıpkı Gazze gibi; küllerin içinden yeniden doğmak ister.

Belki o çocuk büyüyemeyecek, ama bıraktığı iz insanlığın belleğinde kalacak.

Ya da kalmalı…

Gazze, bugün bize sadece zulmü değil, aynaya bakmayı da öğretiyor.

Biz ne kadar duyarsızlaştık, ne kadar uzaklaştık insan olmaktan?

Bir ekrandan izleyip “ne yazık” deyip geçmek yetiyor mu?

Yetmiyor… Çünkü “üzülmek” artık hiçbir şeyi değiştirmiyor.

Ama belki hissetmek değiştirir.

Bir an bile olsa içimizde bir şey sızlarsa, o sızıdan yeni bir vicdan doğabilir.

Gazze, insanlığın aynası.

Ve o aynada gördüğümüz şey pek hoş değil.

Yorgun, duyarsız, sessiz bir dünya…

Ama hâlâ bir yerlerde, bir annenin duasında, bir çocuğun bakışında, bir taşın altında kalmış oyuncakta yaşam direniyor.

Belki de Gazze’nin asıl gücü bu...

Her şeye rağmen hayatta kalmak.

Kırılmış bir kalbin içinde bile umut bulmak.

Bizim yapmamız gereken tek şey belki de bu... Susmak değil, hissetmek.

Çünkü bazen kelimeler değil, kalbin sessizliği anlatır gerçeği.

Ve o sessizlik, Gazze’nin hâlâ yaşadığının kanıtıdır.